bugün

kadın bacakları

Her ayağın bastığı yerde sanki kalbim var,
kalbim ki vahşi bir zevk alır ezilişinden.
ömrümün geçtiği yolda bana sorsalar,
gidiyorum bir kadın bacağının peşinden.

Bir kadının içinden ağlayışı, gülüşü,
gözlerinden ziyade bacaklarına yakın,
bir lisandır onların duruşu, bükülüşü,
kadınlar! onlar varken konuşmayınız sakın.

Ince sütunlardaki ilahi güzelliğe
bacakların ruhudur şekil veren diyorum
bacakları bir kalın örtüde saklı diye
mermerde kalbi çarpan venüs’ü sevmiyorum.

Boynuma doladığın güzel putu görseler
insanlar öğrenirdi neye tapacağını.
kör olsam da açılır gözüm, ona sürseler
isa’nın eli diye, bir kadın bacağını.

Necip Fazıl Kısakürek
-Ah ulan rıza-

Neden halâ gelmedi, yoksa
Saati mi şaşırdı bu hıyar?
Gerçi hiç saati olmadı ama
En azından birine sorar.Cebimde bir lira desen yok,
Madara olduk meyhaneye!
Ah eşşek kafam benim,
Nasıl da güvendim bu hergeleye! Gelse, balığa çıkacaktık,
Ne çekersek kızartıp birayla yutacaktık.
Kafamız tam olunca, şarkılar döktürüp
Enteresan hayâllere dalacaktık. Bu sandalı geçen hafta denk getirip
Çalıntıdan düşürdük.
Arkadaşlar ısrar etti,
Biz de, iyi olur, bize uyar diye düşündük. Saat sekizde gelecekti,
Bana birkaç milyon borç verecekti.
Yoksa o nemrut karısı kaçtı da
Onun peşinden mi gitti? Eğer öyleyse yandık,
Gudubet gene yaptı yapacağını!
Geçen sene de merdivenden itip
Kırmıştı Rıza'nın bacağını. Abi, kadında boy şu kadar;
Kalça fırıldak, göz patlak, kafa çatlak!
Korkuyorum, bir gün ya kendini asacak,
Ya horlarken Rıza'yı boğacak! Bak, şimdi acıdım, aşkolsun adama,
Ben olsam, vallahi baş edemem! ..
Hele beş tane velet var ki boy-boy,
Allah'tan düşmanıma dilemem! Aslında iyi çocuktur Rıza, efendi huyludur,
Herkesin suyuna gider.
Yoksa, kalıba vursan hani,
Tek başına on tane adam eder! Bir keresinde, hiç unutmam
Üç-beş zibidi haraca dadandı;
Rıza, sandalyeyi kaptığı gibi
Herifleri hastaneye kadar kovaladı! Aynı mahallede büyüdük, aynı kızları sevdik,
Aynı kafadaydık.
Orta ikiden bıraktık, matematik ağır geliyordu,
Biz, başka havadaydık. Aynı gömleği giyer, aynı sigaraya takılır,
Aynı takımı tutardık.
Fener'in her maçına iddialaşıp
Millete az mı yemek ısmarladık! .. Bir tek askerde ayrıldık,
Bana Bornova düştü, ona Gelibolu.
Döner dönmez evlendirdiler,
En büyük salaklığı da bu oldu! .. Bense hiç düşünmedim, zaten param yoktu.
Hep tek tabanca gezdim.
Benim beğendiğimi anam istemedi,
Onun gösterdiğini ben sevmedim. Neyse, bunlar derin mevzu...
Anlaşıldı, bu herif artık gelmeyecek.
Ufaktan yol alayım
Anam evde yalnız, şimdi merağından ölecek! .. Gittim, vurup kafayı yattım;
Rüyamda gördüm, gülümseyerek geldiğini.
Ne bilirdim, yolda kamyon çarpıp
Hastaneye kavuşmadan can verdiğini! .. Vay be Rıza! ..
Sonunda sen de düşüp gittin Azrail'in peşine!
Dün, boşuna günahını almışım,
Ne olur, kızma bu kardeşine! Öğlen kahvede söylediler, Rıza öldü, dediler
Ne kolay söylediler!
Sanki dev bir taş ocağını
Kökünden dinamitleyip üstüme devirdiler! Ah dostum... o kocaman gövdene
O beyaz kefeni nasıl kıyıp giydirdiler?
O zalim tabutun tahtalarını
Senin üstüne nasıl böyle çivilediler? Yani sen şimdi gittin, yani yoksun,
Yani bir daha olmayacak mısın?
Yani bir daha borç vermeyecek,
Bir daha bira ısmarlamayacak mısın? Peki, beni kim kızdıracak,
Kim zar tutacak, kim ağzını şapırdatacak?
Peki, beni bu köhne dünyada
Senin anladığın kadar kim anlayacak? Ulan Rıza... ne hayâllerimiz vardı oysa,
Ne acayip şeyler yapacaktık...
Totoyu bulunca dükkân açacak,
Adını Dostlar Meyhanesi koyacaktık. Talih yüzümüze gülecekti be! ..
Karıyı boşayıp sıfır mersedes alacaktık.
Hafta sonu iki yavru kapıp
Boğaz yolunda o biçim fiyaka atacaktık! Ah ulan Rıza... bu mahallenin,
Nesini beğenmedin de öte yere taşındın?
Ara sıra gıcıklaşırdın ama inan ki,
Benim en kıral arkadaşımdın! .. Ah ulan Rıza... ben şimdi,
Bu koca deryada tek başıma ne halt ederim?
Senden ayrılacağımı sanma,
Bir kaç güne kalmaz, ben de gelirim! ..

