Nezle-grip arası bir hâl, sol kulağın kendiliğinden tıkanıp tıkanıp açılması ve vize haftası için hazırlanacak ödevler. Çok güzel bir hafta diyerek kendimi güldürmeye çalışsam da zor bir hafta, atlattığımda çok rahatlayacağıma eminim.
Uzun zamandır hissetmediğim' nedensizce uzak durma' hissi de yine kendini hissettiriyor bu sıralarda baş etmem gerekenlerden bir diğeri.
Hikâye dışında bu sefer bunları dökmek istedim içimden.
Tıkırtılar geliyordu aşağıdan. Uyku sersemi haliyle seslerin ne olduğunu tam olarak kestiremiyordu. Kendine gelip etrafına bakındığında odaya girilmemiş olduğunu bıçağının hala yanında olduğunu görüyordu. O halde bu sesler ne diye geçiriyordu içinden.
Adrenalin seviyesi yükselmişti. Belki korkusu da. Hiç bilmediği bir şey bir kişi ile yüzleşme aşamasına gelmek üzereydi. Bu kaçınılmaz diyordu içinden. Ben aşağıya inmesem bile o sesin sahibi buraya çıkacak sonunda düşüncesi yer edinmişti zihninde.
Aşağıya inmeden önce bacağına baktı acısı bugün biraz daha hafifti. Biraz zorlama ile rahat hareket ettirebiliyordu bir nebze de olsa. Sonra çantasına baktı başka bir şey bulabilir miyim yanıma alabileceğim diye ama ise yarar bir şey göremedi. Etrafa bakındığında da yine silah olarak kullanabileceği bir şey göremedi. Gördüğü tek şey güneşin doğduğu bu vakitteki gökyüzüydü. Bu görüntüyü seviyordu ve manzarası da harika görünüyordu aslında bu odanın. Böyle bir anın böyle bir durumun içinde olmasa oturup keyifle izlerdim dedi içinden. Yüzüne bir tebessüm otursa da aşağıdaki sesler kulağına yine geldiğinde gerçeğe dönme vakti diyordu.
Hazırlığını yapmış gibi görünüyordu. Eline bıçağını alıp sessizce ve yavaş hareketlerle kapının kilidini açtı. Kapıyı hafifçe aralayıp önce koridora sonra da merdivenin olduğu yere doğru baktı. Kimse görünmüyordu. Yavaş adımlarla koridora çıkıp merdivenlere doğru yürüdü. Sesler gelmeye devam ediyordu. Kalbi deli gibi çarpmaya başlamıştı. Tüm sessizliğiyle merdivene adımını atmış basamakları inmeye başlamıştı.
Merdivenleri indiğinde hâlâ sesin nereden geldiğini görmemişti. Sessiz bir şekilde durup sesi dinlediğinde sesin kendisinin de eve girdiği taraftan geldiğini anladı. Orada neler vardı diye zihnini zorlasa da hatırlayamamıştı. Ama sadece bir giriş yeri olmadığını biliyordu başka bir yer daha vardı orada.
Sessizce oraya doğru yürüyüp seslere iyice yaklaşıp oraya doğru baktığında gördüğü karşısında büyük bir şaşkınlık yaşıyordu...
Fotoğrafların hepsinde kendisi vardı. Çekildiği zamanlar da kazadan sonraki zamanlara aitti. Kazadan hemen sonra geceyi geçirdiği ağacın yanından bir fotoğraf, sapık adamın arabasına binerken bir fotoğraf, arabanın içinde geceyi geçirdiği zamana dair bir fotoğraf ve daha fazlası. Kim olabilir amacı ne bu kişinin diye söyleniyordu kendi kendine şok geçirmiş ve ürpermiş bir hâlde.
Müthiş yorgunluktan eser kalmamıştı gördüğü fotoğraflardan sonra. Ama ne yapması gerektiğini de bilmiyordu. Buradan çıksa dışarda daha da hızlanmış yağmurun altında bir gece bekliyor olacaktı, burada kalmak istese neyle karşılaşacağını bilmiyordu. Güveneceği tek şey arabadaki sapığı da korkutan bıçağıydı.
