kendimi 50 yaşında emekliliği bekleyen bir memur gibi hissediyorum.
kolumu hareket ettirmek dahi anlamsız geliyor.
gittiğim yerlerden zevk almıyorum.
açıkçası artık hiç bir şeyin arafındayım.
Edit: uzun zaman sonra yine bu başlığı yazarken buldum kendimi o zamandan bu zamana değişen bir şey yok.
Finallerin olduğu zamandır.
Hele bir de finalleriniz bütün arkadaşlarınızdan 3 hafta sonra bitiyorsa, onların gezip tozmasını izleyerek ders çalışmaya çalışmaktır.
sonuçta her gün yenilenen istekleri doyurmakla yükümlü bir bünyeyle yaşıyoruz ve bazen bu döngü tıkanabiliyor. işte tam zevk almama ara ara o tıkanma dönemine denk geliyor.
bi yöntem deniyorum bi şeyi sadece çok ihtiyaç duyduğunda yapmak.mesela gözünü açamayacak duruma gelinceye kadar uyumamak ya da çok acıkınca yemek yemek.hafiften işliyor tat vermese de aroması var.
doyumsuz olduğumuzun kanıtıdır. daha fazla şey istemekten oluyor hep. unutmayın herkesin başına kötü şeyler geliyor. dert penis gibidir herkes en büyüğü bende zanneder sözünü de unutmayın.
Uzun zamandır hissettiğim.
En son şöyle içten coşkulu ne zaman mutlu oldum,
Ne zaman sonrasını düşünmeden attım adımlarımı ne zaman rüzgara direnmeden akışa bıraktım kendini hatırlamıyorum. Afedersiniz hiç bir boktan gram zevk almıyorum.
iyi insanların daima kaybettiğini görmektir. Dinler hep iyi biri olmayı öğütler ama iyi bir erkeğin bu ülkede sevgiliyi geçtim arkadaşı bile olmaz. E bi saatten sonra da aklı olan sorgular ulan piçler 3 günlük dünyada gününü gün ediyor bir enayi ben miyim der. Ben de koyujam ha der ama yıllardır efendi biri olduğundan yapamaz. iş hayatında bile piçler avantajlıdır dolayısıyla allaha dalga mı geçiyorsun kuranda emrettiklerinle hayat alakasız yaşanıyor demekten başka bir yol bulamaz.
insanın ben'ini, özünü doyurmadığı içindir. halk dilinde buna bi ideolojik kavrama hatası sonucu basitçe "kendine vakit ayırmak" diyoruz bu da felsefi olarak yanlış bi önerme olsa da doğru noktaya ulaşmak için bi başlangıç noktası olabilir.
bu önerme neden yanlış? canlı, tüm hayatı, hayatındaki tüm zaman dilimleri üzerinde tek hak ve söz sahibidir. medeni toplumda çark tersinden dönse de, vahşi bi hayvan av mesaisinde iken de aslında vaktini kendisi veya yavruları için harcıyordur. Bu vakit üzerinden başkaları kazanç sağlayamaz, sağlasa da avcı bunu onun için yapmamıştır. ağaç gölgesinde uyurken de ceylan kovalarken de her saniyesini kendi refahı uğrunda harcayan vahşi avcı hayattan zevk alabilir. Bizler ise işe gidebilmek için otobüs, otobüs bekleyebilmek için akbil sırası bekleriz. kendimize ayırdığımız son bikaç dilim ise parmaklanmıştır, bayatlamıştır ya da zaten iştahımız çoktan kaçmıştır.
peki ya doğru önerme? bu soruyu topluma çare olacak şekilde cevaplamak istediğimizde ne yazık ki elimiz boş dönüyoruz. halihazırda işleyen üretim ilişkileri üzerinde işlem yaparsak bunun matematiksel oranı sıfıra yakın. yani ne yazık ki dünyada herkes hayattan zevk alırsa sen ağa ben ağa bu deveyi kim güde? durumu ortaya çıkıyor.
küçük çaplı, ikişerli üçerli grupları aşmayacak şekilde çözmek için ise "egede şirin bi kasabaya yerleşip domates biber yetiştirmek" gibi alternatifler var. ama tabi ki sıfırdan başladığını varsaydığımız asgari ücretli birinin bu refaha kavuşması için minimum gider ile yaklaşık 10-12 yıl sabah akşam metrobüs yolculuğu yapması gerekiyor.