Yusuf hayaloğlu
"günün aydın, akşamın iyi olsun" diyen biri olmalı.
bir telefon çalmalı ara sıra da olsa kulağımda.
yoksa, zor değil, hiç zor değil,
demli çayı bardakta karıştırıp,
bir başına yudumlamak doyasıya.
ama "çay'a kaç şeker alırsın?"
diye soran bir ses olmalı ya ara sıra.

can yücel.
Ben senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
iyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin..
Fedakârlığımı anlıyorsun
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar..

Nazım Hikmet Ran
Tayfalar sık sık yakalar, iş olsun diye,
Koca deniz kuşlarını, albatrosları,
Keskin çukurlar üstünden kayan gemiye
Eşlik eden o kaygı bilmez dostları.

Ama bırakıldılar mı güvertelere,
O gök kralları ne sünepe, ne sarsak
Seriverir koca kanatlarını yere,
Yanlarında sürünen kürekler gibi, ak.

O kanatlı yolcu ne miskin, ne sümsüktür!
Ne çirkin, ne gülünçtür o güzel kuş şimdi!
Topallar kimi, uçan sakata öykünür,
Bir pipoyla gagasını dürtükler kimi!

O bulutlar prensine benzer Ozan da,
Fırtınayla senlibenli, yaylara gülen;
Yere sürülmüştür yuhalar arasında,
Yürüyemez devce kanatları yüzünden.

ALBATROS - CHARLES BAUDELAIRE
Belki de bu başlığa daha öncede aynısını yazmışımdir...

Sabret sevgilim, her şey düzelecek
Ben daha iyi bir insan olacağım
Akşamları evimize vaktinde geleceğim
Ağaçlar ve çiçekler içinde
Kutu gibi bir evimiz olacak

Ekmek derdi, kömür derdi bilmeyeceğiz
Sabırlı ol bu kara günler geçecek
Karanlıklar korkutamayacak bizi
Rüzgâr üşütemeyecek
Sabırlı ol sevgilim
Ölüm her şeyi düzeltecek.

Ümit Yaşar Oğuzcan
Lâle

Ellerimle soydum seni
Taç yapraklarını açması gibi
Nar gibi diş dişti tazeliğin.

