eskisi kadar özlemiyorum seni ve ağlamıyorum olduk olmadık zamanlarda.
adının geçtiği cümlelerde gözlerim dolmuyor.
yokluğunun takvimini tutmuyorum artık.
biraz yorgunum,biraz kırgın,biraz da kirletti sensizlik beni...
nasıl iyi olunur henüz öğrenemedim amaiyiyim"ler yamaladım dilime.
tedirginim aslında, seni unutuyor olmak,hafızamı milyon kez zorlamama rağmen yüzünü hatırlayamamak korkutuyor beni.
gel diye beklemiyorum artık,hatta istemiyorum gelmeni.
nasıl olduğun konusunda ufacık bir merak yok içimde.
ara sıra geliyorsun aklıma, banane diyorumbenim derdim yeter bana, banane!alıştım mı yokluğuna?
vaz mı geçiyorum, varlığından?
tedirginim aslında,ya başkasını seversem?
inan o zaman seni hayatım boyunca affetmem.
Hep bu ayak sesleri, hep bu ayak sesleri,
Dolaşıyor dışarıda, gün batışından beri,
Bu sesler dokunuyor en ağrıyan yerime,
Bir eski çıban gibi işliyor içerime,
Ey şimdi kara haber gibi bana yaklaşan,
Sonra saadet olup yanımdan uzaklaşan,
Sesler, ayak sesleri kesilmez çıtırdılar!
Bana gelen müjdeyi galiba caydırdılar,
Böyle adım atarlar, ayrılanlar eşinden,
Böyle yürür, gidenler, bir tabutun peşinden,
Kimsesiz gecelerim, bu kesik sesle doldu,
Artık, atan kalbimde bir ayak sesi oldu
Bir gün, sönük göğsüme düştüğü vakit başım
Benden ayrılıyormuş gibi bir can yoldaşım,
Gittikçe uzaklaşan bu sesi duya duya,
Yavaşça dalacağım, o kalkılmaz uykuya
bunca yıl çığlıklar koşturulmuş bu yolda
deli taylar gibi ter içinde çığlıklar
savrulan bir yanlışa vurulmak için mi
yoksa dağları yırta yırta yürüyen
bir ırmak diliyle durulmak için mi
gözler yangın şimdi-ufuklar duman
dünya değişiyor-masalı koca bir yalan
tam kırk yıl bulandırdılar suları
nilüferleri dağlara taşıdılar
kekikleri çaylara
uğrun uğrun-ince ince-gizlice
ve sinsice yürüdüler karanlıklara
pınarbaşlarında yarpuzlar utandı
ormanda köknarlar
sonra leylak düşmanı bir akşam vakti
dünyanın değiştiğini buyurdular
ihaneti kanlı bir gelinlik içinde
yeryüzünün yatağında doyurdular
durduk düşündük sularla birlikte
dağlarla - ormanlarla - bulutlarla birlikte
durduk düşündük
nergislerle - nevruzlarla - güllerle birlikte
yok olan hiçbir çiçek yoktu yeryüzünde
durduk düşündük
martılarla - turnalarla - güvercinlerle birlikte
yok olan hiçbir güzellik yoktu yeryüzünde
durduk düşündük
nehirlerle - denizlerle - okyanuslarla birlikte
yok olan hiçbir dalga yoktu yeryüzünde
tamda yunuslar sevişirken arşipel'de
tamda gökkuşağı sevinleşirken
özlenen renkler siliniyor dediler
tamda insanın insanlığına çeyrek kala
yarım metrelik cam bir savaş alanıyla
çıktılar karşımıza teknoloji yalanıyla
gözler yangın şimdi ufuklar duman
dünya değişiyor masalı koca bir yalan
çocuklar ölürken bütün ülkelerde
ey koca nazım
ey ustamın ustam dediği
milyonlar içindeki vatansız yalnızım
çocuklar güldü demiştin o büyük ülkede
gel de gör şimdi
o yüzlerde büyümüş yarınsız öfkeyi
gel de gör
gece gelen telgraftaki yüce değerin
nasıl bir körlüğe kurban verildiğini
yureklerde yükselen son anıtında
gel de gör nasıl yerlere serildiğini
sonrası vurgun soygun ve talan
sonrası gözyaşı ve kan
çaykovski harlemde bir tepinme
tolstoy sütyen boşluklarında pembe dizi
mayakovski bir papaz duası belki
puşkin çarlık özlemlerinin şiirsel gizi
gözler yangın şimdi ufuklar duman
dünya değişiyor masalı koca bir yalan
