Uykuların kaçar geceleri, bir türlü sabah olmayı bilmez.
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya,
Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında
Ne çarşaf halden anlar ne yastık.
Girmez pencerelerden beklediğin o aydınlık.
Onun unutamadığın hayali,
Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine.
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu.
Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin.
Gün gelir de sesini bir kerecik duyabilmek için,
Vurursun başını soğuk taş duvarlara.
Büyür gitgide incinmişliğin kırılmışlığın.
Duyarsın,
Ta derinden acısını, çaresiz kalmışlığın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin.
Niçin yaratıldığını.
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini.
Uzun uzun seyredersin aynalarda güzelliğini.
Boşuna geçip giden günlerine yanarsın.
Dolar gözlerin, için burkulur.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların.
Sevilen gözlerin erişilmezliğini.
O hiç beklenmeyen vakit geldi mi?
Düşer saçların önüne, ama bembeyaz.
Uzanır, gökyüzüne ellerin.
Ama çaresiz,
Ama yorgun,
Ama bitkin.
Bir zaman geçmiş günlerin hayaline dalarsın.
Sonra dizilir birbiri ardına gerçekler, acı.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın hayal kurmayı;
Beklemeyi, ümit etmeyi.
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi.
Lanet edersin yaşadığına...
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın.
O zaman bir çiçek büyür kabrimde, kendiliğinden.
Seni sevdiğimi işte o gün anlarsın.
kimse icimdeki boşlugu görmuyor
bir adresi yitirmek neler hissettirir insana
kalp atişlarından uzak olmak
soluğunda duyamamak mevsimleri, düşünmüyor
cok şey bilmenin hoş karşılanmadıgı zamanlardayız
ciddiye alınmıyor sorularımız
gece afrikali kalmaya kararlı
bu dünyadan olmamak da yetmiyor
ve siz geliyorsunuz, sarı elbisenizle bir siluet
hayatımdaki eksikleri gösteriyorsunuz
küçülüp silikleşiyorum, hafifliyor bedenim
yalnızlıgım dagılıp cogalıyor sesinizde
ben artik kuşların şarkısından başka bir şey dinlemiyorum
Minnet Eylemem
Har içinde biten gonca güle minnet eylemem
Arabi farisi bilmem, dile minnet eylemem
Sırat-i müstakim üzre gözetirim rahimi
iblisin talim ettiği yola minnet eylemem
Bir acaip derde düştüm herkes gider karına
Bugün buldum bugün yerim, hak kerimdir yarına Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına
Rizkimi veren huda dir kula minnet eylemem
Oy nesimi, can nesimi ol gani mihman iken
Yarın şefaatlarım ahmed-i muhtar iken
Cümlenin rızkını veren ol gani settar iken
Yeryüzünün halifesi hünkara minnet eylemem.
Usta be !
Barış ne zaman gelir ?
Mesela kaç kundaklık bebe ölse yeter ?
Kaç yıldız düşse; saçlarına annelerin bir özgürlük eder ?
Vatan kaç kez sağolsa ;
Savaş bir kez ölür ?
--spoiler--
Yani şimdi
Gözleri sana benzeyen bir kızım olmayacak mı
Yani şimdi başkaları mı sevecek seni
Ben saçlarını okşadığım zaman
Ellerin öksüz kalırdı
Şimdi gidiyorsun git
--spoiler--
Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kâseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
işte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.
Bahamalı martılar beni çağırdı
bir ikinci bahar gecesi.
Yalan söyledim
yırtık blucinli tayfalara
Seni sevmediğimi söyledim.
Oysa rıhtımlar
en şarkılı dalgalarla yıkanıyordu
Midye kabuklarında sakladım gözyaşlarımı;
Hastaydım
kırık kötümser bir öksürük yapışmıştı boğazıma
Seni unutmak gerekiyordu...
Bahamalı martılar beni çağırdı
bir ikinci bahar gecesi.
iskele fenerlerinin altında oturup
seni bekledim sevgilim
Ellerim ıslaktı, gözlerim ıslaktı.
