belki çok sevilen bir insanı kaybettiğimiz anlar. belki oyunu kaybettiğimiz anlar. belki öldüğümüz an. belki durup dururken hayatın bir saniye içine ağır çekime girdiği, ve kendimize dışardan baktığımız, akabinde kendimizi tanıyamadığımız, elimizde bir yani? ile kaldığımız anlar. belki depresyon anları. belki depresyon sonrası anlar. belki hayatın hepsini oluşturan anlar. belki hayat anlamsız olamayacağı için var olması mümkün olmayan anlar. belki de anlamını bizim anlayamadığımız anlar. belki düşünmek yerine gidip uyumamız gereken anlar.
8 yaşında hayatının yükünü omuzlarına almış bi çocuk düşünün. gecenin kör vakti, Bembeyaz suratı soğuktan daha da beyazlaşmış. Arabanızı park ettiğiniz an arabanın kapısını açıp "selpak alır mısın abla" diye soran bi yavru. Morarmış ellerini elinize alıp baktığınız zaman "çakıldığınız", kalem tutacak yaştaki ellerin "nasırlaştığını" gördüğünüz minicik kemikten ibaret iki adet el. Selpağını almıyoruz ama parasını vererek Ayrılıyoruz yanından. sıcacık mekana giriyoruz. "poff bu ne sıcak yaa, sigara dumanı da var, aaaaaa koltukları da sert ya" serzenişlerimle geçiyor saatler. Mekandan çıktığımızda görüyorum yine o'nu. Arabanın kapısına yaslanmış, selpaklarını satmak için koyduğu poşet şimdi oturağı. Demin bembeyaz montumu leke yapmış araba kapısı onun sırtının minderi.
Parçalanıyor ruhum parçalanıyor tüm kareler. Toplayamıyorum. Yıkık her yer. içim viran. Demin kibirimden her şeye mana bulan dilim şiş, sığmıyor ağzıma. Hani konuşmaya çalışsam arka fonda kesin "konuşamıyorum" şarkısı çalacak. insanlığım evrim atlayamamış şu an. Bi kendi montuma bakıyorum bir onun montuna! patlıyacak tüm organlarım, küçülüp yok olacaklar biliyorum. 24 yıllık hayatımın en iç acıtan, en paralayan en utandıran karesi bu!
Utanmamak mümkün mü! Unutmak mümkün mü!
Kalkıyor heyecanla, "abla kusura bakma sabah okula gıdıcem de dinleneyim dedim valla çizmedim arabayı valla" diyor. Eskimiş yırtık montuna bakıyorum, sonra gözlerine. ikisi de simsiyah.
"gel" diyorum "gel".
biniyor arabaya arkada sessiz sakin kedi yavrusu gibi Sanki bizim evladımız gibi. Arabanın ön koltuklarının arasıa kafasını sokmuş yolu izliyor. Bitmiyor lanet yol. Her santimi içimde bulunan utanmışlık nakışını daha da belirginleştiriyor. Her viraj kalbime tıkayan "utanmazlık". "bırakın burada abla. Çıkmaz bu araba bizim oraya. Altı yere çok yakın. Bayır bizim oralar. Ha abla unutmadan bak bunu buldum arkada diyor" uzattığı şeye bakıyorum 3 gün önce kaybettiğim altın kolye kemikli ellerinde parlıyor.
Çocukların bayramıydı bahar? Ve kimin içinde tomurcuklanırdı umutlar?
muhtemelen yaşı 50-60 arasında değişen bir adama soruyor spiker, "ne kadar kazınıyorsunuz?" cevap, en az şubat karını yemiş soğuk dalgalar kadar dondurucu "bazen bir çorba parası abi".
Abi diyor amca kendinden 20 yaş küçüğüne, abi.! Sonra, gözlerim kameranın adamın ellerine zoomlanmış karelerine takılıyor. Eller çıplak, eller çatlamış. Topladığı kömür 6 çuvalı doldurunca karadenizin hırçın dalgalarına aldırmadan topladığı kömürleri taşıdığı traktörüyle zafer turu atıyor amca. firtinanin karin doyurmasi buydu işte!
