Hayatın tercihlerden ibaret olduğunun göstergesidir. iyi ya da kötü günün, bir insan ömrünün nasıl geçeceği sadece tercihlerimize bağlıdır. Hayat silinenleri yazmadığı için; insan kendisi yazmalıdır. Silinmemek için mücadele etmek şart.
olur bu, doğrudur. kendini besleyen bir döngüdür. kişi bir şekilde silinmeye başlayınca, insanlar ona daha az dikkat etmeye başlarlar. hal böyle olunca kişi daha da bir silikleşir, giderek solar. genelde ilacı son bir hamle ile bir kız/erkek arkadaş bulup, kendi dünyanın efendisi olmaya çalışmaktır ama tabi kız/erkek arkadaştan tam verim alınmadan tekme yenirse o zaman oy benim dertli başım.
belli bir noktadan sonra kendinizi yokuş aşağı dururken freni patlamış kamyon gibi hissetmenizi sağlayacak durumdur. muhtemelen durumların en kötüsüdür.
kendine acıyan,
kendinle karşılaşmaktan korkan,
dünyadan kaçmak isteyen,
izlediği yolun hiç de iyi bir yol olmadığını bilen kişinin düşünceleridir.
gerçekten ''hayattan silinmek'' istemiyorsa
bu durumu değiştirmek için yaşamdaki güzelliği görebilme yeteneğini geliştirmelidir.
belki de yazacak birşey kalmadığından veya daha önce yazılanlar ile yaşanılan hayat arasında aslında ne kadar da çok fark olduğunu anlamaktandır bu silinme eylemi. ama çoğu kez tercih meselesidir, yani ölsek de kurtulsak bu aq dünyasından lafının eğitilmiş ve öğretilmiş bir bünye tarafından söylenmesidir. çünkü hiçbir ilk veya ortaokul terk insanı bu denli kendisini saklayamaz. kırsalda yaşayan kişilerin samimiyetinin kaynağı da budur aslında.
silinmeyi istemek kadar silme eylemini gerçekleştirecek şeyi, eşyayı bulmak da mesele ayrıca. hani adamın biri masa da masaymış ha diyor ya, silinecek şeylere üstünkörü bakıldığında yazı da yazıymış ha diyesi gelir silicinin bazen. örneğin; ergen yıllarda belleğe yerleşen baba-kurtacı-süper güç figürünün, bir akşam üstü kahvehane telefonundan kontörlü hattınıza gelen 'cebimde beş kuruş para kalmadı, o yüzden arayamıyorum seni' itirafı aslında ne kadar itiraftır? belleğimize bunu kim yerleştirmiştir, neden babalar belirli bir yaştan sonra çocuklarına gerçekleri söylerler de o bir yaşa kadar çocuklarını avuturlar yalanlarla? bunca yıllık tarihte kaç tane bünyede sağlam kaldı bu baba figürü yoksa biz mi hayırsız evlatız unutuyoruz olup biteni bir gece yarısı beynimiz zonklarken?
baba telefonundan bir kaç saat evvel evinizin önüne dayanan alacaklılar -ki resmi alacaklılar sizi mümkün olduğunca evinizin içerisinde 4 duvar arasında rencide eder o yüzdendir resmi kurumların binaları soluk renktedir ve o renklerde rencide olmuş bir çok insan sureti belirir, resmi olmayanlar ise facia- bir kaç güne tekrar gelecekse ve geldiğinde geçen gün aldığı cevapların aynısını alacaksa bu bir çelişki midir yoksa hayatın acımasız gerçeği mi? veya bu sorular ve sorunlar orta sınıf bir alacaklıyı ne kadar ilgilendirir? neden çoğu kez dibe vuran ve vurdukça ses getiren biz ve bize benzeyenlerdir ve neden böyledir? kader mi desek, hata mı yoksa nasıl başlarsak öyle gider mi? ve evde bulunan eşyalara haciz getiren icra memurları aslında bu iş için mi seçilmiştir veya kim seçmiştir? neden sürekli birilerinin birileri tarafından seçildiğinden sonradan haber alırız ve duyarsız kalmayı tercih ederiz kabulleniriz olup biteni seyrederiz? kimseye kusur etmeden ona buna rezil olmadan kırılmadan dökülmeden parçalamadan parçalatmadan yaşamamız önerildi hep tanıdık tanımadık kişilerce ama dibe vuruşumuz an meselesidir ve buradan diyorum ki bunca zaman yapmaktan kaçındıklarım benim tercihimdir ama bunca zaman yaşamak zorunda kaldıklarım kimin eseridir?
tanıdık tanımadık bir evin kapısı önüne geldiğimde çoğu kez evlenmeyi düşünüyorum. kapının diğer tarafında çocukların ve bir kadının olduğunu düşünmek beni heyecanlandırıyor. belki babam da böyle düşünmüştür uzun zaman önce. benim yaşımdaki erkeklerin babalarına benzeme oranı çok yüksek ve bir gerçek. çünkü genelde ev hanımı olan annelerimiz bizleri babalarımızın hatalarını, yanlışlarını ve kötü yanlarını zaman içerisinde görerek ve bu yanlışlara bizim karakterimiz üzerinde müdahale ederek yetiştirdi. yani kısmen de olsa baba-oğul zıt kavram. kudüs ise sadece bir şehir ismi. babamla yedi aydır konuşmuyordum. annem yüzünden olabilir mi?
