bir süredir başka bir evdeyim. bu gece uyku tutmadı. biraz da bir şeyler yazma isteğim vardı onu değerlendirmek istedim. bir süredir öykü yazamıyordum. çeşitli nedenleri vardı tabi. biri ise sakin ve sessiz bir ortamda kalamamamdı.( tabi bana göre sessiz ve sakin bir ortam çünkü bu tanım baya bir değişken)
bu evde bu nedeni çözmüş görünüyorum. güzel öykü konuları çıkarıp çoktan yazmaya başladım bile. şimdilik keyfim fazlasıyla yerinde. sanki tatil yapıyor gibiyim o kafadayım.
bir kanepe üzerinde battaniyenin altında gecenin sessiz güzelliğini izliyorum. sessizliğin arkasında ise öykülerimin resim ve fotoğraflarını görüyorum. gece kendinde onu bulabilenler için muhteşem bir ilham kaynağı. o berrak sessizliğin içinde kendinizi duyabiliyorsunuz. ve sonrası size kalmış. benim için öyküler yazmak oluyor bu.
Dengesiz ruh hali onu her zaman yalnızlığa sürüklemişti. Bunu değiştirmek için her zaman çok çabaladı. Fakat değişen bir durum olmadı. Etkisinin az olduğu dönemlerde sorun yoktu. Bir şekilde idare edebiliyordu. Arttığında ise anlık bir ruh hali dengesizliğine dönüyordu durum.
Hayallerinin peşinden gitmesine de engel oluyordu. Çünkü ne zaman bir şeyler yapmaya kalksa o dengesizlik ortaya çıkıyor ve tüm gücünü emiyor. Üşengeç gibi davranmaya başlıyordu sonrasında da.
Bir yardım eli beklemedi mi? Bekledi. Geldi de. Fakat o yardım ellerine tutunmaya da gücü yetmedi. Bu anlık değişimler onu mental anlamda tüketiyor, bunun sonucunda bedenine de yansıyordu bu yorgunluk.
Oysa psikoloji ve ruh halleri ile içli dışlı biriydi. Bir başkasına kolayca yardım edebiliyordu. iş kendisine geldiğinde ise yetmiyordu kendine. Her şeyin farkında olmasına rağmen. Konuştuğunda bunu da dile getiriyordu.
Fakat aynı zamanda kendi sorunları söz konusu olduğunda ketum birisiydi. Detaylandırarak anlatmazdı. Bazen hiç anlatmazdı içindekileri. Belki de büyük bir hataydı bu.
Ne kadar uğraştıysa çözemedi dengesizliğini. Neden? Bunun için onlarca neden sıralanabilir. Ve çözümler de öyle.
Bunları yapmak yerine eline almış şarabını bir şeyler karalıyor kağıtlara. Dengesizliğinde boğuluyor.
Dans onun için özel günlerde yapılan yada meslek olarak yapılan bir şey değildi. Dansı, sokakta özgürce kendi figürlerini yapan dansçılardan görmüş ve sevmişti. Hatta izlemekle yetinmemiş yanlarına gitmiş ve meraklarını gidermişti. O dansçıların kendisine karşı olan yaklaşımı ve ilgisi dansa olan ilgisini daha da arttırmıştı tabi.
Dans kurslarını denedi daha sonrasinda. Dans gösterilerini izledi. Fakat onun ruhunu yansıtmıyordu. Çünkü biribirine benzer hareketleri tekrarlıyordu hepsi.
Ne yapabilirim diye düşündü bir süre. Ve dansla ilgili bir aktivitesi olmadı.
Evinde otururken bir gün, buldum dedi. Daha önce nasıl aklına gelmediğine şaşırdı. Telefonun kamerasını açıp karşıya sabitleştirdi. Ve kendi figürlerini yaratmaya basladi.
Beğendiklerini seçip daha ileriye taşımak için çalıştı. Gün içinde kalan bütün vaktini buna ayırıyordu. Sabahlara dahi yorgun uyandığı zamanlardı.
Ve kendine özel kıyafet de yaptırıyordu. istediği bir kıyafeti. Estetik görünmeliydi dansı. Herkes hayran olmalıydı.
Ve uzunca süren çalışmalar için sonuç alma günü gelmişti. O dansçıları gördüğü yere gitti.
Müziğini açtı. Gözlerini kapadı. Yavaş tempoda dansına başladı. O an müzik ve dansına odaklanmıştı. Nasıl görünüyordu? Yapabiliyor muydu? Bunları düşünmüyordu o an.
Gözlerinin önüne kendi silütini getirdi sadece. Ve gülümsedi.
Tutkulu bir aşık gibi dansın kollarına kendini bırakmıştı.
Performansının sonuna gelmişti. Son hareketlerini tamamlarken alkışları duymaya başlamıştı. Mutlu olmuştu. Terlemişti de. Nefes nefese bir hale gelmişti.
Bu anda gözlerini açmıştı. Ve karşısında bir kız çocuğunu gördü. Onunla beraber aynı hareketleri yapıyordu. Performansı beraber bitirmişlerdi.
Alkışlardan çok bu durum hoşuna gitmişti. Büyük bir ödüldü bu onun için.
Çocukluktan beri hem komşu hem de çok yakın arkadaşlardı ikisi. Biribirlerine dair kimsenin bilmediği şeyleri de bilir, en zor anlarda birbirlerine destek de olmuşlardı.
Büyüyüp gelişip ergenlik zamanlarına geldiklerinde ilk olarak fark etmişlerdi. Birbirlerine karşı olan hisleri diğer arkadaşlarına olanlardan farklıydı. Fakat bunu açmaya söylemeye de çekiniyorlardı.
Yetişme tarzları çevreleri bunun normal olduğunu öğütler haldeydi. Iki hemcins, iki genç kız birbirine böyle bir ilgi duyamazdı. Birbirlerine karşı ilk defa bir konuyu konuşamıyorlardı. Olumsuz bir tepki bunun arkasından bu uzun yıllardır süren dostluğun bitebilecek olma düşüncesi kendilerini geri itiyordu.
Gün geçtikçe bu hisleri büyüyor, fark ettirmemek ise güçleşiyordu. Birbirlerine kaçamak bakışları, sarılırken bırakamayışlar...
Canları ilk defa yanmıyordu. Ilk defa olan ise birbirlerine yardım edemeyişleri idi.
