bugün

(bkz: balon/#910238)
şehir dışında arabada problem çıkması nedeniyle gidilen bir tamirhanede kıyafetleri lime lime dökülen küçük tamirci çırağının, az önce içilen çayların bulunduğu tepsiyi kaldırmasını izlemek...
küçük çırağın tepside kalmış bisküvi kırıntılarını çöpe boşaltırken çay içenlerden birinin bıraktığı iki adet küpşekeri usulca avuçladığını, birini ağzına alıp diğerini cebine koyduğunu görmek.
yaşıtlarının türlü türlü aromalar ve renklerle çeşitlendirilmiş şekerlere burun kıvırdığını düşünüp, ciğerlerdeki nefesi, hayatı değiştirmek istercesine dışarıya salıvermek.
Babanın terhisini bekleyen ailenin cezaevinin önündeki endişeli bekleyişi, sanki çekip alacak sizmişsiniz gibi sürekli olarak nerde kaldı bir aksilik mi oldu acaba diyerek sizden medet ummaları. Açıklama yaptıktan iki dakika sonra aynı soruları sormaları seslerindeki titreyiş ve babanın hapisten çıkması. Hiçbirşey söylemeden sessizce uzaklaşmanız yanlarından , gözünüzden süzülen iki damla yaşla...
(bkz: bir pesimistin gözyaşları)
gece eve dönerken gördüğüm 10 yaşlarındaki tartıcılık yapan kızcağızın sessizce arka tarafında duran adama dönüp baba artık gidelim dedikten sonra babası olan o insan denilmeyecek kişinin dur daha saat 12 ye gelmedi...
yolda yeni aldığınız nikelarla dolaşırken çingene bir kadın görmek kucağında bir çocuk yanlarında daha yeni yürüyebilen çocuklar içlerinden ağzı yüzü bulaşık kara küçük bir kız görürsünüz onun başına gelecekleri düşünürsünüz hayatın ne kadar iğrenç olduğunu amerikaya küfür edersiniz içinizden bir şey yapmak gelir fakat yolunuza öylece devam edersiniz öylece bir saniye içinde içinizden ağlamak koşmak gelir ama yapamazsınız ona sarılmak istersiniz ama onu da yapamazsınız işte budur için burkulması.
cebinde çok az bir parası olduğu halde, midesinden gelen 'açım ulan beeenn' haykırışlarına aldırmadan gidip o parayla sigara almak... ardından kalan son bir kaç kuruşla da bisküvi alıp isyanı bastırmaya çalışmak...
herkesin çok sevdiği, çok sevdiğiniz, gencecik bir arkadaşınızın cenazesinden sonra camiden çıkıp topluca yemeğe gitmek; ve bir süre sonra yemekte kendinizi diğerleriyle beraber vizyona yeni girmiş bir filmden bahsedip gülerken yakalamak.
17 Ağustos gecesi Adapazarı'nda yaşlı bi teyze, gece saat 2 buçukta ana caddedeki apartmanlardan birinin zillerini çalmaya başlamış. Kimse kadına kapıyı açmamış, hatta uyandırdıkları için, camı açan bağırıp çağırmış. Üst katlardan bi adam, "Gecenin bu saatinde ne istiyosun teyze?" diye sormuş. Kadın, "Karnım aç oğlum. Bi parça ekmek var mı?" deyince adam, "Yok, yok. Allah Allah, gecenin bu saatinde ne bu yahu?" demiş. Yatağa döndüğünde karısı, yaşlı kadının aç olduğunu öğrenince, "Keşke verseydik" demiş.

Teyze zillere basmaya devam etmiş. En üst katta yeni evli bi çift oturuyomuş. Kadının ne istediğini öğrenince kapıyı açıp yukarı çağırmışlar. Evin hanımı, hemen yiyecek bi'şeyler hazırlamış. Kadına eşlik edip beraberce yemişler. Yemek bitince kadıncağız, "içimde bi huzursuzluk var. Bi an evvel dışarı çıkalım" diye yalvarmaya başlamış. Genç çift, sırf kadını kırmamak için sokağa inmiş. Daha dışarı adım atar atmaz da her yan sallanmaya başlamış. Depremde o kocca apartman yerle bir olmuş.

O binada oturanlardan sadece yeni evliler ve kocasına, "Keşke yemek verseydik" diyen kadın ölümden kurtulmuş. Onu da 3 gün sonra enkazın altından çıkarmışlar
yaşamak mümkünken, yaşayamamak bazı anları...
yaşadığın an itibariyle çocukluğundan bugüne insanın içini tuhaf eden, acıtan anlardır. binlerce örneğine rastlamak muhtemeldir.
mesela;
-çocukluğunda, çok heveslenip çeşitli nedenlerle sahip olamadığın bisikletin hayallerini kurarken, komşunun kızının elde edip turladığına şahit olmak.
-sevdiğin adamın zamanında içini hoplatarak tuttuğun elin, şimdilerde bir başkası tarafından sıkıca sarıldığına şahit olmak.
-alacağın üç kuruş için günlerce emek sarfederken, sarfettiğin emeğin yarısını bile gerçekleştirmeyen şahsın senin iki katın maaşı aldığını öğrenip, ne şanslı olduğunu içinden geçirirken.
-ailenden, hayatının varlığından ayrılırken.
-sevdiklerini ellerinle ebediyete uğurlarken.
-gözünün önünde onlarca haksızlığa ve hakedilmeyen yok oluşlara şahit olurken..
vs..
yalnız olduğunu anlamak.
(bkz: uludag sozluk moderasyonu)
sabahleyin asker akrabamı gezdirmek için üsküdar'a gittim, kahvaltı yaptık, öğlen kadıköy'e geçtik ve dondurma yiyelim dedik, özsüt'e girdik, bir tabak dondurma 7 ytl, çüş dedim kendime, neyse her gün yemiyoruz ya, misafirim var hem dedim, sineye çektik, 2,5 ytl'ye çay, 4 ytl'ye kola içtik, para işte, elinin kiri.