Ah şakıyan ormanı solukların,
Öpüşün, bakışın yüreği,
Soran diri sessizliğinde.

isteğinin damı uçmuştu göğe,
Uğultulu sarı kelebeklerdi,
Dört bir yanından boşalışın.

Bağladım seni dişlerimle
Doymak bilmez bir ipek böceği gibi,
Ay gibi yarıktı kırmızılığın

iki dilim lâle döşekte.

Melih Cevdet Anday
Dönülmez akşamın ufkundayız.Vakit çok geç;
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç!
Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,
Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.
Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan
Geçince başlayacak bitmeyen sükunlu gece.
Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince,
Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül!
Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül.


Yahya Kemal BEYATLI
görsel
Hasretinden prangalar eskittim böyle gecelerde.
Bir gökyüzü oluşturdum biz olabilmek için
içinde benim acılarım senin hayallerin var
Bir gökyüzü oluşturdum biz olabilmek için
içinde benim kalbim senin ‘aşkın’ var
Bir gökyüzü oluşturdum bizim için
içinde benim ölümüm senin mutluluğun var.

sevdiğim insanın beni reddedeceğini bilip ona yazdığım bu şiirle sevdiğimi söylemiştim.
“kırçıl kıpırtılarla dolu ağzım

adım azgın, kamçılı nehirlere verilsin

hayatta çünkü hep, akmak halinde vardım

hayatı hıncın mükemmel terazisiyle tarttım

sarı sanrılarla yıkadım yüzümü

kendime kelimelerden binalar yaptım”
Ya zamanından çok erken gelirim
Dünyaya geldiğim gibi!
Ya zamanından çok geç
Seni bu yaşta sevdiğim gibi.

Mutluluğa hep geç kalırım.
Hep erken giderim mutsuzluğa.
Ya her şey bitmiştir çoktan,
Ya hiçbir şey başlamamış.

Öyle bir zamanına geldim ki yaşamın
Ölüme erken,sevgiye geç
Yine gecikmişim bağışla sevgilim,
Sevgiye on kala ölüme beş!

Söz verdiğimiz yerde buluştuk!
söz verdiğimiz zamanda değil!
ben yirmi yıl erken gelip bekledim!
sen geldin yirmi yıl geç!
ben seni beklemekten yaşlıyım! sense beklettiğin için genç!

Aziz Nesin.
Hazır mısın?
Dokunmaya ateş gibi tenime.
Kaç yanardağda pişirdim ben onu,
Kaç çöl ateşinde kuruttum,
Dokun hadi
Dokunmadan sıcaklığını anlayamazsın ki!...

Hazır mısın?
Bakmaya arzu dolu gözlerime.
Ne gözler eridi bakışlarımda,
Ne sözler düğümlendi boğazlarda,
Anla hadi,
Anlamazsan arzularım uyanmaz ki!...

Hazır mısın?
Yakalım tüm geceleri.
Güneşler doğmasın üzerimize,
Saralım bedenleri birbirine,
Öpüşmekten dudakları kavuralım,
Okşamaktan elleri yoralım,
Okyanuslarda şehveti yüzdürelim,
Hazır mısın?
Birlikte doruklara çıkalım…

Harun Kilci
“Çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından
Dudaklarımda eski bir mektep türküsü
Karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim
Gözlerim gözlerini arıyor durmadan
Nerdesin?”

Atilla ilhan
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içine ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
Afrika dahil.
Bir gün olur, elbette eski beğler dirilir;
Yine kılıç kuşanır tarihteki paşalar.
Yine şanlar alınıp nice canlar verilir,
Yiğit akınımızdan yine dünya şaşalar.

“Türk tarihi” denen kahramanlık şiirini
Yeniden yazmak için harcayacağın kandır.
Mısraların içinde en güzel ve derini
Batıda “Niğbolu””, doğuda “Çaldıran”dır.

Yine batılıların üçüncü Kosova’da
Topraklara sereriz, bir değil, birkaçını.
Çekilince kılıçlar yeniden Haçova’da
Param parça ederiz Cermenliğin haçını.