Biri daha fazla dayanamıyordu artık. Gezmek için bir gün kendilerinin bildiği yerde buluştuklarında ne söyleyeceğini bilmez bir halde konuşmaya başladı. Heyecandan elleri titriyor, cümleler ağzının içinde dolanıyordu. Sevdiği dostunun, içinde yangına neden olanın kadının bu halini görünce ellerini tutup ona destek verdi.
Sonunda, kendine gelebilmişti. Ağzından bir anda döküldü kelimeler. Kendisi şaşırmış ellerini tutan dostu şaşırmış...
Gözlerinden yaşlar süzülüyordu ikisinin de. Sarıldılar. Uzunca süre bırakmadan sarıldılar. Bıraktıklarında ise yüzlerinde süzülen yaşlar dudaklarında heyecanlı gülümsemelere sahiplerdi.
Bu durumu kimseye söyleyemeyeceklerini biliyorlardı. Liseyi bitirmek ve buradan uzaklaşmak istiyorlardı.
Seneler önce bir kız tanıdım. Uzun, güzel sohbetlerimiz oldu. Fakat bir korkusunu anlattığında benim en sevdiğim şeylerden birinden korktuğunu gördüm. Neden denizden korkuyorsun ki ? Dedim. Ve sonra denizi neden sevdiğimi ne kadar güzel olduğunu anlattım. Ben anlatırken o susuyordu. Lafım bittiğinde o başladı konuşmaya.
'Denizin kendisinden korkmuyorum. Denizde yüzmekten yada üzerinde yol almaktan. Denize baktığımda korkuyorum. Bunu şehrin içindeki bir deniz olarak algılama. Açık bir deniz olarak hayal et. O sonsuzluğunu gökyüzü ile birleşmesini düşün. O sonsuzluğa bakmak korkutuyor beni' dedi. Ve derin bir nefes alıp verdi.
Düşündüm. Haklı görünüyordu. O uçsuz bucaksız sonsuzluk korkutabilir tüyleri diken diken haline getirebilir ve nefesi kesebilir.
Benim sustuğumu görünce ' yine de güzel' dedi. Tebessüm ettim.
O ana kadar böyle bir korkudan habersizdim. Birinin korkucağını hiç düşünmemiştim. Daha geniş düşünmem gerektiğini anlamıştım o andan sonra.
Sosyal medya adını verdiğimiz sanal bir yaşantısı var insanların. Kullanmayan insanlar kullananlara göre azınlıkta kalıyor. iyi kullanılırsa herhangi bir sorun teşkil etmiyor. Fakat insanlar çoğu şeyde olduğu gibi bu konuda da yalana, hileye ve bokunu çıkarmaya daha çok meraklı oluyor.
Günlük yaşantımızda hiç mi yalan söylemiyoruz?
Elbette söylüyoruz. Fakat sosyal medyada bu yalanların boyutu büyüdükçe büyüyor ve kendi yerine yarattığı sanal bir karakteri karşısındaki insana tanıtabiliyor insan. Yalanların ise sınırı hiç olmuyor.
Ve sanal dünya gerçek dünya ile yarışır hale geldi. Geçtiğinde ne gibi problemler doğuracağını kaç insan biliyor acaba?
Sosyal medyanın gelişimi ile insanların psikolojik şiddete ve tacize uğraması, psikolojik rahatsızlıkların artması tesadüf olan şeyler değil.
Bir önemli konuda az önce yazdığım kendi yerine sanal karakter yaratma konusu. insanlar bununla tatmin ve mutlu oluyor. Ama gerçek dünyaya geçemediği ve geçemeyeceği için bir süre sonra mutsuzluk ve depresyon belirtileri göstermeye başlıyor. Yani çöküş sürecinin başlangıcı tatmin ve mutluluk oluyor.
Suçlu kim?
Sosyal medya, sanal dünya değil. Sorunun temelinde yine insan var. Sosyal medya burada bir dürtücü hızlandırıcı aracı konumunda. Çözüm yine insanda.
o değilde şu karanlıktan korkma meselesi ilginç arkadaş. haala ataların karanlıkta görebilen vahşi hayvan korkusundan olsa gerek. atalar ne biçim bi aktarma yaptıysa genlerden, hala çıkmıyor, yenilmiyor.
Çocukken elektrik gittiğinde annesinin koynuna gittiği zamanları canlandı gözünde. Oysa büyümüştü artık. Kendi başına yaşıyordu. Fakat bu hala karanlıktan korkmasını engelleyemiyordu.
Son yaşanan fırtınadan sonra elektrikle ilgili sorunlar ortaya çıkmıştı. Ne zaman çözüleceği belirsizdi. Gündüz pek sorun yaratmıyordu ama hava kararmaya başladığı andan itibaren teni buz kesmeye başlıyordu.
Ufak bir kasabaydı burası. O yüzden çözüm olabilecek bir şey yoktu. Akşam vaktinden itibaren kasaba karanlığa gömülüyor kimse sokağa inmiyordu. Sokak derin bir sessizlik içine gömülüp kalırdı.
Karanlık korkusu günler geçtikçe artmaya da başlamıştı. Sesler duyuyordu. Adım sesleri, fısıltı sesleri. Oysa kimse yoktu o an yakın çevresinde. Bu durum onu da korkutmaya yetiyordu.
Sesleri duymamaya karanlık korkusunu yenmeye çalışsa da bu çabaları boşa çıkıyordu her seferinde. Kasabada tanıdıklarına bunlardsn bahsettiğinde ise ona delirmiş gözüyke baktıklarını gördü. Anladı ki bu durum sadece kendisinde var. Çaresizdi.
Sesler gün geçtikçe şiddetleniyor ve daha belirgin hale geliyordu. Çıldıracak gibi 'yapmayın, yapmayın, susun' diye bağırıyordu. Dayanılacak gibi değildi.
Ve dayanmadığı bir gün sokağa indi karanlığın zirve yaptığı anda. Kulağında karanlığın korkunç kaba sesi yankılanırken, korkmuyorum senden bana daha fazla ne yapabilirsin diyordu. Kasabadaki insanlar onu sadece dinliyor ve yazık kızcağız delirmiş diye söyleniyordu. Kimse de sokağa inmek istemedi.
