"hastalansa ağırlaşsa da ona herhangi bir şey yapabilme yardım edebilme rahat verebilme fırsatı elime geçse" der gibi yahut düşünür gibi bir hal geldi yüzüne. sevginin böylesinden korktum. bu, heyecandan, kör tutkudan başka bir şey değildi. bu, ateşti, yakan, tüketen, külünü bile dağıtacak gücü bulabilen ateşti. sonra da böyle düşündüğüm için utandım. o da böyle duymuş olabilirdi ya bir an için, o da hemen utanmıştır öyle düşündüyse... ama başka bir gece gene sıkılıyor gibiydim. onu hem istiyor hem istemiyordum. o gece onu istemeyişimin sebeplerinden birini sezdim. onun her gecesini bana vermesi sıkıyordu beni. bana yaşayacak vakit bırakmadığı için değil. onun uzağında da yaşayacak vakit bulduğumu ona da söylemişimdir. ona gittiğim zaman nasıl olsa ikimizin apayrı hayatını yaşıyoruz. bu hayat ayrı ayrı ne benim ne onun, ikimizin hayatı. saniye saniye yaşadığımız, harcanmaz, tükenmez... bana geldiği, lerzan'ın, çocuklarımın yanında bu kendimizin olan hayatı zorla başlattığı, beni evimden ailemden durduğumuz yerde de olsa zorla alıp götürdüğü zamanlar bile evimle onun arasında diri kalan bir saygı var, o yön de sıkmamalı beni; ben de o hayatı yaşarken yaşadığımı bildiğime, damla damla süzdüğümü duyduğuma göre... (hayır ama benim için gecelerini böyle harcaması sıkıyordu beni korkutuyordu daha doğrusu korkmadan kabul edebilmeli korkutuyordu... hep o "bir gün gelir de..." korkusu dediği şey... bu korkunun hoş bir korku olduğunu kendi kaç kez söyledi ben de biliyorum ben de biliyorum) insan böylesine sevebildikten sonra korkuyu atmalı içinden, yaşamalı, yalnızca yaşamalı, içinden bu yaşamanın kurdu olacak her türlü ölüm tohumunu atabilmeli, atmalı diyor hep. ben de farkındayım ama o korkuyu hâlâ içimden atamadığımı anlıyorum ara ara... hep o "bir gün gelir de..." korkusu. boş evet, ben de böyle belledim ama... (ama çöl var binlerle yılın gerisi öncesi var yalnızlık var yalnızlığın oyalanması çabasının kişiyi aldatan boşluğu var dönmek kaçmak kendi kendine kalmak isteği var sarı kumlar üstünde, maviliğin altında araya başka bir rengin karışmadığı... var ama...)
"bir kitabınkilere yer açabilmek için kendi görüşlerimi sürgüne göndermek, bana, tıpkı sheakspeare'in şiddetle kınadığı, kendi zamanının, başkalarının ülkelerini görebilmek için kendilerininkini satan seyyahların yaptığının aynısı gibi görünüyor".
"böyle olmakla birlikte çoğu bilginin okuma hastalığı, zorunlu olarak başkalarınınkini kendine çeken kafalarındaki fikir yoksunluğundan kaynaklanan bir tür fuga vacuidir. fikir sahibi olabilmek için bir hayli az sayıda kitap okumaları gerekiyor ve bu tıpkı cansız bedenlerin ancak dışarıdan gelen etkiler sonucu hareketlenebilmelerine benziyor. oysaki kendisi için düşünen bir insan tıpkı kendi başına hareket edebilen canlı bir beden gibidir."
-schopenhauer / mantıksal düşünme doktrini
üşenmesem bütün kitabı yazardım, şimdilik bu iki paragrafla idare edin.
Azak ateş ve kan içinde kaldı; ne kadınlara ne de çocuklarla ihtiyarlara acıdılar; yalnız küçük kalemiz kaldı: düşman bizi aç bırakarak ele geçirmek istedi. Yirmi yeniçeri teslim olmamak için yemin etmişti. Açlığın son haddine düşünce, yeminlerini bozmak korkusuyla bizim iki harem ağasını yemek zorunda kaldılar. Birkaç gün sonra da kadınları yemeğe karar verdiler. Çok sofu ve çok merhametli bir imamımız vardı; yaptığı güzel bir vaazla onları, bizi tamamıyla öldürmemeleri için ikna etti. “Bu bayanların kaba etlerinin yalnız bir tarafını kesin, dedi; çok güzel bir yemek yaparsınız; gerekirse birkaç gün sonra bir o kadar et daha bulursunuz; bu insanca hareketten ötürü Tanrı sizden hoşnut olur, size yardım eder.”