Gelip caydırabilirdin beni gitmekten
Oturup sigara içer, anlaşabilirdik...
Sana tapacağım yalan değildi
benim olursan
Seni seviyordum, seni istiyordum...
Bahamalı martılar beni çağırdı
bir ikinci bahar gecesi.
Filler gibi içtim liman meyhanelerinde;
seni unutmak için içtim...
Senin sokağında geceler yıldızsızdı
senin sokağında gece yağmur yağıyordu
Ben zayıftım, çabuk ıslanıyordum
Bana sevmek yaramıyordu,
ben sevilemiyordum...
Bahamalı martılar beni çağırdı
bir ikinci bahar gecesi.
Sana bırakacağım bu kentin
üç semtinde üç damla gözyaşı döktüm
Birincisi seni ilk gördüğüm yerdi
ikincisi seni ilk öptüğüm yerdi
Üçüncüsü... söylemeye dilim varmıyor,
üçüncüsü bana git dediğin yerdi
işte bu mısraları orda karalıyorum;
işte demir aldı şilebimiz
Gidiyor, gidiyor, gidiyorum.
ben de özledim 2. bölümde serkan'ın okuduğu şiirdir ve serkan keskin'den dinlenmelidir.
başın döner.
gözlerin kararır ve bilincini yitirirsin.
sonrası, sonsuz karanlık..
işler bir kere kötüye gitmeye başladı mı durduramazsın.
ardı arkası kesilmez.
dibe battıkça batarsın.
bir noktadan sonra işlerin normale dönmesi için değil de,
işlerin bundan daha kötüye gitmemesi için dua edersin.
bir çare, bir çıkış yol ararsın kendine.
ama tüm bu aramalar boşunadır.
ne sesini duyan biri vardır etrafında, ne de çaresizliğini gören.
tek başınasındır bu hayatta..
aldığın hiçbir karar tatmin etmez.
seçtiğin tüm yollar çıkmaz sokaklara götürür seni.
hikayenin bittiğini düşünürsün.
sonra nefes aldığını farkedersin
ve aldığın her nefes seni hayatta tutacak olan bir umuda dönüşür.
her kaybedişte yeniden başlarsın.
daha da güçlenerek başlarsın
ve daha da hızlanarak dibe batarsın..
en dibe batarsın..
başın döner,
gözlerin kararır ve bilincini yitirirsin.
sonrası, sonsuz karanlık..
Gözlerim görmeden evvel seni gönlüm tanıdı
Adımız boş yere aşık değil, avare değil
Çekerim anlamadan,dinlemeden hasretini
Bu gönül derdine vuslat bile çare değil.
ne zaman?!.. Çeşmelerden zehir aktığında mı
bir damla kıvılcımın çölü yaktığında mı
bir kartalın, burkulan bir yürekle uçarken
yıkılan yuvasına dönüp baktığında mı
uzak iklimlerde mi, havada mı, yerde mi
beni senden ayıran bu incecik perde mi
tünel kazmayı bile kolay kıldı yaratan
nedir beni acılar dergâhında çürüten
ölümün yolumuzdan çekildiği ânda mı
bu ırmağın denize döküldüğü ânda mı
ne zaman?!.. Fırtınalar koptuğunda mı, gülüm
her insanın doğruya taptığında mı, gülüm
göklerin alev elev kızarıp döküldüğü
dağların iplik iplik yerinden söküldüğü
kâinatın yeniden kurulduğu günde mi
dönüşü bulunmayan esrarlı düğünde mi
arıyı çiçeklerle buluşturan adına
görmeyeni gözüne kavuşturan adına
sende mi bir mum gibi eriyip söneceksin
söyle gülüm, ülkeme ne zaman döneceksin.
9 - 143 arasından bir sayı tutun, tamam yorulmayın ben tutayım.
77 nasıl ?
iyidir, iyi...
çok iyi. yazmak istemeyeceğim kadar, yazmayı göze alamayacağım kadar.
şöyle olacak şimdi. sayfayı açıp seçeceğiz...
Biliyorum güzelliğin yer altı nehirlerine benzer
Biliyorum bir sır gibi güzelsin.