Başka şeyler de geçiyordu bu sırada aklından. Bu fotoğrafları çeken kişi burada yaşamıyor mu hele böyle bir havada neden burada değil eğer burada olsaydı bu kadar sese karşıma gelirdi ve neden sadece fotoğraflarımı çekmekle kalmış en savunmasız anlarımda dahi çekmiş ama bir şey yapmamış diye sorular soruyordu kendi kendine ama hiçbirinin cevabını da bulamıyordu.
Bir eline bıçağını diğerine de feneri alıp koridordaki diğer odalara bakmaya karar verdi en sonunda belki bir şeyler bulurum düşüncesiyle. Bir kapıyı zorladı sonra bir diğerini ve sonra bir başkasını ama hangi kapıyı zorlarsa zorlasın açılmıyordu. Hepsi kilitlenmiş sadece ilk girdiği oda kilitlenmemişti. Bu hem tedirgin halini hem de merakını arttırmıştı.
Kapılardan bir sonuç alamayınca odaya dönmüştü. Girdiği gibi anahtarla kapıyı kilitlemiş ve anahtarı kilidin üzerinde bırakmıştı en azından birisi gelse bile giremez böylece diye düşünmüştü. Yine de bir eline bıçağını alıp geceyi bu odada yatakta biraz dinlenerek geçirmeye kadar vermişti. Yatakta uzanırken bir süre uyanık kalsa da odanın sıcaklığı yatağın rahatlığı ve yorgunluk uykuya yenik düşürmüştü bedenini.
Tan vakti aşağıdan gelen seslerle uyanıyordu uykusundan...
Yorgunluktan adımları ağırlaşıyordu fakat durmaya da niyeti yoktu. Işığa doğru yaklaştıkça bu ışığın kaynağının bir evden geldiğini seçiyordu gözleri. Evin önündeki lambanın ışığıydı bu. Onun dışında evden herhangi bir ışık yada ve bir ses duyulmuyordu.
Evin önüne kadar gelmiş evi inceliyordu. iki katlı bir yapısı vardı ve nedense pek çok odası var gibi görünüyordu pencerelerin sayısından. Bir süre evi böyle inceledikten sonra kapıyı çaldı. Ses gelmedi. Bir daha çaldı. Yine ses yoktu. Kapıyı zorlamayı denedi ama ne kadar zorlarsa zorlasın açılmıyordu.
Kapıyı açmayı başaramayınca evin çevresinde dolaşmaya karar verdi. Belki bir giriş yolu bulurum diye düşünüyordu. Evin çevresini dolaşmaya başladıktan sonra evin ön girişi dışında bir girişi daha olduğunu gördüğünde şansını bir de buradan denemek istedi. Kapıyı zorladı ve bingo! Buradaki kapı açılmıştı.
Evin içine girip ışıkları açmaya çalıştığında ise elektriğin çalışmadığını gördü. Ev o kadar eski görünmese de terk edilmiş gibi bir havası vardı. Ne zaman terk edilmiş acaba diye kendi kendine sorduğunda bir cevap bulamadı. Belki de sigortalar atmıştır diye düşündü bir an ama şimdi nerededir kimbilir bu karanlıkta bulamam onları diyerek sabaha bıraktı bu planını.
Aklına çantasında bir el feneri olduğu gelmişti şimdi aklına. Ah nasıl oldu da unuttum ben bunu diyerek çantasından el fenerini çıkardı ve evi gezmeye başladı. Eşyalar yerli yerinde görünüyordu. Hani kırık yada eskimiş gibi durmuyorlardı. Şaşırmıştı buna. iyi de o zaman neden kimse yok ve neden böyle bir yerde bu ev var diye düşünüyordu içinden.