Bir an ses kesildi. Herkes korkmuş ve merak içinde iken elektrikler de yeniden gelmişti günler sonra. Kız ise sokakta yoktu. Ne olduğunu kimse de öğrenemedi. Sadece karanlığın sesi karanlık her çöktüğünde derinden yankılandı kasabada. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1808544/+
https://galeri.uludagsozluk.com/r/1807591/+
O gün gelmişti. Tutsaklığı deneyecekleri gün. Bu fikir kimden çıkmıştı? ikisinden de çıkmış olabilirdi. Ateşli bir tartışma anında karar vermiş olmaları muhtemel.
Kelepçeyi kimin alacağını da uzunca tartıştılar. Her yerde olan bir şey olmadığını ikisi de biliyordu. Yazı tura. O an daha adil bir çözüm akıllarına gelmedi. Ve iş denize düşmüştü. Deniz ne yapacağını düşünmeye başladı. En rahat yol internetten sipariş etmekti. Buna karar verdi.
Fakat seçim yaparken meraklı meraklı baktığını arkasında onu izleyen öykü söyledi ona. O da şaşırdı ve beraber güldüler. Beraber seçip hemen sipariş ettiler. Ertesi gün gelmişti. Ve günümüze geldik yine.
Deniz erkenden uyanmış kelepçenin bir tarafını kendine takmış diğer tarafını öykünün bileğine takarken öykü uyandı. Uyku sersemi bir halde önce denize sonra bileğine baktı. Bugün müydü o gün diyerek denize baktı ve deniz onu da kelepçeledi.
Kahvaltı hazırlarken sorun yaşamadılar. Birbirlerine yardım ederek aşıyorlardı sorunu. Kolay olacak galiba diye güldüler. Fakat ilk sorun banyoda ortaya çıktı. Deniz erken kalktığı için duşunu almıştı şimdi ise öykü duş alacaktı.
Fakat öykü duş almaya kalkarsa deniz tekrar ıslanacaktı. Deniz istemiyor öykü ise hadi ama! Diyordu. Ortak bir çözüm bulmaya çalışırlarken tek çözüm denizin tekrardan duş alması idi. Beraber duşun altına girdiler. Öykü duş alırken deniz fark etmediği çok şey olduğunu anladı. Öykünün saçlarının teninin güzelliği gibi. Bu kadar dikkatli bakmamıştı daha önce. Öykü onhn bakışlarını görünce sapık diyip suyu ona doğrulttu. Bir süre çocuklar gibi su ile oynadıktan sonra duştan çıktılar.
Üstlerini giyindiler. Ve ikinci sorun burda ortaya çıktı. Dışarda nasıl gezeceklerdi böyle? O yüzden bileklerini kapatacak uzunlukta şeyler giydiler. Ve dışarı çıktılar.
El ele tutuşmuş gibi yürüyordular. Bu rahatsız etmiyordu hatta kelepçe yokmuş gibi hissediyordular. Bugünü tutsak gibi yaşayacaklardı oysa. Aksine eğleniyorlardı.
Bazen ise sanki suçlu, kaçak gibi hissettiklerini söylediler birbirlerine. Ama bu onları daha çok eğlendiriyordu. Günü daha önce yapmadıkları şeyleri yaparak geçirdiler. Her yere beraber gittiler lavaboya dahi. En çok da o zorladı. Aynı kabine girmeleri gerekti. O yüzden insanları beklemek zorunda kaldılar.
Ufak öpüşmeler yaşadılar bu anlarda. içlerinde tatlı heyecanlar yaşadılar bu anlarda. Günü bitirip eve geldiklerinde neden daha önce bu kadar beraber vakit geçirmedik ki biz diye sordular biribirlerine.
Iki ev arkadaşıydı çünkü. Aralarında gizli saklı şeyler olmamıştı. Ama bugünkü gibi güzel gün yaşamamışlardı. Ve daha önce bu kadar özgür bu kadar eğlendikleri bir gün olduğunu hatırlamıyorlardı.
Ve kelepçeyi çıkarırlarken sanki özgürlükten tutsaklığa geçmiş gibi hissederek biribirlerine baktılar.
https://galeri.uludagsozluk.com/r/1805916/+ https://galeri.uludagsozluk.com/r/1805917/+
Büyücü geleneklerine sahip bir ailenin kızıydı. Köklü bir gelenekleri vardı. Dışarıdan görüldüğünde herhangi bir farklı yönü yoktu. Konuşmasında da öyle. Sadece yanında taşıdığı defter ve bazı kitaplarda onun büyücü halini görebilirdi dışarıdan bakan biri.
Kasabaya yakın bir köyde yaşıyorlardı. Köylülerle ailesinin ve kendisinin arası iyi gibi gözükse de bazı aileler bu genç kızın ailesinin cadı olduğunu düşünüyordu. Ama seslerini fazla çıkarmıyorlardı. Çünkü genç kızın ailesi yardımsever ve komşularla iyi anlaşan insanlardı.
Bir açıklarını arıyorlardı bu ailenin o yüzden. Nedensiz bir kin ve düşmanlık besliyorlardı. Ama aradıkları fırsat hiçbir zaman ellerine geçmediği için kuduruyorlardı.
Bu durumdan sıkılmışlardı artık ve açık aramak yerine kendi planlarını devreye sokacaklardı. Köylülerin geçim kaynakları ekinleri ve hayvanları idi. Ve ailenin genç kızı hayvanlarla vakit geçirmeyi severdi. Evine giden yol da ekinlerin yakınınından geçiyordu.
Planları belliydi. Ve uyguladılar. Önce hayvanları zehirleyip sonra da ekinlere zarar verdiler. Ve sadece o ailenin olanlarına zarar vermediler.
Herkes sabah olup da bu durumu gördüğünde hem şaşırmış hem yıkılmış bir hale geldiler. Nedenini arıyorlardı. Tam bu anda genç kızın ailesine kin besleyenler dedikodu şeklinde bütün olanların o ailenin suçu olduğunu söyledi. Kanıt olarak da genç kızın o yerlerde vakit geçirmesini gösterdiler.
Köylü sanki aileyi tanımıyormuş gibi bu sözlere inandı ve aileyi ya burdan gidin yada orta çağda yapılanları yine yaparız dediler. Aile ve genç kız ne kadar laf anlatmaya çalışsa da işe yaramıyordu.
Bunu görünce bütün her şeylerini toplayıp gitmeye karar verdiler. Oysa onlara inanan biri vardı köyde. Bu kasabadan köye gelen bir müzisyen idi. Köydeki gençlere müzik eğitimi verirdi. Bu genç kızda eğitim verdiği ve yetenekli gördüğü biriydi.