akşam evden aradılar, gelirken ekmek al diye, markete girdim, benim önümde başı bağlı bir abla, elinde poşet, poşette 2 yumurta, kasiyer 450 bin lira dedi, kadın şaşırdı, 400 değil mi diye sordu, 220 oldu yumurta dedi kasiyer, o zaman kalsın dedi kadın, "o zaman kalsın".

dondum kaldım, bir şey diyemedim, bir şey yapamadım, kadın gitti ve yumurtaları geri koyup sanırım arka kapıdan çıktı, göremedim çünkü, ekmek almak için para uzattığımı hatırlıyorum ama ne uzattım para üstü olarak ne aldım hatırlamıyorum, o anda yerin dibine girmiştim çünkü.

daha önce hiç bu kadar hakarete uğramış, sindirilmiş hissetmedim kendimi. cuma namazına gittiğim için komik olduğumu söyleyen ve inancımla dalga geçenler de oldu, türkçe kelimeler kullanmaya dikkat ettiğim için alay eden de, hepsini sindirdim de bunu sindiremedim.

cumhurbaşkanının eşi başörtülü mü olsun, fularlı mı, toka mı taksın, papyon mu tartışmasının içinde ateşli savunuculardan biri olarak kendimi aşağılanmış hissettim. kadının başındaki neydi, kadın kimdi, orada ne oldu hala anlamış değilim.

şimdi eve geldim ve ağlayarak bu yazıyı yazıyorum, günah çıkarmak istercesine.

bilgisayarın hemen yarım metre yanında televizyon, deniz baykal cumhurbaşkanlığı seçimlerini boykot etmeyenleri eleştiriyor, benim aklım 20 bin lira yüzünden yumurta almaktan vazgeçen ablada.

allah hepimizin belasını verecek, öncelikle siyasilerin, çok az küfreden bir insan olarak tüm içtenliğimle küfürler ediyorum şu anda, allah hepinizin belasını versin, hepimizin..
hayatın ta kendisi... öyle ya detayları görmemize engel olan olaylar da hayatın içinde... ya da detaylara ne kadar takılıp kalıyoruz... en fazla bir gün... başımıza gelmemiş ve psikolojimizi alt/üst etmemişse eğer bir gün bile çok... detay işte fazla üsteleme diyerek bertaraf edilebilir...

ama unutmamak gerekir; birileri bizim, biz birilerinin iç burkan detaylarıyız... bir anlık da olsa...
kimileri rio de janeiro ya da new york' ta tatil yapmaya hazırlanırken, kimilerinin bir lokma ekmek için savaşmak zorunda olması.
cumhuriyet mitinginlerinde o kalabalığın arasında gördüğüm, yürüyemeyecek kadar yaşlı ama yine de oraya gelmiş ve birbirine dayanarak yürümeye çalışan yaşlı amcalar, teyzeler...
bir fotoğraf görmüştüm. kaburgaları sayılacak kadar zayıf bir çocuk afrikanın kurak topraklarında ve onun ölümünü bekleyen bir akbaba.
karlı kış günlerinde sıcacık evinde otururken yakacağı olmayan insanları düşünmek.
sıcak bir yaz akşamında odanızın penceresi açıktır. dışarıdan en az 3 farklı ortamdan hararetli tartışma ve kavga sesleri gelmektedir. işin kötüsü evin oturma odasında da kavga sesleri gelmektedir. şiddetin ve tahammülsüzlüğün toplumumuzda çok sevilmesi gerçekten içimi burkan bir detaydır.* * *
geçmişte çokça yaşanan gaflet anlarında anne-babaya karşı yapılan hatalar için onlardan özür dilemek. onların sizi affetmesi. ama sizin kendinizi affedememeniz.
annemin elinin üzerindeki yaşlılık lekeleri...

her kafasını şişirip yalaklandığımda sarılıp yalayıp yuttuğum, bayramlarda kardeşimle ilk ben öpücem kavgasına malzeme olan elleri... yetmişli yıllardan doksanlara kadar elinde çamaşırlarımızı sakız gibi yıkayan, sinirlendiğinde bi tas patatesi kafama atan, hastalığımda bir ay boyunca hastane odalarında başımı okşamaktan bıkmayan sevgi dolu güzel elleri... geçen gün dikkat ettimde leke dolmuş... emeğin, şefkatin, karşılıksız sevginin en temiz lekeleri... çok dokundu...
yaklaşık bir aydır süren işkence gibi staj bitmiştir son kez otobüse binilmiş eve şen şakrak dönülmektedir. yanlız otobüse binerken bir kadın dikkat çeker yüzündeki morluk sebebiyle. derken otobüste türlü türlü hayaller kurarken telefonu çalar bu kadının, hayallere ara verilir.

-hayır dönmüyecem
-nasıl dövdüğünü görseydin baba
-artık eve dönmüyecem baba sığınma evine gidiyorum.

bundan sonra hayallere konsantre olunmaz, bu dünyanın adeletine lanetler okunarak yola devam edilir..
illa yaşadığımız güne ait olması gerekmeyen detaylardır (#2188370)
sokak cocukları .