Ayakları ve bedeni artık uyumak için bir yer aramak istese de içindeki merak hissi onu evin içinde gezdiriyordu. Bu merak duygusuna karşı koyamıyordu. Belki de bu heyecanı seviyordu. Evin mutfak kısmına girdiğinde bir kez daha şaşırıyordu. Mutfaktaki dolabın içinde hiç de eski olmayan yiyecekler ve içecekler vardı. Bu aklına takılmasına rağmen evin içinde gezmeye devam ediyordu. ilk katta birkaç odayı gezmişti ama çok dikkatini çeken bir şey olmamıştı. ikinci kata doğru yöneliyordu.
ikinci kata çıktığında artık zihni de yorgunluğun etkisine girmiş yatacak bir yer arıyordu. Bu katta oda sayısının çokluğu konusunda haklı olduğunu da görüyordu. Bir koridor ve pek çok oda vardı. Bir yandan o odaları da merak ediyordu fakat artık yorgunluğu dayanılacak gibi değildi.
Koridorun başındaki odalardan birine girdi ve kapısını kapattı. Çantasını kapının önüne koydu yatağın yanına doğru yöneldi. Yatağın yanındaki komodinin üzerine eşyalarını koyacakken fotoğraflar olduğunu gördü. El fenerini fotoğraflara doğru yönelttiğinde olduğu yerde kalıp büyük bir şok geçiriyordu...
Firkat o sabah her zamankinden daha erken uyanmıştı, belki de sadece yataktan kalmıştı bu gece yatağında dönüp durmasına uyku denemezdi ama sabahki haline bir uyanış demeyi deneyebilirdi. Evdekileri uyandırmadan sessiz ve yavaşça ev işlerini halletmeye koyuldu. Derdin tek faydası bu herhalde diye düşündü, uykuyu boş verip kendini işe vermek. Ortalığı da toparlamışken ve herkes uyuyorken günün ilk kahvesini içmeliydi, evde her zaman bu sessizliği yakalamak kolay olmuyordu. Her gün kullandığı fincandansa sabahın sessizliğini ve yalnızlığını vitrinden seçeceği antika fincanla taçlandırmalıydı. Annesinin çeyizlik fincanlarını vitrinin adeta kabuk gibi sardığı bu halden kurtardı. Fincanı alıp mutfağa geçtiğinde bir an dengesini kaybetti, fincan mutfağın mermerinde paramparçaydı. Firkat biraz durdu, evdekilerin uyanmasından endişelendi. Saat hala oldukça erkendi, Firkat için olmasa da evdekiler için oldukça erken bir saatti. Içeriden homurdanma sesi bekledi, ortalık hala sessizdi. Bir oh çekip fincan kırıklarını topladı. Içinden nazar çıktı diye düşündü, bir an kahkasını içinde tutup fincana nazar değmişti herhal bana olacak değil ya dedi. Yine de o kahveyi yapacaktı, gece boyu içini kemiren bu huzursuzluğu bir kahve ve okumayla taçlandıracaktı bu sessizlikte.
Sonunda kahvesini yapmıştı. Kahvesini alıp odasında cam kenarındaki masasına oturdu. Şimdi vaktiydi, gece boyu özlemini içine atmıştı, o günleri tekrar hatırlamak istemiyordu, hatırlayıp üzülmek istemiyordu. Ama sabah gece boyu bölük pörçük uykulardan uyandığında bugün tekrardan hissedeceğim demişti kendine. Bu ketum haline en azından yalnızken bir dur diyecek ve kısa sürede olsa o günlere dair günlüğünü okuyacak gözyaşı dolu melankolik dakikalar yaşayacaktı. sonra eski yavan hayatına geri dönüp -belki cesaret ederse günlüğünü de atıp- tüm bunları unutacaktı.
Bu ‘günlük’ ilham sonucu yazılanlardan oluşmuyordu, içinde kalan heveslerden oluşuyordu. Belki de merhemdi, merhem olup olmadığını aylar sonra şimdi yazdıklarını okuduğunda anlayacaktı. Günlüğünden aheste aheste bir sayfa açtı, bu sayfa güzel günlere aitti, acele yazıldığı belliydi öyle anladı.