Yine ufka açılır şanlı korsanlarımız,
Bir Türk gölü yaparlar Akdeniz’in içini.
Acı acı gülerek bu gün susanlarımız.
Yarın rezil ederler Romalı’nın piçini.

Genç Fatih’in ordusu yine tekbir alınca
Söndürürüz kafirin Meryem Ana mumunu.
Haritadan sileriz Tuna’ya at salınca
Ulah’ını, Sırb’ını, Bulgar’ını, Rum’unu.

Gövdesini elbette döndürürüz kalbura
Bir geçerse Moskof’un elimize yakası.
Çanakkale önünde yine kopar bir bora
Süngümüzle bozulur ingiliz’in cakası...

Yiğit Harbiyeliler! Öğrenin dersinizi:
Kahraman göz kırpmadan düşmana saldırandır.
Vazifeniz: Kanije, Silistire, Pilevne,
Niğbolu, Kosova, Malazgirt, Çaldıran’dır.

Yarın Yavuz dirilip bize buyruk verince
Kızgın kum çöllerini yeni baştan aşarız.
Kanlarımız sebildir; akıtarak hepsini
Belirsiz mezarlarda anılmadan yaşarız... -Atsız
gece kollarını uzatmış
ama ben değemem.
gözlerin uzlaştığı yerler
ne toprağın altında
ne de adımlamakta gündüzü.
ışık vurmakta binlerce yılın yorgunluğuna
senin, benim oturduğum yerler
o bıkkınlığın altında.
siyah saç tellerinin kaderine örülmüş
bu vakit
lakin gecenin kaç kez çıktığını bilmez bu gönül.
biliyorum sana giden yollar kapalı
üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni

ne kadar yakından ve arada uçurum;
insanlar, evler, aramızda duvarlar gibi

uyandım uyandım, hep seni düşündüm
yalnız seni, yalnız senin gözlerini

sen bayan nihayet, sen ölümüm kalımım
ben artık adam olmam bu derde düşeli

şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki

anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği

kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
hangi şarkıyı duysam, bizimçin söylenmiş sanki

tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini

çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri

rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
bu böyle pek de kolay değil gerçi...

alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
bunun verdiği mutluluk da az değil ki

çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki

inan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:

bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
yalvarırım onu okuma çarşamba günleri
Çekilmez bir adam oldum yine
Uykusuz, aksi, lanet
Bir bakıyorsun ki ana avrat söver gibi
Azgın bir hayvan döver gibi
O gün çalışıyorum
Sonra birde bakıyorsun ki
Ağzımda sönük bir cigara gibi tembel bir türkü
Sabahtan akşama kadar sırt üstü yatıyorum ertesi gün
Ve beni çileden çıkarıyor büsbütün
Kendime karşı duyduğum nefret ve merhamet
Çekilmez bir adam oldum yine
Uykusuz, aksi, lanet
Yine her seferki gibi haksızım
Sebep yok olması da imkansız
Bu yaptığım iş ayıp rezalet
Fakat elimde değil
Seni kıskanıyorum...
çok zaman sonra oturup
bir fincan kahve içebilmeli insan
eski sevgilisiyle
geride bunu bırakabilmeli
yalnız ya da birlikte çekip giderken bir ilişkiden

her şey dün gibiyken
yıllar geçti
uzakta birbirimizden

cam kenarına oturduğum masadan
yüzüme sokağı vuran tülün gölgesinde
düşünüyorum:
yavaş yavaş anıların da terk ediyor beni
git gide azalıyor
günün birinde
birlikte
bir fincan kahve içebilmenin
sadakati
hayali

neden mümkün olmuyor
ayrılmak
yok pahasına tüketmeden her şeyi

garbage'ın şarkısı:
"cup of coffee"
benim yıllar önce aşkımıza verdiğim
söz gibi, hayal:
yıllar sonra insanın eski sevgilisiyle
hüzün, şefkat ve incelikle bir fincan kahve içebilmesi