Dahası, kin besleyen aileler planı uygularken onları görmüştü.
Genç kız ve ailesi eşyalarını toplayıp dışarı çıktıklarında köylülerin yüzündeki utanç ve mahcup ifadeleri gördüler. Ve müzisyeni.
Aile ne olup bittiğini öğrendiklerinde müzisyene minnetlerini sunarken genç kız müzik eğitimi karşılığında köklü geleneklerini genç müzisyene öğretmeye başladı.
Erotizm dolu bir görüntü mü? Belki. Bir ayak fetişistliği öyküsü mü? Daha fazlası.
Fotoğrafı gördükten sonra insanların aklında mutlaka farklı düşünceler ve fotoğrafın devamı oluşacak. Benim aklımda ise fotoğrafın tamamı oluştu bile.
Sessiz bir an. Günün yorgunluğu atılmış, bir kanepeye kendini bırakış yaşanmış. Kızın ayakları kendine doğru çekilmiş bir pozisyonda iken erkek kanepeye oturduğunda ayaklar kucağa uzatılıyor. Erkek gözlerini kıza çevirdiğinde neşeli gülümsemesini görüyor. Ortam sessiz. Sadece ikisi arasındaki ortal iletişim dünyasının arka planında çalan hafif bir müzik var.
Bu bir oyun bir gülmece. Erkek kızın ayaklarını ellerinin arasına alıp okşuyor. Ve öpücüklerle süslüyor. Kıza hiç bakmıyor. Kızın narin ayaklarıyla ilgili gibi görünüyor o an. Ama değil.
Öptükten sonra kızın ayaklarını dizlerinin ucuna doğru çekip başını ayaklarının üstüne koyup kıza bakıyor. Kız da ona. Sessiz ve mutlu bir an.
Belki okuyanlar, fotoğrafı görenler erotik bir öykü beklemiştir. Fakat erotizmin arkasındaki fotoğrafta mutlu ve neşeli anlar saklıdır. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1805371/+
Yağmurlu hava, en sevdiği hava idi. Üstüne montunu alır yorulana kadar sırılsıklam olana kadar gezerdi. Bu havanın onda etkisi farklıydı. Derinlerine işleyen soğuk onu sırılsıklam yapan yağmur damlaları ve sokağın sakinliği onun için bulunamayacak bir ilham kaynağı sunuyordu.
Yine böyle bir havada dışarı çıkmıştı. Insanların koşuşturmacasını sokakların birer birer azalmasını cadde üstündeki kafelere sığınan insanları izliyor yağmur damlalarının rüzgarın sesini dinliyordu.
Hayal gücü her zaman yüksek olurdu. Bu anda da öyleydi. Kafasının içinde gördükleri ve duydukları ile uçsuz hayaller kuruyordu.
Sıcak bir kahve istedi canı hayal kurarken bir kafeye gidip bir kahve aldı ve cam kenarındaki masaya oturdu. Manzarasının bir kısmı cadde üzerine bakarken bir kısmı ise tenha bir yere bakıyordu. O tenha boşluğa bakmak hayallerinin de şiddetini arttırmıştı.
Bir an gölgeler görür gibi oldu. Önemsemedi. Gölgeler yerini bedenlere bıraktığında ise kahvesini boğazında bırakan kanını donduran o olayı gördü.
Bir kadın birini bıçağıyla delik deşik ediyordu. Kadın etrafına bakındı. Görgü tanığı istemiyordu. Oysa gören biri olmuştu.
Beyaz teni daha da bembeyaz olmuştu bu olayı gördüğünde. Bu haline kafenin çalışanları bile korkmuştu. Kekeleyerek iyiyim diyebildi sadece. Gördüklerini anlatamadı.
O tenha yere vuran ay ışığı yeri aydınlattığında ise yağmur suyunun renginin kırmızıya nasıl döndüğünü görmüştü.
Ordan kalkıp paranoyak bir halde evine gitti. Sonrasında ise ne polise gitti ne de birine bu olayı anlattı.
O sevdiği hava ise o andan sonra aklında canlanan o görüntülerle korkmasına neden oldu. Yağmurlu her havada o anları tekrar tekrar yaşadı kendi içinde.
Fotoğrafı ilk gördüğümde bariz olan detayı görmemiştim. Tekrar baktığımda fark edebilmiştim. ilişkiler konusunda ilişkilerdeki tutku ve günümüz ilişkilerinin sanallık karşısında yenik olduğunu özetliyor biraz.
Gerçekten böyle mi? Fikrimiz olabilir ama net bir cevap da veremeyeceğimiz bir konu. Sanallık konusunda ise kesin bir yanıt verebiliriz. Çünkü sanal dünya gerçek dünyanın geçmiş bir halde ve sadece aşk ilişkisi anlamında değil bu.
Ve elbette bunu da anlatıyor. Günümüzde insanlar telefonlarından başlarını kaldırmıyor. Teknoloji insan kontrolünden çıkıp insanları kontrol aşamasına gelmiş durumda. Nedeni de çok basit. Sanal yaşanılan dünyada her şey kolay ve rahatlıkla ulaşılabilir durumda. Bu da insanları cezbediyor. Ama insanlar bunu yeterli miktarda kullanmak yerine kapılıp gidiyor. Bir eleştirinin sadece sözlerle değil bir fotoğraf, resimle anlatılması daha etkili olabiliyor. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1804936/+
Bu resmi gördüğümde aklıma narcissus un hikayesi geldi. Yani narsistliğin mitolojik öyküsü. Sonra yeniden o öyküyü okumaya karar verdim. Ve daha önce okumama rağmen aklımda eksik kaldığını fark ettim. Sonra düşündüğümde bu hikayeyi bilen çoğu insanın da böyle hatırladığına emin oldum.
Narcissus kendine aşık olan bir karakter değildi. Bu ona verilen bir cezaydı.
Oysa günümüzde insanların narsistliği bir ceza değil bir karakter özelliği haline gelmiş durumda. Ve hayır ben değilim diyen bir insan da kendini kandırıyordur. Çünkü az yada çok hepimizde bu özellik var.
Önemli olan ise bunun gücünün farkına varıp kontrol altında tutmak. Yoksa bu güç insanın kendisini kontrolü altına alır. Ve bu sözlükte ' narsist ' olan insan sayısı baya fazla.