ne olur tunçtandı demirdendi demeseydin
bir tabuttan korkan o şaire gönül vermeseydin
neruda'nin şili kasımpatılarını
hasan hüseyin'in kırmızı gül dallarını
howard fast'in fırtına sonrası çığlıklarını
ölmeden önce mezarının başına koysaydın
burcu burcu koksaydın
dünya değişiyor masalına kahkalar atsaydın
son anda sokup ellerini kanayan kalbine
çocuk yüzlü yepyeni bir şiir çıkarsaydın
nasıl da severim seni
hiroşimalı bir kızın yaprak dudaklarında
işçi tulumuyla istanbul da taksim alanında
ve 1960 yazında küba da nasıl da severim
al şimdi ellerimi
yattığın o büyük ülkenin topraklarına uzat
yanar parmaklarım yanar
ne şolohovlar ne de gorkiler var
yalnızca seni o topraklarda tutsak edenler
ve memedin özlemiyle oraya gömenler var
yanardağlar mı patlıyor bilemiyorum
denizlerle karalar yer değiştiriyor
dinazorlar mı gocuyor yoksa
bir yanım tırpan yine-bir yanım gül bahçesi
bir yanım soygun yine-bir yanım ter ezgisi
söyler misin ey ustaların ustası
nedir bu değişmenin yarınsız sonrası
şimdi senin ceviz yaprağı kıvıl kıvıl ülkende
kimi dünya değişiyor masalının halinde
ki orta asyanın kımız tadı hala dilinde
kimi zonguldak madenlerinde
paşabahçede ve çukobirlikte
yurtiçi kargoda ve toros gübrede
direnen bütün yüreklerle birlikte
kimi dort bin yıllık güneş peşinde
adının özgürlüğü için döğüşmekte
değişen nedir söyler misin
alınterinin nehirleştiği bu yaşam içinde
bir tren penceresinde saman sarısı saçlar
rüzgarın yelesinde nasıl ülkeden ülkeye
beyinden yureğe nasıl fırtınalarla koşar
o büyük coşkular
o sonsuz duygular
uzansam her teline şimdi ellerim yanar
her biri beş dolara bir masadan uçar
bir başka masaya konar
seninse bu körkütük gidiş içinde
insanlık adına yüreğin bir başka kanar
dikersin gözlerini masmavi yarınlara
insanlığın insanca yaşamını özlersin
ve söylenirsin kendi kendine
çağının tanığı her şair gibi sen de
ne açlık ne zulüm ne de kan
ancak biz kazandığımız zaman
ve bütün insanlık insanca yaşadığı zaman.
tanrı'yla aynı fikirde değilim
intihar edenlerin
cehenneme gideceği konusunda.
kainatın yaratılışına
katılmaktan bıktığında ruhum,
intihar edeceğim ben de
denenmemiş bir yolla.
nerdeyse bütün akıllı kalpler
intihar edip siktir çekmiş yeryüzüne.
ben ateist değilim, babasıymış gibi
tanrı'ya küsen bir çocuğum.
eğer tanrı intihar edenleri ve nietzsche'yi
cehenneme gönderirse
cehennemde yanmayı tercih ederim ben de,
tanrı dürüstlüğü sever.
tanrı'nın hayal gücünü beğenmiyorum.
ben tanrı olsam
peygamberler göndermez
direkt konuşurdum insanlarla.
ben tanrı olsam
hitler'i iyi kalpli bir yahudi olmakla cezalandırırdım,
yahut yetenekli bir yazar yapardım onu.
içindeki kötülüğü insanlara değil
tuvallere boşaltırdı
ben tanrı olsam
devletler yok olur
gül kokulu bireyler var olurdu sadece,
atlar çılgın zamanlar koşardı.
ben tanrı olsam
düşünce gücüyle herkesin
istediği karakter olmasını sağlardım,
dünya bir şiirin
yaratılım sürecine dönüşürdü böylece.
ben tanrı olsam intihar ederdim
insanlarla birlikte
acı çekmeyi öğrenemediğim için.
Hiç, bir insanı unutmak,
bir insandan vazgeçmek,
bir insanı hayatından sonsuza kadar çıkartmak zorunda
kaldın mı hiç?
Hani ölmüş gibi,
...hani uzatsan da elini tutamayacağını bilmek gibi,
her an kapından içeri gülümseyerek gireceğini bekleyip
ama aslında hiç gelemeyeceğini de bilmen gibi.
