Ben, seni düşünürken,
yaşım ne olursa olsun çocuk olurum.
O kolu sökük, el örgüsü kazak
ve lastik tokyalarıyla
salya sümük küfredip, ağlayan,
minicik elleriyle pencereleri kıran,
isyankar, hırçın, gözükara bir çocuk olurum.
Ben seni düşünürken, aşkın ne olduğunu
ve neden yaşadığımı aramadan bulurum.
içime işleyen acıyı size değil
Bir suya bırakmayı öğrendim
Dal olmaktan vazgeçeli çok oldu
Bu yüzden ne bir ağacım var
Bana beden
Ne de çiçek açacak benden...
ikimiz için doğmayacak bir güneşi bekliyorum,
ve her zamankinden güçsüz sesim,
ellerim daha güçsüz, gözlerim daha kör.
kabul edememenin o dinmez çığlığı kulaklarımda ayrılığı,
ikimiz için doğmayacak bir güneşi bekliyorum,
gelmeyecek bir günü beklemek nedir bilir misin?
olmayacak bir şeyi ölümüne istemek?
peşinde koşan 'keşke'leri görmezden gelmek zorundalığı,
kafanın içinde dönüp duran 'onu ne çok seviyorum' çığlığı,
yazmamakta direten ellerinin, görmemekte ısrarcı gözlerinin ve,
tek bir yüze, tek tene, tek teline saçının,
gülümsemene, dokunuşuna, tek bir sözcüğe ağzından dökülen,
ve ben, bütün bunların acısında, sıska bir dal gibi eğilirken,
beni umursamayışının farkındalığı...
seni ne çok özledim diye bağırmak bazen geliyor içimden,
fakat şimdi değil, gündüz olması lazım, güneş lazım bize, gün lazım,
ikimiz için doğmayacak bir güneşi bekliyorum,
bir daha eskisi gibi olmayacak olan güneşi...
Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
Bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa
Bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem
Oysa ne kadar sakin sokaklar, bu kent ve bütün yeryüzü
ipince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne
Sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz
Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün.
yüzünün yarısı göz kadife yansımalı
bulutlu siyah ah bulutları eflatun
o boy aynasından çıktı fransızın malı
vişne asidi vardı tadında rujunun
ah sinema yıldızı filan olmalı
ağızlığı kristal son derece uzun
bir kibrit çakıldı mı ah yağmurluklu kız
alevinden anlamlı dumanlar üfürüyor
ah çocuk yüzünde gül goncası ağız
saçlarından incecik su tozu dökülüyor
sığınak gibi derin ağaçlar gibi yalnız
karartma başlamış ışıklar örtülüyor
ellerinde ruh gibi ah portakal kokusu
kırkmaları morsalkım göz kapakları saydam
çok vapurun battığı bir liman orospusu
bir hırsla öptüm ki ah ölürüm unutamam
ay ışığında deniz akordeon solosu
pırıl pırıl yaşadım üç dakika tastamam
görkemli çadırında italyan lunaparkın
sanki zeytin düşürür yerlere gözlerini
ah tahtına kurulmuş bol sakallı bir kadın
sutyenler tutmuyor çılgın göğüslerini
kaşları ip incesi kumral kirpikleri kalın
kim görse şaşırır sakalının süslerini
tavana asılmış sosyalist saçlarından
ah sabah sabah omuzları kan içinde
işkence sonrası genç bir kadın militan
yığınlar uğulduyor hummalı gençliğinde
adı bile çıkmamış dudaklarından
doğru yaşadığının sımsıkı bilincinde ...
Kuşkusuz neyzen tevfiğin dizeleridir ancak sanatçının değeri ülkemizde bilinmemektedir. Bu gerçeğe sanatçının 2 tane küfürlü dizesinin sözlüğe yazılmasıyla sonraki 2 dk da 5 tane eksi yenilmesiyle ulaşılmaktadır.
Aşağıdaki şiir "varlık mı bilinci belirler, bilinç mi varlığı belirler" Tartışmalarından sonra Nazım Hikmet tarafından Peyami Safa'ya yazılmıştır.
Madem kendi fikrindir yüzen gemi,
Madem ki kendi fikrindir umman,
Ne senden evvel kimse mevcut,
Ne senden sonra kainat baki,
Lakin ey kara meyhanelerin sarhoş papazı!
Senin dışında değil miydi, kıllı kollarında kıvranan meyhanecinin kızı.
Yoksa kendi altında sen kendinle mi yattın.
Diyelim ki senden evvel baban yok, isa gibi,
Peki bacaklarının arasından çıktığın Meryem gibi bir ananda mı yok?
Çok yalan söylemişsin çok.
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!
yine gel, yine gel, her ne olursan ol yine gel
ister kafir, ateşe tapan, putperest
ol yine gel..!
bizim bu dergahımız ümitsizlik dergahı değildir yüz defa tövbeni bozmuş olsun
da yine gel
Bacımın örtüsü batmakta rezilin gözüne,
Acırım tükrüğe billahi tükürsem yüzüne..
Medeniyet dediğin soymaksa bedeni,
Desene hayvanlar bizden daha medeni..
(uuu çok sert) MEHMET AKiF
neylersin ölüm herkesin başında,
uyudun uyanamadın olacak.
kim bilir nerde nasıl kaç yaşında?
bir namazlık saltanatın olacak
taht misali o musalla taşında.