Neyse resime gelirsek tam olarak narcissus hikayesini anlatmıyor. En azından ben böyle görüyorum. Sadece çağrışımları insanı farklı yerlere yöneltiyor. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1804450/+
Metropol denilen bu şehrin pis havası insanlarının ise insanlıktan ve insansı özelliklerden bihaber olması canını sıkıyordu.
Çoğu zaman sakin kalmaya çalışır ve umursamaz olurdu. Bunları yapmasa elinden bir kaza çıkması çok olasıydı. Bir dostu bir arkadaşı da yoktu bu şehirde. Doğduğundan beri burada yaşamasına rağmen. Hayali burada yaşamak değildi zaten.
Deniz çevresinde bir ege şehrinde yaşamak hayaliydi. Birkaç sefer gitmişti. Karşılaştığı insanlar şehrin havası her şey çok farklı gelmişti. O geçirdiği zamanları özlemişti.
Belki de o şehirlerden birinde yaşama arzusunun en önemli en büyük nedeni yazılarını o istediği hale getirmek için. Gördükleri ve yaşadıkları ile hayal gücünü beslemek. Bunu çok istiyordu ve o bunu isterken bir başkası onun bu hayalini yaşıyordu.
---------------------------
Onun hayalinin burada yaşamak olduğunu biliyordu. Gezmeye buraya geldiğinde arkadaşlarıyla oturduğu bir ağaç dibine gelmişti o. O gün tanışmışlardı. Ve o kendi şehrine metropolüne dönerken onu özleyeceğini hissetmişti. Yine de bu yaşadığı kasabada mutluydu. Doğduğundan beri buradaydı. Büyük şehirleri merak etmiyordu. Hem onun anlattıkları hem de akrabalarının yanına gittikleri zaman yaşadığı kendi deneyimleri o büyük şehirleri sevmemesine yetmişti.
Burada arkadaşlarıyla ailesiyle ve doğa ile mutluydu sadece bir eksikti. Eksikliğinin farkındaydı. Buna rağmen gülüyor ve mutlu olmayı biliyordu.
Bu çizim günümüz ilişkilerinin temel sorununu anlatıyor. Hem de basit bir şekilde.
Bir ilişkiye başlandığında, erkek yada kadın karşısındaki o insanla tanıdığı sevmeye başladığı zamanki haliyle değil kendi karakterine göre zevklerine göre olan doğrularla şekillendirerek ilişkiye devam etme arzusunda oluyor.
Bu durum bir noktadan sonra patlak veriyor haliyle. Çünkü değiştirmeye çalışan karşısındaki değişmediği için değiştirilmeye çalışılan ise değiştirmeye çalıştığı için karşısındakinden sıkılıyor. Sonrasında da ortada ilişki diye bir şey kalmıyor.
Bir insanı tanıdığımız zamanki haliyle sevmemiz kabullenmemiz neden bu kadar zor? Neden illa kendimize göre değiştirmek zorunda hissediyoruz? Bu soruları sormalıyız kendimize.
Şöyle bir nokta var. Karşımızdaki insanda kötü olan onun içinde kötü olan noktalar olabilir bunu onunla beraber değiştirmek olabilir. Çünkü burada beraberce gelişme geliştirme var. Bencilce fikirler değil. Ki insanlar ilişkide bunu yapmalı. Birbirlerini kabullenip geliştirmeli. Değiştirmeye çalışmamalı. Bunu her türlü ilişkiye uyarlayabilirsiniz. Hepsinde sorun aynı ve çözümü de. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1803617/+
Her zamanki gibi bir sabaha uyandığını sanıyordu. Başına geleceklerden habersiz bir şekilde uyandıktan sonra yaptığı rutin işleri tamamlayıp okula doğru yola çıktı.
Arkadaşlarla mesajlaşmalar, okuldakilere geliyorum demeler ve okula geldiğinde dersten önceki rutin geyik muhabbetini yaptı yine.
Girdiği ders başarılı olduğu bir ders olmasına rağmen bu dersten bir o kadar da sıkılırdı. Çoğunlukla dersi dinlemez notları sınıftakilerden alıp çalışırdı. Derste ise defterini çıkarıp çizimler yapardı.
En son yaptığı ve tamamladığı çizimi ise çok sevmişti. Diğerlerinden farklı olarak bu seferinde sadece yüz değil bütün bir vücudu hatlarıyla çizmişti. O yüzden hem seviyor hem hayranlık duyuyordu bu çizime.
Yine o defterini çıkarıp bu çizim üzerinde son rötuşları yapacaktı. Fakat büyük bir sorun vardı. Çizim baktığı sayfada yoktu. Şaşırdı. Başka sayfada mıydı diye diğerlerine bakındı. Ama yok bütün sayfalara bakmasına rağmen hiçbirinde yoktu.
Büyük bir şaşkınlık yaşıyordu ve bunu yanındaki arkadaşları da fark etmişti. Ne olduğunu sorunca yok bir şey diyerek geçiştirdi. Defter bu defterdi. Diğer çizimler yerli yerinde o çizimim olduğu sayfada yerinde fakat ortada çizim yoktu. Biri mi sildi diye de düşünemedi. Çünkü silgi izi dahi yoktu sayfada.
Dersler boyunca aklında dolanıp durdu bu durum. Ve durgun bir ruh haline girdi. Arkadaşları fark ediyor soruyor fakat hepsini sadece kısa cevaplarla geçiştiriyordu.
Arkadaşlarına ne diyecekti nasıl anlatacaktı ki bu durumu? Kendi bile anlam verememiş iken.
Dersler bitmiş otobüse binip evinin yakınındaki durakta inmişti. Yürürken arkasından birinin sürekli onun girdiği yollara girdiğini fark etti birkaç sefer göz ucu ile baktı fakat yüzünü göremedi.
'Bir bu eksikti'
Adımlarını hızlandırıp kendini apartmanın içine atmayı başarmıştı. Apartmanın içinden dışarı baktığında ise kimseyi göremedi. Ne tuhaf bir gün dedi. Basamakları çıkıp evine girdi. Yine günlük rutinlerini yaptı.
Ne olduysa oldu diyerek çizimi yeniden çizmeye karar verdi. Masasına geçip oturdu. Tam kalemini alıp çizime başlayacak iken bir ses duydu ve arkasını döndüğünde korkudan donup kaldı. Kekeleyerek sen kimsin nasıl girdin evime dedi.