“ Az önce telefonu kapadım, sesini duyalı daha bir saat bile olmadı. Nasıl bu kadar özledim? Sesi bile o kadar elzem ki hayatım için. Çok kızıyorum kendime bu kadar yoğun yaşadığım için bazı şeyleri ama ne yapayım içime atamıyorum... Ona ördüğüm bere ve atkıyı verdiğimde gözleri doldu... vadesi var mı aşkın da? Çok korkuyorum ya varsa?...”
Bu sayfayı daha fazla okumaya devam edemeyecekti. Ona güzel günlerden hatıralar değil unutmaya yardımcı kötü günler lazımdı. Aşk zaten hala tazeydi, bu duyguları zamana karşı siper edip unutmayı erteleyemezdi. Bu sefer son sayfalardan birini açtı.
“ insanın kendi nasipsizliğinin farkında olması, bunun dinginliği içerisinde beklemesi çok acı. Bu aşkın içimdeki kadar yoğun ilerlemeyeceğini biliyorum. Bu aşkımı bitirmeme yardımcı olmuyor sadece nefesim daralıyor. Içim buruk... bir gün gitmem gerekecek, ne kadar ertelesem de olacak bu, biliyorum ‘kal’ demeyeceksin ve biliyorum benimle gelmeyeceksin. Aramızdakiler için tek taraflı bir özveri içerisinde olmak git gide daha fazla yoruyor beni. Benim için bizim için adım atmadın ve atmazsın. Biliyorum kendi yolunu çizdin... göçebe gönlün ‘biz’deki vaktini dolduruyor farkındayım. Çok kızıyorum kendime sana dair heveslerim yüzünden. Çok üzülüyorum, çok ağlıyorum ve çoğu gece uyuyamıyorum...”
Ağlıyordu. Devam etmeyecekti okumaya, pencereyi açtı soğumuş kahvesinden bir yudum aldı-zaten çok sıcak içmezdi-. Elini yüzüne yelpaze yapıp saçlarını geri savurdu. Defterin içindeki fotoğraflar düşmüştü, hepsini toparladı defterin arasına bir çift mavi küpe koydu. Şimdi evden çıkıp defterden kurtulmak kaldı diye düşündü. Gerçi defterden kurtulmak kolaydı. Kıyafetlerini değiştirmek için dolaba döndüğünde aynaya yaklaştı iyice, saçlarını at kuyruğu yapar gibi tuttu sonra sağ omzundan saldı;
“ Saçları kestirme vakti geldi...”
Güne gözlerini biraz üşümüş bir şekilde açıyordu. Fakat acısı biraz daha azalmış ve uykusunu biraz daha iyi almıştı bu sefer. Uyuyakalırken düşündüğü düşünceler geliyordu yine aklına hangisini seçsem diye düşünüyordu. iki seçenekte birbirinden daha bok olan seçeneklerdi.
içindeki keşfetme dürtüsünü dinlemeye karar veriyordu. Belki kötü bir tercih olacaktı fakat bunun önemli olmadığını düşünüyordu. Ormanın derinliklerine gidilecekti. Hem zaten bacağı daha iyi durumdaydı artık. Evet evet bunu yapmalıyım diye kendini motive ediyordu buna.
Son hazırlıklarını da yapıp çantasını aldıktan sonra arabadan inip ormanın içine doğru yürümeye başlıyordu. içinde bir yandan merak bir yandan heyecan bir yandan da tedirginlik vardı. Farkındaydı çünkü bilmediği bir yere girdiğinin. Ne kadar korkunç ne kadar keyifli olacağını bilmiyordu.
Her yer birbirine benziyordu ormanın içine ne kadar giderse gitsin bu değişmiyordu. Ormanın derinliklerine doğru gittikçe dışarıdan gelen sesler azalıyor hatta kuş sesleri bile azalıyor gibiydi. Yine de şanslı olduğunu düşünüyordu. En azından bugün hava açık gün ışıkları ormanın içine giriyor diyordu.
