Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
yorulmuşsundur;
nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını
ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
acıkmışsındır;
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
ayağını basdın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam...
Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kâseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
işte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.
"seni düşünmek güzel şey. seni düşünmek ümitli şey. dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
seni düşünmek güzel şey. seni düşünmek ümitli şey. fakat artık ümit yetmiyor bana. ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum."
-nazım hikmet.
Çok güzel şeyler var dünyada. . .
Ben mesela bir sokak tanırım izmir'de
yere düşen inci taneleri gibi dökülür denize.
Ekvator'da, Quito kentinde uykulu sokaklar
çok kızarlarsa dağlara açılırlar birdenbire.
Zaten akşam kırmızı düşer o dağlara.
Amazonların derinliklerinde akan nehirlerde
bembeyaz bir orkide büyür:
o kadar güzel ve keskindir ki kokusu
çılgın bir tay gibi koşuşturur kalbimizin
kıyısında.
Kalbimiz zaten tüm çiçeklerin aynası.
Ay'dan Yeryüzüne bakılınca
Yalnızca 'Çin Seddi' görülürmüş. Hayır! Yanlış.
Ben baktım: Palandöken dağında açan
bir
gelinciği gördüm.
Ve havada uçuşarak sevişen
bir çift
kelebeği.
Ben ne köprüler tanırım.
Siz de tanırsınız mutlak: işte Boğaz köprüsü!
Ne zaman boş kalsa yıldızları alar
geceleyin.
Gündüzleri neler neler çeker şu insanlardan
ve yüzüne çarpıp geçen
martılardan. . .
Biliyorum bir gün çekip gidecek belki,
Nereye bilinmez?
Ama Boğaz'dan daha güzel nereye yakışır ki?
Ben öyle kentler tanırım ki
memesi sütyenden taşmış
genç bir kız gibi uyanırlar sabahları.
Güneşin ilk ışıklarıyla öpüştüklerinde
kırmızı bir gül gibi açarlar yeryüzünde.
Ve zaten her kent başka bir kente açılır bir köşesinden.
Ben ne şairler tanırım ateş gibi: işte Arthur Rimbaud!
Sarhoş Gemi'yi yazdı denizi görmeden.
Yaşamın okyanuslarında yıkadı sözcüklerini.
Ne kadar çok güzel kadın var dünyada. . .
Esmer, sarışın, çukulata renginde
hepsi birbirinden güzel, birbirinden alımlı.
Gergin yumuşak tenlerinde
imparatorluklar kuruldu, imparatorluklar çöktü.
Bir öpücükleriyle ihtilaller başladı. . .
Zaten kadınlar ve aşk olmasa
yaşamaya değer miydi bu dünya?
Kime okurduk bu şiiri?
Öpücük dedim de aklıma geldi:
Bir sevgilim var dünya güzeli.
Ne zaman baksam gözlerinin içine
yıldızların üzerine düşüyorum
sımsıkı sarılsam da dünyaya.
Beni zaten hep güzellikler sarhoş etti.
Ey Şair! Güzel sözlerle, büyülü sözcüklerle
kandırırsın kullarımı, diyor koca tanrı:
Ben yalnız güzel şeyleri mi yarattım? savaşları,
açlıkları, ölümleri, ayrılıkları. . . ben yaratmadım
mı?
Sen yarattın elbet tanrım! Onların hesabını
sen ver kullarına.
Ben'se güzel şeyler anlattım
hiçbir şey beklemeden insan kardeşlerime:
Hiç olmazsa bu şiiri okurken
mutlu olsunlar diye.
Buysa suçum: Hazırım!
Cayır cayır yanmaya cehenneminde
"Her gün bir yerden göçmek ne iyi
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş
Dünle beraber gitti cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait,
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım."
--ve sonra yeniden Cemal Süreya'ya aşık olunur. sonra neden bu kadar seviyorsun derler?
Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgideydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
Yoktu dünlerde evelsi günlerdeki yoksulluğumuz
Sanki hiç olmamıştı
Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı
istanbullar
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların
dünyaların Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik
Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
iki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra Sonrası iyilik güzellik.
''Kaderin bakışları altında ıslandım,
Seni görmeden evvel bir sigara yaktım.
Çektim derin bir nefes,
Nikotin ciğerime işledi.
Anladım, bitirdim attım.
Sonra gördüm seni,
Elinde kurumuş bir gül vardı fakat,
Asıl sen benziyordun, ölmüş bir çiçeğe .
Ağladın omuzumda,
sonra ittin.
Seni seviyorum ama dedin
Devamını getiremedin.
Bende pek beklemedim,
içimdeki ateş ile bir sigara yakıp,
Yoluma devam ettim.
Ağlayarak.''
Ağzımın tadı yoksa, hasta gibiysem,
Boğazımda düğümleniyorsa lokma,
Buluttan nem kapıyorsam, vara yoğa
Almıyorsam, geçirimsiz ve işkilli,
Yüzüm öfkeden karaya çalıyorsa,
Denize bile iştahsız bakıyorsam,
Hep bu boyu devrilesi bozuk düzen,
Bu darağacı suratlı toplum.