Karşısındaki onu takip edendi. Hala yüzünü görmüyordu. Takip eden, üzerindekileri çıkarmaya başladığında ise onun korkusu yerine büyük bir şaşkınlığa bırakıp 'SEN' diye bağırdı. Ama nasıl diye devam etti. Düzgün konuşamıyor kekelemeye devam ediyordu.
Karşısında duran onun çok sevdiği hayranlık duyduğu çizimin ta kendisi idi. Ama konuşmuyordu. Sadece elini kaldırıp havaya yazı yazıyordu.
Kendi yarattığı bu karakteri görünce içinde şaşkınlık korku ve sevinç bir araya gelmişti. Gözleri dolmuştu. Olanlara bir anlam veremedi.
Onun bu halini gören yarattığı karakter onun yanına gelip elini tuttu ve ona baktı.
Sen sen diyip hem gülümsüyor hem gözyaşı döküyordu. Yarattığı karakterin varlığını elinde hissedebiliyordu. Ve daha fazla bu ruh haline dayanamayıp bayıldı.
Uyandığında bir hayal olabileceği aklına geldi. Lütfen rüya olmasın lütfen rüya olmasın diyerek gözlerini açtı. Ve karşısında onu görünce sevinçle ona bakıp sarılıp kaldı odada. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1803038/+
Bir zamanlar ufak bir çocukken yaptığı şeyi yapıyordu yine. Aradaki tek fark bunu yaptığı yerdi. O zamanlar ailesiyle kaldığı evdeydi. Ama her zaman bunun için kaçardı. Çok uzak bir yere gitmezdi. Evlerinin yakınındaydı gittiği yer.
Şimdi ise bunu bu şehirde yapabileceği bir yer bulması çok zordu. Belki sahil kenarı. Ah! Ama orası çok gürültülü. Ve arabalar vızır vızır geçiyor. Orası olmaz. Bunu düşünüyordu.
Neyse ki çok sürmedi bulması. Fakat biraz yol sürüyordu. Buna aldırış e etmedi. Şehrin hemen biraz dışında tepe bir yer gibiydi. Gökyüzünü çok güzel gören bir yer.
Yere uzanıp gökyüzündeki bulutları izlemeye başladı. Hepimizin yaptığı gibi bulutları bir şeylere benzetiyordu. Çocukluğundan veri bunu çok seviyordu. Ve güzel bir yer bulup sakince uzanıp sadece hayal gücünü bırakacağı bir bulut arıyordu.
Bazen resimlerinde bazen de yazdıklarında bulutlarda gördüğü şekillerin çok faydası olmuştu. Hayal gücünü zenginleştirdiği özel şeylerdi onun için.
-seni seviyorum
+kanıtla
-ne yapayım
+en yakın arkadaşının kalbini sök
çocuk en yakın arkadaşının kalbini söker ve kutuya koyar. kızın yanına gitmek için dolmuşa biner elini cebine atar ama para bulamaz. o sırada kutudan bir ses yükselir
Yanındaki kız arkadaşına dönüp bunu söyledi. Gözleriyle iki öndeki masanın yanında dursn kediyi gösterip. Neden diye sordu kız arkadaşı.
Baksana, kadınlar gibi umursamaz ve asil bir duruşu var. Gülümsemekle yetindi kız arkadaşı. Sadece bu değil dedi adam. Susmayacağı beliydi.
Anlat öyleyse dedi kız arkadaşı. Ve adam da anlatmaya başladı.
Mankenlerin ve etkileyici yürüyüşün sembolü olan catwalk mesela. Kadınların kedilerden aldığı bir yürüyüş şekli. Ve başarılı da görünüyor.
Sahiplenicilik de öyle. Bir insan kediyi sahiplenmez. Öyle olduğunu zanneder ama aslında sahiplenen her zaman kedidir. Kadınlar için de böyle değil midir? Sahiplendiğimizi, koruduğumuzu sanırız ama asıl sahiplenen siz olursunuz.
Kız arkadaşı bu benzetmeye güldü. Yapma ya, dedi. Adam, daha bitmedi dedi gülerek.
Sevgi konusunda, kıskançlık konusunda da benzerler. Bunu sende iyi biliyorsun diye hatırlattı bir zamanlar evinde olan kedisini. Kendisine karşı olan tırmalamalar ve bakışlarını.
Önlerindeki kedi vücudunu esnetirken gördü ve kız arkadaşına döndü. Bak şunun esnekliğine. Bir erkek kadın kadar esnek olamaz ve zariflik konusunda yine kedilerle çok benziyorsunuz. Kız arkadaşı merakla dinliyordu adamı.
Gülerek devam etti adam sözlerine. Ve cezbedicilik konusunda da ortak noktalarınız var. Bu konuda erkek kedilerinde çok çektiğini düşünmeden edemiyorum diyordu. Herkes sahiplenmek ister sevmek ister. Gördüğü yerde onları izlerler. Tıpkı bizim sizlere karşı duyduğumuz hisler gibi.
Ve onlar da okşanmayı sever gevşer güvende hisseder rahatlar. Bunu sadece benimsediği insanla yapar sizler gibi.
Kız arkadaşı adamın bu sözlerinden sonra bir kedi gibi sırnaşıp sokuldu ve başını adamın omzuna koyup tutkulu bir kedi gibi miyavladı. ikisi de bu ana gülerken adam kız arkadaşının belinden sarıldı. Kedi de yavaşça uzaklaştı oradan.
Öykü değil de bir anlatım olacak bu sefer. Öylesine bir konuşma. Basit bir çizimle sevginin gücünün anlatılmasını konuşacağım.
Aşkı anlatmayacağım. Öncelikle bu ayrımı yapmak isterim. Sevgi ile aşk arasında keskin bir ayrım vardır ve ben sevgiyi anlatacağım. Aklınıza hemen sevgili gelmesin sevgiyi her insana hissedebilirsiniz. Bir dost, bir arkadaş, aileye karşı.
Sevgi, olumlu olarak nitelendireceğimiz duyguların en yoğun ve en güçlülerindendir. Bir bakın etrafınıza ve yaşamınıza. Sevdiğiniz arkadaşlarınızla sevdiğiniz insanla geçirdiğiniz vakitlere bir de sadece tek başına geçirdiğiniz yada sevmediğiniz bir ortamda geçirdiğiniz vakitlere.
ikisi arasında en net ayrım, birinde bir boğulma hissi sıkılma hissi bastırırken diğerinde her duyguyu yaşayabilirsin. Ve vaktin nasıl geçtiğini de anlamazsın.