Yürüdükçe ormanın içinde ilerledikçe bir yandan tuhaf bir şekilde büyüleniyor bir yandan da yorgunluğu hissediyordu. Her ne kadar acısı daha azalmış olsa da bünyesi güçsüz kalmıştı bu birkaç günde. Aralarda mola verip dinleniyor sonra tekrar yola koyuluyordu. Fakat yorgunluktan daha büyük bir sorunla karşı karşıya olduğunu fark ediyordu dinlendiği sırada. Yanına aldığı yemek ve içecekler bitmek üzereydi. Şimdi sıçtım diye geçirdi içinden. Yine de devam etmeye kararlı görünüyordu.
Ne kadar yol gittiğini bilmiyordu. Sadece yürürken yolda kendisine eşlik eden bazı hayvanlar oluyordu. içindeki o tedirginliği onları severken atıyordu. Yoksa daha derinlere gittikçe ağaçlar daha sık hale gelip ürpertici bir his veriyordu.
Hava yine kararmaya başlıyordu. Kuytu bir yer bulup en azından geceyi geçiriyim yine diye düşünüyordu. Tam böyle bir kuytu yer ararken uzaktan bir parlaklık ışığa benzeyen bir parıltı gördü. Çok şaşırmıştı. Ormanın derinliklerine böyle bir şey bulacağını hiç düşünmüyordu. Ne yorgunluk ne bacağının acısı aklında şu an oraya gitmek vardı. Ve oraya doğru yürümeye başlıyordu içinde heyecan merak ve tarifsiz hislerle...
Sol elini onun bacağına koyup ona doğru yaklaştı. Aralarında bir iki dudak mesafesi kalmışken sağ elini cebine atıp oraya sakladığı bıçağını çıkarıp araçtaki kişinin gırtlağına dayadı ve seni sapık orospu çocuğu ne yaptığını sanıyorsun diye bağırdı ve arabayı durdurmasını söyledi.
Araçtaki kişi onun bu halinden korkmuş gibiydi. Aklından bu kadının böyle bir şey yapacağını geçirmiyor gibi görünüyordu. Ve hemen arabayı kenarı çekip durdurdu.
Araçtaki kişiye in arabadan diyordu. Bacağındaki acı bu olaydan sonra iyice artmış onu iyice sinirlendirmişti. Şu an gözü dönmüş bir haldeydi ve onu durduracak kimse yoktu. O sapığı arabadan indirince koltuğa kendi geçti ve ona dönüp sadece öfke dolu bir bakış attı.
Aklında motorunu alıp bu araba ile en yakın kasabaya ulaşma düşüncesi vardı. O yüzden bacağının acısına rağmen son gaz bir şekilde motorunun yanına doğru sürüyordu. Bir an ben ne yaptım düşüncesi oluştu kafasında ama sonra hak etti düşüncesi galip geldi.
Tam motorunun yanına geldiğinde arabanın benzin göstergesine baktı ve koca bir hasiktir çekti. Arabanın benzini bitmek üzereydi. Bravo diyordu bravo bir bu eksikti. Sinirinden arabayı yumrukladı siniri geçene yorulana kadar.
Kafasını kaldırıp baktığında havanın yine kararmaya başladığını ve yağmurun bu sefer şiddetli bir şekilde yağmaya başladığını görüyordu. Bir süre sessiz kalıp ne yapacağını düşündü ve en mantıklı şeyin geceyi arabada geçirmenin olduğuna karar verdi.
Arabanın dörtlülerini yakıp en azından biri geçerse görür belki diyordu sonra da koltuğu arkaya yaslayıp sabah ormanın içine doğru ilerlemenin mi yoksa o sapik herifin yanına gitmenin mi iyi bir fikir olacağını düşündü. Fena korkutmuştu onu çünkü yine korkutarak belki buradan çıkabilirim diye düşünüyordu.
Bugünkü yaşadıkları onu çok yorduğundan aklından düşünceler geçerken yağmurun sesleri ile uykuya dalmıştı...
