kırmızı başlıklarımı çıkarır oldum
kurtlara teslim edileli tüm masallar.
sessiz sedasiz öten kuşlar göçmez oldu
terk ettiğinden beri bedenimi,
ekmeksiz kaldığıma mı yanayım susuz kaldığıma mı ?
havasizlaştığına mı nefes alışlarımın ?
yoksa terk edişinin manasının bu eksikliklerin hepsi olduğuna mı...
kırmız başlıklarımı çıkarır oldum
büyükanneleri avıclar terk edeli.
derin sarsıntılardan oluşsa da yaşam en derin yıkım senin sarsışındı.
dudaklarım çatlıyor sensizliğimden
boğazım da kurudu...
tüm orman yangınlarının sebebi yüreğim oluyor git gide.
hayat diyordun hayat..
yaşamak boş bir inat..
haklıydın belki o zamanlarda..
daha yüreğim nasır tutmamıştı..
şimdi anlat bana anlat..
ölümün avucundan su içtik bir ayrılık sabahı..
ayrılık yosun tuttu terkedilişin kumsalında..
anlat diyorum sana anlat..
yaşayan da mı ölen de mi
yoksa sevebilende mi kabahat..
şimdi kirpiklerinden öpüyorsam eğer ben aşkı...
alnımdan tek kurşunla gelip öpeceği gün yakındır..
ölümle öpüşüyorum ben hayatla sevişiyorum..
kollarıma alıp bu kenti...
kucaklıyorum bütün kadınlarımla..
ve bütün sokak lambalarını bir bir söndürüp..
rıhtımdaki fenere gidiyorum..
kendi gözyaşlarımla öpüşmek için..
gülkurusu diye bir renk var mı bilmem...
ama olmalı..
o dudaklardan sonra...
titremek bir duygu mu emin değilim ama...
bence olmalı...
özlemek bir hastalık olmayabilir..
ama öyleyse eğer..
bir an önce bulunmalı çaresi..
ve ayrılık bir ölümse...
kopmalı bir an önce kıyamet...
sana geleceğim..
ve gideceğiz..
herkesin adını andığı ama..
hiç gidemediği o sahil kasabasına..
....................................
dediğimde..
inanmadın bana..
oysa ben seni ....
öyle delice öpmeyi..
öyle güçlü sevmeyi..
ve karanlıkta öyle dansetmeyi..
o kasabanın rıhtımında öğrenmiştim...
bütün randevularımız rıhtımdaydı..
ve gözyaşlarımız denize doğruydu...
gülüşümüzü sektirirdik dalgalarda..
yarışırdı bakışlarımız gözbebeklerimizde..
deniz minarelerinde ezanlar bizi çağırırdı..
ve yaralarımızı yosunlarla sarardık..
bir balık oynaşırdı ayaklarımızın arasında...
ve tenin yakamozları andırırdı..
hırçındın..
deniz kadar engin..
ve tuzluydu terin..
fenerin balkonuna teyzenden çaldığın saksılardan..
bahçeler yapmıştık..
ve ayrılıkta boğulmadan önce..
denizin durgunluğuna aldanmıştık..
.................................
aradan yedi kış geçmiş...
ben şimdi aynı sahilde üşüyorum..
çiçeklerimiz kurumuş, ezanlarımız susmuş..
fenerimiz karanlık...
denize baktıkça içimde birşeyler kabarıyor..
sanki bir dalga vuruyor sensizliğin kıyısına..
ve bir çocuk..
kumdan bir kale yapıyor..
çıplak ayaklarını öptüğüm sahile..
...................................
ben ki denize sevdalıyım..
senden ötürü..
sen ki yoksun şimdi..
deniz
huysuz..
ben
mutsuz..
ufukta ne kara var..
ne de yakamoz....
kiraz mevsimiydi..
kulağına çifter küpeler yapıyordun en kırmızısından..
dudağının ucundaki hınzır gülüş, kedilere bile çapkınlık bulaştırıyordu..
güneş kovalıyorduk arka bahçede...
sonra kerevetin altında buluştu dudaklarımız..
kediler kıskanıp tırmaladı aşkımızı..
aradan onüç yıl geçmiş..
hala duruyor o tırmık izleri yüreğimde..
hınzır gülüşün...aklımda..
küpelerin.. sandıklarda..