O yüzden bu çizimde bu ayrımı basit ama net bir şekilde anlatmayı başarmış. Mesela nefret duygusu. Bu da güçlü bir duygudur. Fakat sizi yiyip bitirebilir. Sizi sevdiğiniz şeylerden alıkoyar.
Seçiminizi iyi yapın o yüzden. Bütün güçlü duygular sizin. Ama daha önemlisi bu güçlü duyguları iyi seçebilmek. Bunu başarınca bir mutluluk güzel bir an tadabilirsiniz.
Büyük bir çiftlik değildi. Ve bir ışık görmemişti çiftliğin içinde. Tuhaf gelmişti bu durum. Daha saat yatılacak kadar geç değildi. Boş gibi de değildi. Çünkü çiftliğin içinde gözüken arabalar terkedilmiş arabalara benzemiyordu. Garip dedi.
Çiftliğin girişine kadar gelmişti. Bağırmakla sessizce girmek arasında kalmıştı. Ortamın garipliğini düşünüp sessizce girmeye karar verdi. Ve girmesiyle donup kalması bir oldu. Yine duymuştu o sesi. O derinlerden gelen çığlık sesini. Bu sefer nerden geldiğini biliyordu.
Çiftliğin ortasında büyük bir ev bir kenarında ahırlar ve eve belli bir mesafede olan müştemilat vardı. Ve ses ev ile bu müştemilatın arasından gelmişti. Sesi duyduktan sonra hemen saklanmıştı. Ürpermişti. Soğuktan mı yoksa karanlığın içinden gelen korkudan mı. Buna cevap arayacak durumda değildi.
Cesaret, soğukkanlılık yada aptallık ne derseniz deyin. Düşünmeden sessizce oraya gitmeye karar verdi. Içinden geçenler ise başkaydı. Ses neden nerden geldi neden kimse yada bir ışık yok. Saçma mantıksız diyordu.
Müştemilata yaklaşırken yeni bir şey fark etti. Müştemilatın arkasında ufak bir depo yada malzemelik olarak kullanılabilecek bir yer vardı. Tam hareketlenecekken adım seslerini duyup olduğu yerde kaldı.
Bu esnada, kendini sorgulamaya başlamıştı. Ne yapıyorum ben neden kaçmadım ki? Korkusu artmaya başlamıştı. Ama kaçamazdı da. Başına ne gelirse gelsin ilerlemeye devam edecekti. Adım sesleri uzaklaşınca tekrar harekete geçti.
Ayağındaki şişlik iyice büyümüş ve yürümesini iyice zorlaştırır bir haldeydi. Dişlerini ve yumruklarını sıkmaktan iyice bitkin hale gelmişti. Ama varmıştı o ufak yere. içeri baktığında çığlığın kaynağını da bulmuştu.
Genç bir çocukla bir kız. Bağlı bir halde buradaydı. Gözlerinde korku ve umutsuzluk vardı. Üzerlerinde kanlar ve darp izleri kıyafetlerinde ise burada ne kadardır kaldıklarını belli eden izler vardı.
Çabuk olmalıydı. Ama ipler sıkıca bağlanmıştı. Çözemiyordu. Etrafına bakındı ne bulabilirim diye. Köşede körelmiş bir bıçak vardı en iş görebilecek. Kesmeye çalışırken etrafı da dinliyordu. iyice uğraştıktan sonra çocuğun iplerini kesmeyi başarmıştı. Ve ikisi kızı da iplerden kurtardı. Aklında sorular var ama bunu soracak bir vakit yoktu.
Genç çocuk sessizce anahtarını gösterdi. Adam içten içe sevinmişti. Fakat hala kurtulabilmiş değillerdi. Ve evdekilerin yada bu genç çiftin kim olduğu da belli değildi. Kimse gelmeden arabaya doğru yöneldiler. Adam ayağını iyice zorlayarak atıyordu adımlarını artık. Arabanın yanına gelmişlerdi. Ortalıkta kimse de görünmüyordu.
Fakat mutlu an fazla sürmedi. Nerden geldiği belli olmayan iki aç vahşi köpek kız ve çocuğa saldırmıştı. Adam kurtaramayacağını anlayınca yere düşen anahtarı aldı. Arabanın içine bindi. Çocuk ile kızın çığlıkları beyninde yankılanıyordu. Ama onlara artık yardım edemezdi. Sesleri duyan evin içindeki ise dışarı çıkmış arabaya doğru geliyordu. Adam ise hızla arabayı çalıştırmaya çalışıyordu. Adrenalini tavan yapmıştı. Kahretsin çalış çalış diye bağırıyordu.
Sonunda dedi araba çalışırken. Etrafa bir anlık baktığında ise hatırlamak istemeyeceği şeyler görmüştü. Gözünden yaşlar akmaya başlamıştı. Duygusal bir an yaşayamazdı. O yüzden gaza bastı. Ve çiftliğin girişindeki tahtaları yıkarken arkaya baktığında bir karaltı içinde o adamı ve yerde parçalanan gençleri gördü.
Orada ne olduğunu bilmeden sadece kendini kurtarabilmişti. Yada kendini kurtarmak istemişti...
En son hatırladığı şey, kestirme bir yol olarak gördüğü orman yolunda yaptığı kazaydı. Arabası pert olmuş, telefonu da o kaza esnasında kaybolmuştu. Beklemek yerine yürüyerek bir yerlere varmayı birilerine rastlamayı tercih etmişti. Fakat saatlerdir yürümesine rağmen karşılaştığı tek canlı ormandaki hayvanlardı.
Kendinde ise ağır bir hasar yoktu. Ufak tefek çizikler ve sendeleyen bacağı dışında.
Kestirme konusu yüzünden kendisine küfürler ediyordu. Şu halime bak diye geçiriyordu içinden. Hava gecenin simsiyah haline bürünmeye başlamıştı yavaştan. Şimdi ne bok yiyeceğim dedi kendi kendine.
Yorulmasına rağmen durmak istemedi. Durursa ormandaki hayvanların bir şey yapmasından korkuyordu. Ve kenarından yürüdüğü orman yolunda arada denk gelen ışıklar olmasa korkudan altına edebilirdi. Sendeleyen ayağı iyice zorlamaya başlamıştı.