Ne zor şey değil mi ölmediğini bilmek,
ama ölmüş gibi ulaşılmaz olması artık o insanın sana,
ne kadar katlanılmaz bir gerçek değil mi
sen hala bu kadar sevgili iken?
Özlemek,
bu kadar özlemek,
etini kemiğini yakarcasına özlemek
çok kötü değil mi?
Bu kadar özleyip onu görememek,
ona dokunamamak,
onu işitememek,
artik sonunun Pi hali değil mi? Biliyorsun değil mi?
Ne kadar umutsuz bir arayıştır o,
kalabalık caddede geçen binlerce yüze bakmak
belki bir kez daha görebilmek için o yüzü,
belki biraz önce geçti bu kaldırımdan diye düşünmek,
belki şu an arkamda yürüyen insanların içinde bir yerde demek,
belki şu an üzerimdedir gözleri diye paranoyalar yaşamak,
ne zordur değil mi?
Ne kadar eritir insanı farketmeden.
Sen de biliyorsun değil mi bunları?
Bir sinema koltuğunda sen de iki kişi gibi oturdun mu hiç?
Hiç iki kişi gibi zevk aldın mı bir konserden yalnız başına?
Güzel bir kafe keşfettiğinde,
güzel bir film seyrettiğinde,
güzel bir şarkı dinlediğinde,
güzellikleri oranında eksik kaldıklarını hissettin mi
paylaşamadığın için onunla.
Bir barın kalabalığında hiç yarım vücudunla sallandın mı ortada?
Hiç iki kişilik beyninle yarım insan olabildin mi?
Baktığında aynana sadece yüzünün bir yarısını gördüğün
oldu mu hiç?
Sana hayatındaki en büyük yoksunluğu yaşatandan
nefret edemediğin zamanlar oldu mu hiç?
Gözünün içine baka baka kolunu, bacağını kesen bir insanın yüzüne
sevgi dolu bir gülümseme ile bakabildiğin zamanlar
oldu mu hiç?
Hayatta inandığın bütün değerlerini altüst eden birisine
aşk şiirleri yazabildin mi?
Onu içinde korumanın seni yok etmek olduğu zamanlara
feda oldun mu hiç?
içinde ağlayan çocuğa umut şarkıları söyleyemediğin,
özlemini,
susuzluğunu,
açlığını gideremediğin zamanlar oldu mu hiç?
Kanayan yarasını gördüğün,
ama merhem olamadığın zamanlar.
Gücünün,
hani o tanrısal gücünün,
bir çocuğun ağlamasını susturamayacak kadar olduğunu
gördüğün zamanlar
oldu mu hiç?
Hiiiiiiiç
Hiiç
hiç
bir hiç
ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili
telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili..
kulak verin sözlerime iyice,
herkes öldürebilir sevdiğini
kimi bir bakışıyla yapar bunu,
kimi dalkavukça sözlerle,
korkaklar öpücük ile öldürür,
yürekliler kılıç darbeleriyle!
kimi gençken öldürür sevdiğini
kimileri yaşlı iken öldürür;
şehvetli ellerle öldürür kimi
kimi altından ellerle öldürür;
merhametli kişi bıçak kullanır
çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.
kimi aşk kısadır, kimi uzundur,
kimi satar kimi de satın alır;
kimi gözyaşı döker öldürürken,
kimi kılı kıpırdamadan öldürür;
herkes öldürebilir sevdiğini
ama herkes öldürdü diye ölmez.
Sevmeyi bilmeyen adamlar var şehrimde...
Oysa çok sevilmişler onlar hiç sevmeden!
ve gurur duymuşlar bununla.
bir zamanlar "seviyorum" dedikleri duymuş söylediklerini, bükmüş boynunu "Allah büyük" demiş.
Bir gün; yeterince büyüdüğünde o adamlar, yeterince acı ateş yandığında içlerinde anlayacaklar.
sevmeyi bilmeyen adamlar var şehrimde...
her şey müstehakken onlara boynu bükük bir duayla anılıp,
o duanın hürmetine ayakta kalmışlar.