neden yıllar sonra bir araya getiremiyor bizi
hüzün, şefkat, incelik ve bir fincan kahve
yalnızca bu kadarına azalmışken
bir zamanlar yaşanan
o büyük aşkın ikindisi

fincanın üzerinden birbirimize bakarken
ikimiz de biliyoruz giden gitti
daha kapıda ayrılacak yollarımız
buluştuğumuz kafeden
kendi hayatlarımıza dağılırken
yine de birbirimizden hatırladıklarımıza değmez mi
o bir fincan kahve
ağzımızda yıllardır zehir zemberek bekleyen

ya da boş ver, en iyisi
garbage dinleyelim ikimiz de
kahvelerimizi içerken kendi evlerimizde.

(bkz: murathan mungan)
YAŞAMAYA DAiR

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.

Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.

Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak…

Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
“Yaşadım” diyebilmen için…

Nazım HiKMET
ŞEHVETiN ŞERRi

Kını yakut süslü
kör hançerler
kıran kırana rakseder
bir ķörpenin koynunda
Sessiz çığlıklar yırtar geceyi
esaretin sonunda
Sehvetin şerri saltanat kurmuş
gün görmemiş masum tenine
Şafak sökmeden
Kadılar toplanıp karar alır
Ağzı süt kokan sübyan ölümüne
Sorgusuz
süalsiz
Prangalar vurulur peltek diline
Daha ölçüsü alınmadan
yakasız köynek biçilmiştir bile
Namus geri ile kirlenen değersiz bedenine
Hak mış hukuk muş kimin neyine
idam sehbası hazırlanır
özene bezene
Dört elden bindirirler
dört elli ayaksız at’a
Namus kolyesi takılıdır gerdanında
Bir an önce yağlı urgan geçirilir
kıldan ince boynuna
Milyonlarca gözün önünde
Mektepli, medreseli celladlar
hep birlikte vurur
Yumruğu kadar yüreğinin idam sehbasına

Nafize
Bir de sen koynumda yatıyorsun..
Güzelsin, güzelliğin mutlak amenna.
Kızlığın masanın üstünde,
Kocana saklıyorsun.

Oysa koca da ne, benim kollarım var.
Soy bir portakal, yedir bana dilim dilim
Ben Uzunminareliyimdir doğma büyüme,
Ne yapıp yapıp denizi görmek isterim.
seviyorum seni
ekmeği tuza banıp yer gibi
geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi
ağır posta paketini -neyin nesi belirsiz-
telaşlı sevinçli kuşkulu açar gibi
seviyorum seni
denizi uçakla ilk defa geçer gibi
istanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldanan birşeyler gibi
seviyorum seni
"yaşıyoruz çok şükür!" der gibi
Aşkın uzunuymuş ihanet
Boynuma dolanan gecikmiş takvim
Akrep aşksa, ihanettir yelkovan
Zembereği bozar bu uzun mevsim
Akrebin oturduğu saatti ada
Gül kokan vakitlere inanılır orada
Dizeler yelkovana demet demet tutunur
Tik-tak'ların arkasında kırkıncı oda
Gelirdi kırmızı iplikleri sökme zamanı
Ve kırmızı noktalı boşluklara sormanın
ihaneti kaç geçiyor?
Yanıltıcı yanıtlar aramıyorum
Tüm bildiğim; kuyuya inmişliğim
Miş'li geçmiş bir dönem, şiirle yaşlananlar
Geniş zamanlara ustalıkla sarkıyor
ihaneti hiçbir saat göstermiyor
Sığamadın kadrana, silecek zaman
Uzun ve soğuk gövdeni alıp eline
Asılarak boynundan paslı çengele
Buzhanede yeni evler edin
Ruhun olmayacak artık, yalnızca etin
Hangi dize benim kadar yol alır bir şiire
Ayrılır kafiyesinden hiçliği yeğleyerek
Benim kadar şiire, hangi bahçe yol verir
Zamanların acıttığı bilinirken üstelik

Ada Küstü / H. Deniz Ünal
güncel Önemli Başlıklar