fena halde grip olunmasına rağmen yağmurlu bir istanbul sabahı, sıcacık yataktan kalkılıp işe gidilir. sabah alınan grip hapı uykunuzu getirmiştir. üstelik daha mesainin birmesine saatler, saatler vardır. izin alınmasına alınır da, biriken işler pazartesi sabahı kabus gibi çöker insanın üstüne. hastalığa aldırmadan işe gidilir, sırf bu yüzden.
hayat bazen çok sıkıcı olabiliyor. zorunluluklar hastalık dinlemiyor. hayat... hayat çok grip!
burnunu fış fış çekerek çalışır tüm gün.
muhtemelen bir kaç iş arkadaşına da hastalığı bulaştırır, iş yeri revire döner.
iş yerinde çay servisi yerine peçete servisi yapılır.
çay kahve yerine yeşil çay, ıhlamur içilir. ibne müdürün hastasın sen eve git demesi beklenir, ama demez. ibne işte.
işe gidip idare etmektir. niçin gidilir? basit. ya küçük işlerin peşinizi bırakmaması veya izin hakkınızın bu berbat gününüzde boşyere kaybolmasını istememeniz.. çünkü hasta hasta evde geçirilen izin izin değildir zannımca. kendini yormayacak çıtır ve kıtır işlerle oyalanılır. kendinizi yormayacak herşeyi yavaş yavaş yaparsınız..hatta parmaklarınızın bile klavyeyle temasında maksimum en az sürtünme ve baskıyı uygulamanız epeyce faydanızadır.
geçmiş olsun!
an itibariyle yaşadığım eylem. sesim çıkmıyor ama konuşmak zorundayım, halim yok ama çalışmak zorundayım, uykum var ama dinç görünmek zorundayım; bir elimde mendil öksüre hapşura sağlam durmak zorundayım...
sıcacık yatağı, karanlık odayı öylece arkada bırakıp uzun bir güne yorgun bir merhaba demektir. kaymış gözlerle titrek ellerin uyumsuz dansına katlanmak zorunda kalmaktır. su içmeye halin yokken önünde biriken, patronun akşama yetişmesi lazım denen dosyalara bir ceset görmüşcesine dehşet içinde bakmaktır. yaşarken kabir hayatını tecrübe etmektir.
eğer patronunuzla aranız gerçekten iyiyse; masanıza çorba getirecek, iş için dışarı çıktığında pastil almış olarak dönecek, aldığınız ilacın saatini kaçırmamanız için telefonuna alarm kuracaktır.
nasıl bir insansın sen ya? *