Hasbahçesinde ömrün yakın olmaz bana gül
Bîzârım ümidime kurulan her tuzaktan
Tutuştu o lâcivert hayâle düşen kâkûl
Bakanlar baktı sana; ben uzaktan uzaktan
Yandı birden korkuyla gözlerine uçan kuş
Bulutlar aynalara seni sordu ıraktan
Deniz sanki isyankâr bir rüyada boğulmuş
Nehirler aktı sana; ben uzaktan uzaktan
Peşimde her âşığın gölgesini taşırım
Alırım esrârını her devin bir dudaktan
Dağda haramilerle, kurtlarla ağlaşırım
Gökler sıcaktı sana; ben uzaktan uzaktan
Nerede bu çileyi çekenlerin tarihi
Kalbimin enkazına kan akıyor duvaktan
Çölde kalan ruhların bile döndü talihi
Türküler yaktı sana; ben uzaktan uzaktan
En kâvi diken dahi murâd alır bağında
Bırakıp derde beni, kurtulursun firâktan
Gece- gündüz esridin bir kaktüs yaprağında
Gelmem yasaktı sana; ben uzaktan uzaktan
Simsiyah bir kıyamet tohumu filizlenir
Mezarıma isminle atacağın topraktan
Acılar sanki neden bu sevdada gizlenir
içim tutsaktı sana; ben uzaktan uzaktan.
dicekler ki,
ben öldükten sonra:
o yalnız şiir yazardı
ve yağmurlu gecelerde
elleri cebinde gezerdi
yazık diyecek hatıra defterimi okuyan
ne talihsiz adammış
imanı gevremiş parasızlıktan.
O sahibinin sesi gramofonlarda çalınan şey
incecik melankolisiymiş yalnızlığının
intihar karası bir faytona binmiş geçerken ablam
caddelerinden ölümler aşkı pera'nın
Esrikmiş herhal bahçe bahçe çiçekleri olan ablam
çiçeksiz bir çiçekçi dükkanının önünde durmuş
tüllere sarılmış mor bir karadağ tabancasıyla
zakkum fotoğrafları varmış cezayir menekşeleri camekânda
Ben ki son üç gecedir intihar etmedim hiç, bilemem
intihar karası bir faytonun ağışı göğe atlarıyla birlikte
cezayir menekşelerini seçip satın alışından olabilir mi ablamın.
Sen benim gözümde bir hiçsin artık,
Nefretim aşkımı aştı bu gece
Bugün ki sözlerin söz müydü artık
Son sözün sabrımı aştı bu gece
Kolayca bitsin bu diyemedin de
Salladın savurdun basiretsizce
Hiç mi ders almadın onca gezdik de
Yağmurun rahmeti aştı bu gece
Yürümeyen neydi,ilişkimiz mi?
Günüm sensiz bomboş deyişimiz mi?
Sensiz yaşayamam çelişkimiz mi?
Yalanın doğrunu aştı bu gece
Evlenmek hayali kapımda idi
Giriş kat evimin boyası yeni
Mobilyan,takımın, alınmış idi
Vuslatım tadını aştı bu gece
Yemedim yedirdim ne varsa sana
Üç kuruşum olsa verirdim daha
Memurdum yoksuldum hatırlasana
Hafızam haddini aştı bu gece
Ayakların donmuş,üşümüştün de
Gece yatamamış üzülmüştüm de
Bir ay oruç tutup yememiştim de
O çizmen boyunu aştı bu gece
Yapılan söylenmez, gelmezmiş dile
Allahtan beklenir kul bilmese de
Kızgınlığım buna, sebep ise de
Sabrım miadını aştı bu gece
Onca gez toz benle,seviyorum de
Sonra git nişanlan bir de ona de
Şerefsizlik değil, nedir bu söyle
Küfrüm edebimi aştı bu gece
Sana son bir sözüm, nasihatım var
Aldığım ahlakla bir terbiyem var
Seni doğurana ana deyip geçmek var
Saygım adabımı tuttu bu gece
Gönlümün romanı bitti bu gece
Hangisine yansam şimdi gün gece
Ömrümden beş yıl gitti bu gece
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.
o şimdi, ne yapıyor?
şu anda, şimdi, şimdi?
evde mi, sokakta mı,
çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
kolunu kaldırmış olabilir,
"hey gülüm, beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi... "
o şimdi ne yapıyor,
şu anda, şimdi, şimdi?
belki dizinde bir kedi yavrusu var, okşuyor.
belki de yürüyordur, adımını atmak üzeredir,
"her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren sevgili, canımın içi ayaklar! "
ve ne düşünüyor, beni mi?
yoksa, ne bileyim, fasulyenin neden bir türlü pişmediğini mi?
yahut, insanların çoğunun neden böyle bedbaht olduğunu mu?
o şimdi ne düşünüyor,
şu anda, şimdi, şimdi?