Çiseleyen yağmurla uyanıyordu yeni güne. Bacağındaki acı biraz hafiflemiş görünse de derinden derine hissettiriyordu kendini. Yattığı yerden görebildiği kadarıyla yukarıya bakarken aklından hiçbir düşünce geçmiyordu. Boş boş bakarken ağacın tepesinde gezinin hayvanlar gözüne çarptı tam kestiremiyordu neler olduklarını ama onları görünce bir tebessüm etti.
Yavaş yavaş bugün ne yapması gerektiği aklına geliyordu. Daha doğrusu ne bok yiyeceğim bugün diye geçiriyordu içinden. Uyku tulumunun içinden yavaşça çıkıp bu yeni güne hazırlanıyordu. Yaranın acısı ayağa kalktığında kendini daha fazla belli etse de dişini sıkıp eşyalarını toplayarak çantasına koydu. Bugün bir kez daha denemek istiyordu şansını. Belki bir araba geçer diye umut ediyordu. motorunu olduğu yerde bırakıp yolun olduğu yere doğru kısa bir mesafeyi yürüdü. Yerde bulduğu uzun bir dal parçasını da destek olarak kullanıyordu bu acısını biraz daha hafifletiyordu. Yağmur da durmuştu sadece biraz esen bir hava vardı o kadar.
Uzun bir bekleyişten sonra tam umudunu kesip dönecek iken gelen bir arabayı gördü. El ederek arabayı durdurdu. Arabadaki kişiye motoruyla kaza yaptığını hiçbir araç geçmediğini vs anlatıyordu. Arabadaki kişi de bu yoldan pek araç geçmediğini yakınlarda bir kasaba olduğunu ve oraya kadar götürebileceğini söylüyor otorunu ise sonra alırız diyordu. Tamam diyerek araca binmiş ve çantasını da kucağına almıştı.
Bacağının acısı hala dudaklarını ısırtiyordu. Ara ara olsa da dayanilmayacak noktaya ulaşıyordu. Bir yandan da araçtaki kişi ile sohbet ediyor daha çok onun sorularını cevaplıyordu. Bir de onun anlattıklarını dinliyordu. En çok da buradan neredeyse hiç aracın geçmediğini anlatıyordu.
Bunları dinlerken araçtan dışarıyı da izliyordu. Çok büyük bir ormanın içinden geçtiklerini görüyordu. Bir an bu manzaralara dalmıştı. Araçla kısa bir süre gittikten sonra bu dışarıya daldığı sırada araçtaki kişinin elinin bacağında olduğunu ve okşadığını hissetti. Ve bir anda başını aracın içine çevirip araçtaki kişinin gözlerine doğru baktı ve...
Kaskının altından sarkan saçları geriye doğru uçuşarak savruluyordu. Yolun boş olmasının verdiği cesaretle gaza daha fazla daha fazla yükleniyordu. içinde büyük bir heyecan ve yükselme hissi uyanıyordu hızın her artışında. Sanki her an daha fazla özgürleşiyor gibiydi. Bunda büyük bir etken de girdiği yolun etrafının ormanlarla çevrili olmasıydı.
Böyle güzel hislerle doluyken kendisinin de anlamadığı bir nedenden dolayı dengesini kaybetmiş ve motoruyla yolun kenarına savrulmuştu bir anda. Motoru bir ağacın dibinde kendi ise motorunun bir iki metre yanındaydı. Her ne kadar kaskı başını korusa da vücudunun geri kalan yerleri için durum aynı değildi her ne kadar çok kötü yaralanmasa da. Vücudundaki sıyrıklar canını çok yakmıyordu fakat bacağındaki yara ayağa kalkmasına engel oluyordu.
Yavaş yavaş sürünerek motorunun olduğu ağacın yanına gelip onun da haline bakıyordu ve onun da durumu berbattı. Ayağa kalksa bile motorunun çalışacak hali yoktu. içinden küfürler ederek ağaca yaşlanmıştı. Ve yola doğru şöyle bir baktığında yoldan nerdeyse hiç aracın geçmediğini anlıyordu. Bunu anladığı zaman sanki bacağındaki yaranın acısı daha da artmıştı.
