evinize geldiğinde kuru bir selamla geçiştirip, hal hatır sormadan öte muhabbet etmediğiniz birinci dereceden akrabanızın*, arkadaş ortamında kafanız iyiyken vefat ettiğinin haberini aldığınız andır.
evlenmişsinizdir, eşyaları eşinizin babası döşemiştir. mutfağa girersiniz ve yıkılırsınız, çünkü tüm beyaz eşyalar bosch markadır ve siz philips istemektesinizdir.
en sevdiğiniz insanlardan biri, bir adım ötenizdeyken ona dokunamadığınız, sevdiğinizin sizin sesinizi, ta en içinizden "beni sensiz bırakıp gitme" haykırışlarınızı duymadığı an. hepimiz için eninde sonunda gelecek an. yeşil bir örtüye sarılmış tabut ve çaresiz insancıklar kalabalığı. işte tek gerçek o an.
ormanda sırtınızı dayadığınız agaçtan elinize bir karıncayı alıp işaret parmağınıza kadar sürükledikten sonra onunla yüzyüze gelmek. siz sorarsınız o cevaplar...
gözlerindeki ışığın bittiğini atık seni sevmediğini senin olmadığını sölyediği senin ise arkasından bakakalırken ruh halin .... bana öyle olmuştu ve en iyi böyle tarif ettim nacizane
yapacak hiçbir şeyin olmadığı anlardır ve aslında dünyanın ne kadar gereksiz olduğu anlaşılır elimde olsa ne gelirdim ne yaşardım ne de ölürdüm denir...
çoğu zor zamanın hemen ardından yaşanan, hayatın bir paradoks olduğunun farkına varıldığı anlardır. ne tuhaftır ki gerçekten andır bu zamanlar; bu anlar dışında hiç bir zaman hayatın boş olduğuna inanılmaz.
nerde dedelerimiz, ninelerimiz. hiç kimse bu dünyada kalıcı değildir. az da yaşansa çok da yaşansa her kesin gideceği yer kara topraktır. günü, vadesi dolan ayrılır gider...