Aşağıya, Gaetano Moroni Sokağına baktı. Arnavut kaldırımları yağmur suları ile yıkanmış, yer yer küçük göletler oluşmuştu. Hemen karşısındaki askeri binanın pencere kenarlarına işlenmiş aslan kafaları ona imrenerek bakıyorlardı. Bu cesareti onlar bile gösteremezlerdi; biliyorlardı. Çok sakindi. En başta kendi ruhu olmak üzere dünyanın kötü bir yer olduğuna dair artık hiçbir şüphesi kalmamıştı ve bunu öğrendiği için mutluydu. Olga'ya son kez baktı ve:
"Nastya'yı çok sevmiştim. Ölüm kadar."
Bir kumar oynamıştı; kaybetmişti ancak o kadar da kaybetmiş sayılmazdı. Boşluktan kendi bıraktı… Artık her yer zifiri karanlıktı.
bir sevişmenin daha sonuna geliyoruz
ay yuvasına dönüyor
işte güneş ısırıyor sokakları pembe
bilmiyorum bu çarşaflar tekinsiz gibi
ufukta bir serap görüyorum o da ne
ilerliyorum neden ayaklarım sırılsıklam
yol bitmiyor bir kuş geri dönüyor
gittiğim yerde öpücükler olmayacak
sıcak kahvaltı görüntülü otomat
boş olacak yatak evet
en azından bildiğim yastıklar
ağzım kuruyor durmuyorum
bu kere pencerenin önü istasyon
şapkalı inen insanları sayıyor
şapkasız inenleri selamlıyorum
sen uyuyorsun
bu tren artık ikimizin oluyor
istasyon artık bir anı
rayları kare kare fotoğraf
bir sokak lambası altında
kedi bir şey diyor duymuyorum
ilkliyorum ceketimi her neyse
bir sevişmenin daha sonuna geliyoruz
ayaklarım geri geri gidiyor
ne zaman bilmediğim bir yorgan örtse üzerimi
sokak kapısını bulmak
hayli uzun sürüyor.
Yumuşacık sokuldu koluma.
-Dur hemen paralama. Galiba olanları anladım.
- Nasıl anladın?
- Şimdi sen böyle soğuk bir adamsın ya...
Teşekkür ederim, dedim şakacıktan kolumu çekmeye çalışırken. Bir soğuk olmadığımız kalmıştı, o da tamamlandı.
Hafifçe vurdu çekmeye çalıştığım koluma.
- Dinlesene Nevzat! Soğuk değil de, hani gençlerin kullandığı şu ingilizce laf var ya, hani cool diyorlar. Yani Türkçesi, sen burnundan kıl aldırmayan bir adamsın ya"
Kimseye eyvallah demeyiz öyle kolay kolay, dedim yalancıktan kasılarak. Tabii sevdiklerimiz hariç.
l. SOYTARI
Tasçıdan da, gemi ustasından da, marangozdan da daha sağlam iş yapan kimdir?
2. SOYTARI
Darağacı ustası. Bin kiracı çıksa üstüne yıkılmaz.
l. SOYTARI
Aşkolsun! Çok sivri zekalısın, beğendim. Doğrusu darağacı uyuyor. Ama kimlere uyuyor? Kötülere uyuyor. Şimdi sen, darağacı kiliseden daha sağlamdır derken kötü değil de nesin? O halde, demek ki, tam sana uyuyor. Haydi bakalım, bir daha dene.
2. SOYTARI
Tasçıdan, gemi ustasından, marangozdan daha sağlam iş yapan kim, öyle mi?
l. SOYTARI
Evet, bunu bil, boyunduruğu at.
2. SOYTARI
Tamam tamam, buldum.
l. SOYTARI
Neymiş?
2. SOYTARI
Hay Allah, bulamadım!
l. SOYTARI
Beynini daha fazla kurcalama. Eşek uyuşuk oldu mu, ne kadar vursan kımıldamaz yerinden. Bu soruyu bir daha soran olursa, "mezarcı" dersin. Onun yaptığı ev kıyamete kadar dayanır. Haydi, git bana bir çanak içki getir.
Fransız Ulusal Orkestrası'nı Leonard Bernstein yönetiyordu: "Hakiki müziksever, banyoda şarkı söyleyen kızı işitince, anahtar deliğine gözünü değil kulağını dayayandır" diyen muhterem.
-Ruhi Mücerret
(bkz: murat menteş)