Hani anlatılmaz duygular vardır,
Hani şarkılar vardır,
...Sevip söyleyemediğimiz.
Şiirler vardır unuttuğumuz.
Aşina çehreler vardır hani,
Zaman zaman hatırlayamadığımız.
işte sen, o kadar güzelsin.
Ve ben o kadar karanlıklar içindeyim ki...
Şunlar ellerindir diyorum, tutamıyorum.
Şunlar gözlerindir diyorum, bakamıyorum.
Düşün, kahrımdan ölmeliyim artık
Ölemiyorum.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim
Ölümüm birden olacak seziyorum.
Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Aysel git başımdan istemiyorum.
Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
Dağıtır gecelerim sarışınlığını
Uykularımı uyusan nasıl korkarsın,
hiçbir dakikamı yaşayamazsın.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Benim için kirletme aydınlığını,
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Islığımı denesen hemen düşürürsün,
gözlerim hızlandırır tenhalığını
Yanlış şehirlere götürür trenlerim.
Ya ölmek ustalığını kazanırsın,
ya korku biriktirmek yetisini.
Acılarım iyice bol gelir sana,
sevincim bir türlü tutmaz sevincini.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim.
Ümitsizliğimi olsun anlasana
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim.
Sevindiğim anda sen üzülürsün.
Sonbahar uğultusu duymamışsın ki
içinden bir gemi kalkıp gitmemiş,
uzak yalnızlık limanlarına.
Aykırı bir yolcuyum dünya geniş,
Büyük bir kulak çınlıyor içimdeki.
Çetrefil yolculuğum kesinleşmiş.
Sakın başka bir şey getirme aklına.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim,
ölümüm birden olacak seziyorum,
hem kötüyüm, karanlığım biraz, çirkinim.
Aysel git başımdan seni seviyorum...
erkek kadına dedi ki:
-seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
erkek kadına dedi ki:
-seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
kadın erkeğe dedi ki:
-baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
ve ben artık biliyorum:
toprağın
yüzü güneşli bir ana gibi
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil değil!
sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..
Acının dağlandığı anlar vardır
Aramaya gerek yok, o gelir bulur
Beraber gidilen bir lokantanın kapanması bile üzüntüdür
Veyahut lokantanın yerine dükkânı çiçekçinin tutması
Gözyaşından çorba olmaz ama
Dilin, damağın yanar tuzdan
Soğutamazsın
Zamansız, kırmızı bir toka çıkar nereye saklanmışsa
Saçı toplasın diyedir küçük canavarın dişleri
Ve fakat dağıtıp ısırır, acıyan ne varsa
Yaşananları
Yaşanmak için sıraya girmiş ihtimalleri
Yapılmayanları
Sadece erkek olduğum için koridor tarafına oturmak durumunda kaldığım, yani gam kenarının yine bana düştüğü, bir otobüs yolculuğumuz olmadı hiç uzaklara
Sen benim omzumda uyuya kalmadın hareket halindeyken
Biz durduk
Durdurduk
Gidebilirdik oysa
Kimseden gizlenmemiş, sadece bizi gizleyen bir tatile belki
Bir akraba düğününde dans etmedik meraklı akbaba bakışları altında mesela
Çok severdim yatakta kahvaltıyı ama, buna uygun bir tepsimiz bile olmadı
Alabilirdik Biraz daha bekleseydik
Zamanın dövdüğü bir hüzün ustasıyım ben
Kelimelerim tuğla tuğla
Her satırbaşında turuncu intihar hissi
Aklım, dilim, cümlelerim hep geçmişte
Geçmiş geçmiş de
Ben geçemiyorum ki
Bazen duruyorum yürüdüğümüz bir yerde
Ayaklarımız diyorum, bir ara aynı anda buradaydı
Beraber bastık bu toprağa
Sahi var mıdır o günden bugüne kalan bir toprak zerreciği?
Tuhaf tutsaklığımın, her şeyden sen çıkarışımın şahidi kalmış mıdır etrafta?