Bir gamzelik rüzgâr yetecek
Ha itti beni, ha itecek
Güzelliğin zulme çaldığı sınır
Uçurumun kenarındayım Hızır
Ben fakir
En hakir
Bin taksir
Ateşten
Kalleşten
Mızrakla gürzden
Dabbetülarz'dan
Deccaldan, yedi düvelden
Korku nedir bilmeyen ben
Tir tir titriyorum Gülceden
Ödüm patlıyor Gülceye bakmaktan
Nutkum tutuluyor, ürperiyorum
Saniyeler gözlerimde birer can
Her saniyede bir can veriyorum.
tamamı için ömer lütfi mete - gülce
en uzak mesafe ne afrika'dir,
ne çin,
ne hindistan,
ne seyyareler
ne de yıldızlar geceleri ışıldayan.
en uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir
birbirini anlamayan.
yüzüne bakamıyorum artık
nerelerde gizleniyorsun
yitti bulutların ardında ev
ve görünmez oldun küçük pencereden
hani bana baktığın.
dön geri, halim ne olacak
yalnız bırakıyorsun beni, korkuyorum.
o birlikte yürüdüğümüz zamanları an
sokaklarda yürürdük evlerin arasında
ve yolda, taflanların ortasında
rüzgar bizi dilsiz kılardı bazen
şarkı söylerdin güneşin altında
ve neşelendirirdi bizi kar
yalnızım gözlerimi ovuşturuyorum,
ve ağlayacağım haniyse
şu ışığa doğru yürümek gerek gölgede
alın size koskoca bir hikaye..
küçücük şeyler de olmasa nasıl da yalın ve düzgün şeydir yaşam!
her şeye karşın varılacak o ışığa doğru giderken
acele etme hiç
kim o üfleyen
kim üfleyecek, ulaştığımda oraya
ama cesaretim yok artık tek başıma ilerlemeye
derken uykuya dalıyorum
belki de sonsuza değin
doğduğum o yatakta
yaşamla ilgili bir şeycik bilmiyorum artık
unuttum tüm dostlarımı
yakınlarımı ve birkaç metresi
uyudum kışın ve yazın
ve yoktu uykumda tembellik
ama çağırıyorsun beni ve senin için
kalkmam gerekecek
gitti gider o güzel günler
sarmaş dolaş uyuduğumuzda kısalıveren
o uzun geceler
iç karartıcı ve sağır bir sesle uyanıyorum
insana ait olmadığı belli bu sesin.
yürümem gerekiyor ve sürüklüyorum seni de
berbat bir trampet gürültüsüyle
gülüyor herkes çektiklerime
yürümek gerek bir gün daha
bir türlü bitmeyen görevle
gelsin şu cellat, çağırsın seni
bu akşam o güzelim günler sona erdi
boğuk bir ses çağırıyor seni
senin için soğudu artık toprak
uzaktan görüyorum tekrar yüzünü
bulamıyorum ama yeniden
ben geçtiğimde kaybolurken
kapanan pencereden
yürüyemeyeceğiz artık birlikte
pierre reverdy
Taşıdığım kadar varsın
Taşıdığın kadarım
iklimler sana benzer
Üşüdükçe ben yağmura
Tüm yollar sana benzer
Yürüdükçe ben adımlara
Yine de en derinde aşk
Yine de ellerinde aşk
Yine de bende bir telaş
Göremezsin
istediğim kadar varsın
istediğin kadarım
Yasaklar bana benzer
Çiğnedikçe sen takunyalara
Çocuklar bana benzer
Oyalandıkça sen oyunlara
Yine de en derinde aşk
Yine de ellerinde aşk
Yine de bende bir telaş
Göremezsin
Vicdanlar sana benzer kullanılmazsa
ben mapuslara
Takvimler bana benzer yırtıldıkça
sen asırlara
Dalgalar sana benzer komik oldukça
ben yosunlara
Suretler bana benzer karalandıkça
sen karalara
Yine de en derinde aşk
Yine de ellerinde aşk
Yine de bende bir telaş
Göremezsin
aydınlık neyin oluyor senin
gökyüzü akraban filan mı
beni bulur bulmaz gözlerin
şimşek çakıyorum yalan mı
yüzünde yalazını gezdirdiğin
saçlarından tutuşmuş orman mı
akla ziyan bir şey elektriğin
ayışığı mavisi dudaklarından mı
o ışık zenginliği mi giyindiğin
uzay tozları mı yıldızlardan mı
elime dokunduğu an elin
güneşler açıyorum sahi ondan mı
aydınlık neyin oluyor senin
on beş dakika sonra bordeuxya bir tren kalkacak
garın merdivenlerinde benim için ağlayacaksın
ellerim yağmura açılmış sakallarım ıslak ben ki
cehennemde bir allah gibi yalnızım
Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git.
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
Yoktu dünlerde evvelsi günlerdeki yoksulluğumuz
Sanki hiç olmamıştı
Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı istanbullar
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
Ki Karakoy köprüsüne yağmur yağarken
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik
Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
iki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
Sonrası iyilik güzellik.