not: yazı, survivor izleyerek hayattan zevk alabilenler için yazılmamıştır.
genelde beklentileri yüksekte tutmaktan ve sürekli kendinden yüksek konumda olanlara özenmekten dolayı kaynaklanan sıkıntılı durumdur.
tabi ki herkes zengin olmak ister, ev ister araba ister. ama işte mesele aslında o değil. dışarıdan izlediğimiz o zenginlik kim bilir içeride ne sıkıntılar barındırıyordur. işte her zaman söylediğim an'a şükürde tam bu noktada önem kazanıyor.
her zaman için kendimizi geliştirmeliyiz ve sürekli gayrette olmalıyız. ki durumumuz düzelsin veyahut seviyeyi yükseltelim. zaten bu allah'ın da istediği bir şey. bir günün diğer gününle aynı olmasın. iki gün arasında bir çöpü atmak kadar bile fark olsa bu kişi için bir kazançtır.
an'a şükredelim. o an içinde bulunduğumuz şartların, durumların, alanların hepsi bizim için hayırdır çünkü. müslüman olarak bu bilinçte olmalıyız. hatta olmak zorundayız. çünkü aksi bir davranış(isyan-hakaret-fevri davranışlar) durumu, gerçeği, anı değiştirmeyeceği gibi sizi en iyi insanlar nezdinde en kötü allah katında değerinizi düşürecektir. bunu da aklı başında bir müslüman kesinlikle istemez.
elhamdulillah deyin. şartları, durumları en iyi şekilde değerlendirin. bu demek değildir ki hep yerinizde sayın durumunuzu kabullenin. daha iyisi için çalışın ve allah'a dua edin. bunu samimi bir şekilde halinizden memnun olarak yaparsanız allah'ın sizi desteklememesi gibi bir şey söz konusu değildir. ben hep bu şekilde yaptım ve yapmaya da devam ediyorum. sizde yapın, farkı göreceksiniz.
Bu sonradan varolmuş bir şey değildir.
insanın kafasının bir şeyleri algılamaya ve güdülerinden bağımsız düşünebilmeye başladığı zamandan beri vardır.
Çünkü yalnızca insan hayatına bir anlam katabilme ihtiyacı duyar. Yemek, içmek, uyumak , seks yapmak insan için yeterli değildir.
O bunların da fazlasını umar hayattan. ister ki bu dünyada varlığının önemli bir sebebi olsun.
Yine insan yok olmayı kabul edemez. insan beyni yok olmayı hep arızalı karşılar. Çünkü kendi varlığına kattığı değer bu kadar basit olmamalıdır.
Bu yüzden insanoğlu inanmayı, hayal etmeyi ve sanatı buldu.
içine düştüğü kendi basitliğinden ve bu manasızlıktan kaçmak için mutlaka kendi beynini sarhoş etmesi gerekiyordu böyle şeylerle.
Fakat çok eskiden gelen ve bizi bunca şeyi yapmaya iten farkındalığımız hiçbir zaman kaybolmadı. Bu her insanda uyanmayı bekleyen bir yılan gibi. Birazcık dürtersen eğer uyanır ve hemen her şeyi yeniden kurgulaman gerekir. Ve yaşadığımız çağda, bilginin her şeyi iyice basite indirgediği ve açıklayabildiği zamanda kendini kandırman kolay olmaz.
liseli psikolojisi adam 20 dakika içinde nasıl olduysa değişmiş. başta yazılanlar hoşuma gitti ama. tolstoy'un şu sözünü hediye edebilirim bu güzel kardeşime. 'mutluluğun insanın normal ihtiyaçlarını karşılamaktan ibaret olduğunu,bütün mutsuzluğun da yoksunluktan değil,fazlalıktan geldiğini anlamıştı'. burada çok zengin olup hayattan zevk alamayan ve sürekli hayatı sorgulayan piyer bezuhov'un fransızlara esir düştüğü müddetten sonra insanın sadece temel ihtiyaçlarını karşılayıp da mutlu olabileceğini anlamasını anlatıyor.