Tam biraz durayım dinleneyim diyecekken ormanın derinliklerinden tuhaf sesler geldi. Tanıdığı bir hayvan sesi gibi değildi. Daha derinden ve çığlık sesine benzer bir sesti. Bunu duyunca ayağına rağmen yürümeye devam etti.
Korku iliklerine kadar işler bir haldeydi. Nefesi yoğunlaşmış kalbi hızlanmaya başlamıştı. Sürekli etrafa bakar bir hale gelmişti. Bakmadığı yer kalmasın istiyordu. O yüzden hiç olmadığı kadar keskin gözlerle bakıyordu çevresine.
Nerden girdim bu yola saatlerdir tek bir araba bile geçmedi. Ah aptal kafam diye dövünüyordu. Aptallığının cezasıydı bu. En sonunda gücü iyice bitince bir ağacın önüne oturup yaslanmaya karar verdi. Sendeleyen ayağına bakınca şiştiğini gördü. Bir bu eksikti dedi.
Soluklanırken etrafına bakmayı ihmal etmemişti. Ve hafif ormanın içine doğru uzakta ışıklar olduğunu gördü. Bunlar yol ışıkları olamazdı. Bir şansını denemek istedi. Yerinden zorla da olsa kalktı. Ve yavaş yavaş o ışıkların olduğu yere doğru gitmeye başladı.
Yaklaştıkça ışıkların etrafında bir çiftliğin olduğunu gördü. Ne kadsr güvenilir olabilir orafa birileri varsa bu düşünce aklında dolanmaya başladı. Fakat başka da yapacak bir şeyi yoktu. Ya oraya gidecek yada sabaha kadar ormanın içinde kalacaktı.
Seçimi elbette oraya gitmek oldu. Özellikle de duyduğu hayvan seslerinden sonra...
Diğer balıkçılarla şakalaşıyordu her zamanki gibi. Biraz keyfine yapıyordu bu işi. Balığa çıkar tutarsa kendine kadar tutar pişirip yerdi. Çoğu zaman diğerleriyle laflar onlarla atışırdı.
Balığa çıkma vakti gelmişti. Teknesini hazırlayıp son detaylara da baktıktan sonra denize açıldı. Hava çok açık değildi ama kapalı da değildi pek. iyice açıldıktan sonra durdurmuştu tekneyi. Beklemeye başladı.
Denizi izliyordu beklediği zamanlarda. Ona bir ferahlık sağlıyordu. Telefonun pek çekmediği bu yerde anca böyle geçirebiliyordu vaktini. Yine bir iki saatini geçiriyordu ama balık yok gibiydi.
Havada bir tuhaflık vardı. Aniden bozmuştu. Tekneyi telaş halinde toplamaya ve dönmeye hazır bir hale getirmeye uğraşıyordu. Hava ise ondan daha hızlı davranıyordu. Bir fırtına çıkmış dalgalar büyümüştü. Teknenin kontrolü iyice zorlaşmıştı.
Dalgalar iyice büyüyüp teknenin içine su doldurmaya başlamıştı. En son gelen dalga ise teknenin içine düşürmüştü onu ve bayıltmıştı.
Gözünü açtığında ise bir kayalığın dibinde gördü tekneyi. Ne olduğunu hatırlamıyordu ve nerede olduğunu da bilmiyordu. Sersem bir halde nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kayalığın diğer ucuna baktığında ise donup kalmıştı.
Bir hayal görüyor olmalıyım diye gözünü tekrar tekrar kapayıp açtı. Ama hayal görmüyordu. Kayalığın diğer ucunda saf, duru güzelliği ile bir deniz kızı duruyordu. Hayranlık uyandıran bu güzellik onu korkutmuştu da. Kayalığın çevresine bakındı başka var mı diye. Ondan başka hiçbir şey görünmüyordu.
Deniz kızı birden yan tarafa dönüp bakınca bakışları büyülemişti sanki. Bu kadar mesafeden net bakışlar karşısında büyülenip kalmıştı. Ne yapacağına karar vermeliydi. Tekne büyük bir hasar almamış hava da açmıştı. Hemen kaçabilir dönebilirdi. Yada kimsenin göremeyeceği bu varlığın yanına gidebilirdi.
Bu kararsızlıkla teknenin içinde dururken deniz kızının suya inip ona doğru yüzmeye başlamasıyla yanında bitmesi sanki saniyeler sürmüştü. Teknenin yanındaki kayalığa çıkıp ona bakıyordu. Onun ise nutku tutulmuştu.
Deniz kızı konuşmaya başlayınca ise artık savunma mekanizması tamamen yerle bir olmuştu. Onun etkisindeydi. Ve tekneden inip yanına oturdu. Düşünme yetisi kalmamıştı sadece deniz kızının konuştuklarını dinliyordu.
Havanın kararmasına az kalmıştı ve dönmesi gerekiyordu. Çünkü her zaman hava kararmadan döndüğü için gecenin karanlığı için yeterince ışığı yoktu. Ama bunu düşünemiyordu. Düşünebildiği tek şey hayran olduğu aşık olduğu bu deniz kızı idi.
Güneşin tamamen batmasına yakın deniz kızı onun dudaklarına ölümcül hamlesini yapıp öpücüğü kondurdu ve kayalığın diğer ucuna çağırdı onu. Koşulsuz itaat edercesine dediğine uydu ve yürümeye başladı. Ve ilerledikçe sesler duymaya başladı tedirgin edici ürkütücü bağırışlara benziyordu bunlar. Kayalığın ucuna geldiğinde ise gördüğü manzara kanını dondurmuştu.
Onunla beraber balığa çıkan arkadaşlarından biri deniz kızlarının arasındaydı. Ve parçalanıyordu. Onunla konuşan deniz kızı ise ona bakıp gülüyordu. Geriye baktığında ise teknenin etrafında da olduklarını gördü.
Güzelliğin etkisine kapılıp kalmıştı burada ve kaçış noktası yoktu. Bunları düşünürken çoktan yanına ulaşan deniz kızları onun da kanını etrafa saçmaya ve parçalamaya başlamıştı.
Büyüleyici güzelliğin ardındaki bu vahşilik ona çok iyi bir ders olmuştu ama bu ders parçalanmasıyla son buluyor ve ağzında kendi kanıyla karşısında duran o deniz kızını ve gülmesini görüyordu.