Bu bardaktan su içmişti
Bu sandalyede oturmuştu
Bu bankanın önünde buluşmuştuk ilk kez
Hiç gözümün önünden gitmiyor, çimlerin üstüne denk gelmiş tavla maçımız
Elimizde soğumuş kahveler, tadı bizden önce kaçmış kekimiz
Ve ikimiz de aynı anda mars olduk kıra kıra birbirimizi
Bir Allahın pulu durduramadı bizi
Gidişine türlü anlamlar yükledim
istesem kalırdın
istesen kalırdın
Gözyaşımdan düğümler attım açılması zor olsun diye umudun
Ama sevdim yine de
Seninle alakalı ne varsa sevmeye devam ettim
Son buluşmamızı sevdim
Tam giderken, beni elimden tutup çeken seni sevdim
Sarılmamızı sevdim
Arkama dönüp bakamamayı
Bizim oturduğumuz masada oturan mutlu çifti sevdim nargilecide
Ne olur hep böyle kalın dedim Ne olur
Bir yıldönümü gününde, engel olamadım kendime yoldan döndüm
Sen olmasan da sana giden yoldaydım, hatta birazdan evinin önünde
Ağlayarak söndürdüm yeni yasımın mumlarını
Kutlu olmadı ama!..
Biliyorum biz geçtik sevgilim
Bizden geçti
Başka hayatların insanlarıyız artık
Başka umutların
Başka adam
Başka kadınların
Tamam da, silebilir misin yaşadıklarını?
Boyayabilir misin siyahla neşeli günlerimizi?
Çıkarıp yüreğimi, kanımın söndürdüğü ateşlere atabilir misin, yangında ilk kurtarılacakken
Yıllar sonrasına yatırılmış acılarımız var artık karanlık mahzenlerde
Beklenmedik bir karşılaşma anında
Bir havaalanında
Bir tesadüfler garında
Bir kafede
Ya da sinema çıkışında kim bilir..
Birbirine bakan şaşkın gözler
Belki evlenilmiştir, belki çoluk çocuk duvarı örülmüş, anıların üstüne beton dökülmüştür
Işık mı en hızlıdır, ses mi kıyasında; açık farkla galip gelir o anda, hiç hesapta yokken acı
Acı hızlıdır acı
Yaşananlar bir çırpıda, dirhem dirhem koparır etini
Ama ne çare; gurur engel olur
Giyilen sahte mutluluk elbisesinin düğmeleridir tebessüm
Boğazın düğümlenir
Soğuk bir merhabadır dildeki
Ama öpmek, içine çekmek istersin dudaklarından hasretini
Devam etseydik, tüketseydik bu kadar güzel olur muydu gözlerinde birikir
Neden yok ettik birbirimizi ağzına gelir
Susarsın, öfken hükmen mağlup olur sevdana
Üşürsün
Çok üşürsün
Gidene, kalana, mizahı olmayan haline üşürsün
Öyle ki
Karda donmak üzeresin(dir)
Uyumak tatlı geliyor(dur) ama
Sen öldüğünün farkında değilsin(dir).
Öperek uyandırdım bu sabah ayrılığı.
Fırından yeni çıkan bekleyişler satın aldım.
Kırmızı mavi ekoseli yalnızlığımı serdim masaya.
Manzaraysa ayrılığa sıfır!
işte,her şey hazır...
Acılarımla iki lafın belini kırdık.
Yokluğunda bir kuş sütü eksik...
O mavi gözlü bir devdi,
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan bir ev.
Bir dev gibi seviyordu dev,
Ve elleri öyle büyük işler için
hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan evin.
O mavi gözlü bir devdi,
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan eve.
Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan ev...
(...)
O kadar bekledim ki, geliyorum
Ölümümü bekledim, geliyorum
Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini
Bekledim geliyorum.
Ben Ruhi Bey, mutlu olan Ruhi Bey
Ölümü gömdüm, geliyorum
Bir sonbahar günüydü, geliyorum
Güneşler buz gibiydi, geliyorum
Ve bütün kötülükler
Ölümün armaları gibiydi
Size anlatırım, geliyorum.