Kalkınca yataktan hiç ısıtamamış olmaktır. masaya senin için bir çay bardağının bile konmamasıdır. masallardaki kral gibi çıplak dolaştığının farkına varacak bir çocuk bile bulunmamasıdır sokaklarda.
kıcınızı yere de caksanız sanki hiç varolmamışcasına yok olmak kaderinizdir. kimileri yasarken oldugunu ve silindiğini ölmeden anlar. kimileri ise ölseler bile buharlasacaklarını inanmazlar ve kendilerini kandirirlar. hep baki kalacağini zanneden bu kişiler trajedilerin komik unsurudur.
gitgide yazılıyor olmak demektir. ölüm gelmediği sürece gerçekleşmeyecek olan eylemdir. güzel geçmesede yine de geçer ya zaman, geçtikçe işler seni hayata. istesende silinemezsin.
yayılan sigara dumanında her gün yüzüne güldüğünüz insanları görürsünüz ve farkedersiniz ki onlara anlamsızca gülmektense, toprağın altında yatmak daha huzurludur, hayattan gitgide silinirsiniz.
hayattan her geçen gün bir kazık yediğinde, bir kez daha yine mi dediğinde, gözyaşlarını bir kez daha tutamadığında... gitgide içine kapandığında ve kimseyi görmek istemediğinde.. bu olsa gerek...
özellikle büyükşehirde sayısal bir veriye dönüştüğünüzü hissettiğiniz an içine daldığınız patalojik durumdur.ağlama alanında bulunduğunuzun göstergesidir.
Ağlama Alanı
Bir güz üşümesi kadar size etki edip,sizden başka herkese ait olduğunu düşündüğünüz bu parsellenmiş gezegende donmasını,hiç geçmemesini istediğiniz mutlu anlarınız yoksa;
Pişmanlık fırtınalarıyla gelip,ağrılar ve sızılar arasında,arabesk ah çekişlerle beyninizi bir ur gibi saran keşkeleriniz varsa;
Bir renk seremonisinde, bitmesini istemediğiniz bir film gibi,sarıp sarmalayan bir sonbahar günü 17 yaşındaymışçasına aşık olup, SEVGiLi özlemini cehennem ateşi gibi göğsünüzde duymuyorsanız;
Sürekli erteliyorsanız şimdi yapmanız gerekenleri ve yaşamı;
Biriktirme hastalığıyla kendinizden ve herkesten sakındığınız banknotların kokusu sinmişse ellerinize;
Devasa çarklar arasında,Bana ne ya diyip ezilmemek için kuytuda duran bir fareye dönüştüğünüzü hissedip cümle namussuzluklara seyirci kalıyorsanız eğer,
Bağırabilmeyi unutmuşsanız eğer,
Bitmeyen işler ve uğraşlar arasında durup kendiniz için bir türkü dinleyecek zamanınız yoksa eğer;
Kirlenen ve kirlenmekte olan ilişkilerde, çocuklarla oyun oynayacak zamanınız ve küçük yüreklerden alınmış bir ikametgahınız yoksa ;
Çaresizlik göğsünüzü mesken tutmuş ve sevgiliye giden yollar yanıyorsa;
Bitmeyen işler yüzünden roman kahramanlarıyla muhabbet edemiyorsanız,kitabın kokusu nev_ şahsına münhasır kokusunu duymuyorsanız,
Çıkarsız,beklentisiz ve reklamsız sarılmalarınız ya da sarılma isteğiniz yoksa,
Biliniz ki ağlama alanındasınız. Dikkat!!!!!! Ağlayabilirsiniz. Gözlerinizi ıslatıp ıslatmamanız mevzu bahis değil, hatta hiç değil. Hıçkırmak salya sümük ağlamak serbest.Hatta abartmak da serbest. Kaygılarınızı,saçma değerleri, kabullerinizi, utanmayı, rafa kaldırın. Ağlama alanındaki en meşru şey ağlamaktır.
Efendim ağlama alanındasınız ve lütfen ağlayınız. Kim bilir belki de bir an da olsa onu yüreğinizde duyabilirsiniz. Kim bilir.
Ola ki ağlama melekenizi de yitirmişseniz; geçmişler ola
hayatta gerçek hiç bir problemi olmayan stereotype ergen gencin yakınması.
zira hakikaten böyle "ee abi hayatı sorguluyorum" olayına girersen bunu kelimelere dökemezsin. yoksa paso "fak di sıstım" di mi. .mına kodumun denyoları sizi (ortaya diyorum)
o değil de s.ktir git kitap oku biraz. ( bu da genele uyarı)