Daha bu haberin üzerimdeki etkisi dağılmamışken, 76 yaşındaki aygül teyzenin 15 ytl ile pazara gitmesini haber ediyorlar. Aygül teyze akşam saatlerini bekliyor, bekliyor ki akşam pazarında fiyatlar düşsün, çürük çarık elmalardan portakallardan alabilsin. Pırasa alacakmış aygül teyze, soruyor satıcıya, satıcı 1,5 ytl diyince yarım kilo ver o zaman diyor. Yarım kilo pırasayla 5 nüfus doyuracakmış.
meğer aygül teyze tam bir sihirbazmış! Yoktan var etmenin oyunbazıymış, kaderin "pırasaya yemem ben" diyenlere tekmesiymiş.
Alışverişini yapıp evine doğru ilerlerken, torununa gofrette alacakmış! Hani şu pazarlarda görüp midemizi bulandığı kremasının kim bilir nelerden oluştuğu gofretlerden.
Derken bomba bir sonraki haberde patlıyor;
bakanların emekli maaşı 6.500 ytl olsun deniyor, açıklamasını da bakanın teki şöyle yapıyor, "bakanların alıştığı yaşam standartı var. şimdi ki emekli maaşı yetmiyor, bakanlar gittikleri yerlerde ceplerinden ödemek zorundalar" diyor.
Ve akabinde bünye error veriyor. Mavi ekran kararıp siyaha çalıyor!
bir sabah..güne$ yok, geceden kalmı$ yıldızlar aydınlatmaya çalı$ıyor günü. beceremiyorlar..bıkıp kaymaya ba$lıyorlar teker teker. siz de mi yıldızlar, sizde bırakın beni. yalvarınca güne$'e "hadi doğ artık" diye yalvarınca gökyüzüne bakıp, yıldızlardan kesince umudu sonsuza dek, her yağmur damlası göz kırparken dalga geçercesine, su birikintilerinde yansımamı göremeyince, vitrinlerdeki mankenler eskisinden daha bayat gelince, trafik sessizle$ince...
bir ses gelir sadece zaman çevriminin hala olduğunu gösterircesine...
en değer verdiklerinden birinin hayatından çıktığı, artık yok dediğin anlar. sanki yarına umudun kalmamış gibi hissedersin. hani yaşamla ölüm arasında ince bir çizgi vardır denir ya, sanki o çizginin üstünde seni hayata bağlayacak nedenler arayıp yalpalarsın. her şeyi düşünürsün. o her şeyin arasından da güzellikleri sıyırıp bulabiliyorsan ne mutlu. yoksa o anlamsızlık, şimdi ne yapıcam halleri insanı günden güne eritir. istemeden de olsa çizginin diğer tarafında bulabilirsin kendini..
hangi konuda olduğu fark etmez; çaresiz kaldığınız her an anlamsızlaştırır hayatı. belki yardım bekleyen bir çocuktur çare olamadığınız, belki bir aşk acısıdır iyileştiremediğiniz, dost yüreğidir yarasına merhem olamadığınız. çaresiz kaldığınız her an, elinizin kolunuzun bağlı olduğu her an biraz daha yitirir anlamını hayat.
yüksek bir duvardan yola fırlatıldığı görülen kedi yavrusunu kalakaldığı yerden kenara koymak için hamle yapmak. aranızda 3 metre varken üstünden araba geçtiğini bu da yetmez gibi annesinin gelip yavruyu kokladığını, uyandırmaya çalıştığını görmek.
hayatın her anı bir anlam taşır ama bu kişiye göre ya yaşanır ya da yaşanmaz haldedir. her iki durumda bile hayatın iyi veya kötü bir anlamı vardır. insanlar hep hayatı anlamsızlıkla suçlarlar ama hayatı anlamlı hale getirmek yine insanın elinde.
biri olur ki aile olur. kardeş gibi, vazgeçsemde vazgeçemezki dersin anne olur baba olur cinayet bile işlesem arkamda dersin. gün gelir sigaranın dumanından, yemeğin acısından, sesinin çatalından nem kapar, kaptırırsın ve gider. annen gider, baban gider, merkezi gider hayatının. öliyim desen, gerçek ailen gelir aklına. durursun. susarsın. yaşar gibi yapıp ölürsün. durusun uzunca.
artık bir fotoğraf karesine esir düşmüş zamanlara gözlerinin dalgın dalgın bakıp geçtiğin... koca bir boşluktur, hayat dahil hiç bir şeyin anlamı kalmaz...