Hepsini, hepsini gömdüm, geliyorum
Havuzun kırık taşlarını - siz bilmezsiniz -
Limonluğu ve kırmızı konağı - siz bilmezsiniz -
Aynalarda kendini seven Ruhi Beyi - siz bilmezsiniz -
Ve bildiğiniz Ruhi Beyi -ya da pek bilmediğiniz -
Gömdüm ben, geliyorum.
(...) *edip cansever
ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
inecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi aferin tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gizlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım.
bu gece özel muhatapları vardır. öyle ortaya değil;
uzun yollardan geçip de gelenlere, herhangi bir nedenden ötürü eve üzgün dönenlere, sesi güzel olmadığı halde söylemek istediği şarkıyı; bir türlü hatırlayamayanlara, kimsenin önemsemediği bir söze takılanlara, genellikle tuvalette ağlamayı tercih edenlere, şiir sevenlere, edip cansever i sevenlere, belki "ceplerindeki eskimiş kağıt parçalarını" atamayanlara, işte
"ne çıkar siz bizi anlamasanız da
evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da." diyenlere, tribünlere:
(...)
ben kimim, kime anlatıyorum, neyi anlatıyorum ayrıca
neyim ben, bu olanlar ne, ya kimdir tüketen isteklerimi
tüketen kim. hani bir yarışın sonuna varmış gibi
hani görmeden daha sezmeden her şeyin bittiğini
ama ne zaman saçları kurularken çok eski bir alışkanlıkla
çökerken üstümüzde bir sözün, bir gümüş kupanın o sebepsiz inceliği
ansızın bir ürperişle: bitti mi, her şey bitti mi
yoo, hayır! öyleyse kimdir tüketen isteklerimi
bir rüzgar, duyulup binlercesi birden bir rüzgar
bırakıp beni bir kenara, bir uzağı, ya da bir boşluğu bırakır gibi
ve ben hazırımdır bir süre unutulmaya
ama hep sorulur gibidir benden: ben şimdi ne yapsam acaba.
ben şimdi ne yapsam, ben şimdi ne yapsam kaç kere yalnız
hem bunu kaç kere söylemek, ne türlü söylemek adına
eskimiş fırçalarda, kırılmış şişelerde, tozlanmış ilaç kutularında
okunmaz kitaplarda, uzaksı giyişlerde çocuksuz avlularda
anlamsız kahvelerde, bir yolun çok ucunda, asılmış koyun
butlarında
ben şimdi ne yapsam, ben işte ne yapsam kaç kere yalnız
kaç kere yalnız, ama kaç kere yalnız, gene kaç kere insan
olmalarımla
(...) *
Hava keskin bir komur kokusuyla dolar.
Kapanirdi daha gun batmadan kapilar.
Bu, afyon ruhu gibi baygin mahalleden,
Hayalimde tek cizgi bir sen kalmissin, sen!
Hulyasindaki genis aydinliga gulen
Gozlerin, dislerin ve ak pak gerdaninla
Ne guzel komsumuzdun sen, Fahriye abla!
Evimiz kutu gibi kucucuk bir evdi,
Sarmasiklarla balkonu ortuk bir evdi;
Gunesin batmasina yakin saatlerde
Yikanirdi golgesi kuytu bir derede;
Yaz, kis yesil bir saksi itir pencerede;
Bahcende akasyalar acardi baharla,
Ne sirin komsumuzdun sen, Fahriye abla!
Once upuzun, sonra kesik sacin vardi;
Tenin bugdaysi, boyun bir basak kadardi;
Icini giciklardi butun erkeklerin,
Altin bileziklerle dolu bileklerin.
Acilirdi ruzgarda kisa eteklerin;
Acik sacik sarkilar soylerdin en fazla,
Ne capkin komsumuzdun sen, Fahriye abla!
Gonul verdin derlerdi o delikanliya,
En sonunda varmissin bir Erzincanliya.
Bilmem simdi hala bu ilk kocanda misin?
Hala daglari karli Erzincan'da misin?
Birak, gecmis gunleri gonlum hatirlasin;
Hatirada kalan sey degismez zamanla,
Ne vefali komsumizdun sen, Fahriye abla.