Berbat bir halde olduğunun farkındaydı. Bir yandan canı acırken bir yandan da ne yapacağını düşünüyordu. Bu halde ne bok yapabilirim diye geçiriyordu içinden. Bir araba bir araç geçmesini umut ediyordu fakat o ağacın dibinde geçirdiği bir iki saatten sonra boşa bir umut olduğunu çok net anlamıştı.
Saatler geçtikçe aklına daha kötü şeyler de geliyordu. Bilmediği bu ormanda başına ne gelebileceğini düşünüyordu, havanın kararmaya başlayacak olması da ayrı bir sorundu. Her şey böyle berbat bir haldeyken aklına çantası geldi. Onda kamp malzemeleri olacaktı. Bir çadır yapacak halde olmasa da en azından hava karardıktan sonra yatacak bir yeri olabilirdi. Sürünerek çantadan malzemeleri alıp motorunun yanına geçti ve motorunu ağaca güzel bir açı ile yaslayıp kendine altta içine sadece vücudunun üst kısmını sokup koruyacak kadar bir boşluk yarattı. Ve o boşluğunun üstünü de bir şekilde kapadı.
Bacağının acısının şiddeti gittikçe artmış ve artık zor dayanıyordu. Son gücüyle de uyku tulumunun içine girip yatmıştı. Aklında da bir sonraki sabah ne yapacağını düşünürken acıdan ve yorgunluktan uyuyakalmıştı ormanın gizemli sesleri eşliğinde.
Şarabın tadına daha yeni yeni alışmaya çalışıyordu. Pek çok içki denemiş olsa da şarabın tadı ona farklı geliyordu. Sevebileceği bir şarabı kolay kolay bulamazdı. Onun sevdiği tat sanki tanrılara layık olan bir tat gibiydi. Arkadaşı ona bir yer önermişti ona bugün de oraya gidiyordu. içinde büyük bir heyecan vardı giderken. Fakat sadece bir şarabı tadacağı için değildi bu heyecanı. Arkadaşının önerdiği yer bir kiliseydi. Ona son zamanlarda içinde merak heyecan ve farklı uyandıran yapılardan biri kısaca.
Şehrin içinde olsa da bir tepe gibi bir yerde kalan bir kiliseydi bu. Önünde ise deniz ve gökyüzü uzanıyordu. Yüzünde hafif bir tebessüm oluştu kilisenin böyle bir yerde olduğunu görünce. Ve kiliseye yaklaştıkça farklı duyguların etkisi altına giriyordu. Çünkü görkemli yapısı onda bir yandan hayranlık uyandırırken bir yandan da ürkütücü bir his veriyordu.
Kilise ile olan bu bakışmasını ise oradaki bir görevlinin sesi bozuyordu. O farklı duyguların etkisinden çıkıp arkadaşının söylediği o şarap mahzenini ve tadıp tadamayacağını sordu. Görevli sadece takip edin demekle yetindi ve ona şarap mahzenine kadar eşlik edip tekrar yukarı çıktı.
Ve işte karşısında tadabileceği pek çok türde şarap vardı. Tek tek denemek istiyordu hepsini ve öyle de yapıyordu her şaraptan ufak yudumlar alıyordu. Ve her şarabın tadı daha da güzelleşiyordu. Buna şaşırmıştı. Daha önce de pek çok şarap denemiş çoğunun tadı hoşuna gitmemişti. Burada ise her tattığı yudum daha da güzel bir his bırakıyordu dudaklarında. Ve o kadar şarabı tatmasına rağmen sarhoş olmamıştı. Sadece bir hoşluk yaratmıştı üzerinde.
Bir anda gözü duvarda bir noktaya takıldı. Ve sonra duvarın tamamına baktı. Sanki duvarın bu kısmı diğerlerinden farklı gibiydi. Merak edip dokunmak istediğin de ise orasının bir duvar değil de bir çeşit kapı olduğunu anladı. Bir koridora açılan bir kapı. Ve bu koridor duvardaki meşaleler ile aydınlanıyordu.
Koridorun sonuna kadar yürümeye başlamıştı. Nereye çıkacağını bilmeden merakıyla beraber yürüyordu ama içinde sadece hala o hoş duygu vardı. Ve koridorun sonuna vardığında karşılaştığı şey harika bir gün batımı manzarası oluyordu.
Ve koridordan dışarı çıkıp birkaç adım daha attıktan sonra aşağıya inen kısa bir yolu ve aşağıda bir kumsalı kumsalda ise sevdiği insanları görüyordu. Ve sonra bugünün doğum günü olduğu aklına geldiğinde ise onlara bakıp en şaşkın gülümsemesi ile gülümsemiş ve gülmüştü. Ve sevdiği insanların yanına inip hep beraber bu manzaranın bu güzel doğum gününün tadını çıkardılar.
Genç adam ile genç kadın önünden geçerken gördükleri kiliseden sonra kilisenin karşısındaki banklara oturup konuşmaya başlarlar.
Genç adam: bir yandan estetik bir yandan görkemli bir yandan ürkütücü ne tuhaf değil mi?
Genç kadın: evet, fakat böyle olmasa insanları nasıl çekebilirdi ki kendine.
Genç adam: o da doğru yoksa o kadar insanı bir bina ile büyülemek ve etki altına almak pek mümkün olmazdı.
Genç kadın: inşa ederlerken tam olarak amaçları buydu, insanları etki altına almak ve onları kontrol etmek.
Genç adam: öyle, fakat şimdi bizler bakınca bile bir ürperti bir hayranlık hissedebiliyoruz. Sahi sen ne hissediyorsun bakarken?
Genç kadın kendinden emin ve şuh bir gülümseme ile
Genç kadın: tuhaf şeyler hissediyorum, senin yada başka bir insanın hissettiğinden çok daha fazlası ve çok farklısı.
Özellikle psikoloji hakkında konuşmaktan zevk alan iki arkadaştı, Özgür ve Gece. Her zaman aynı görüşte olmasalar bile uyumlu davranırlardı birbirlerine karşı. Tam bir tartışma ortamı olurdu o anlarda aralarında. Genelde ikisinin de faydasına olan tartışmalardı bunlar.
Yine bir gün konuşurlarken ikisinin de ortak bir merakı oldu. Hipnoz gerçek miydi değil miydi, yapılabilir bir şey miydi eğer gerçekse. Pek çok soru sordular birbirlerine biraz uzun süren bir tartışma oldu. Ve denemeye karar verdiler tartışmanın sonunda.
Önce Özgür denedi. Filmlerden gördüğü ve okuduğu kitaplardan klâsik yöntemlerle. Pek işe yaramadı. Gece bunun karşısında Özgüre bakarak güldü. Özgürün biraz siniri bozuldu ve sen dene bir de o zaman dedi sinir olmuş haliyle.
Gece ise o klâsik yöntemlerin aksine Özgürün gözlerinin içine bakıp elleriyle ona dokunmayı tercih etti. Ve kendince onu trans haline sokabileceğini düşündüğü sözleri söyledi o an. Bunu odaklanmış bir şekilde yapıyordu. Ve bir an birkaç saniyeliğine gözleri karardı. Gözleri tekrar açıldığında ise kendi bedeni uyur bir halde iken kendisi Özgürün bedeninin içine girmişti. Bundan daha tuhafı ise Özgür ile hâlâ konuşabiliyor olduğunu fark etmesiydi. O da Gece gibi ne olduğunun farkında değildi. Evet Gece onu hipnoz etmişti ama bu farklı bir sonuca yol açmıştı.
Bir süre aralarında bu tartışma döndü. Bir şaşkınlık bir dehşet hali yaşadılar denebilir o hallerine. En sonunda ne yapacaklarını bilemedikleri için bir süre bu olağanüstü durumu devam ettirmeye yaşamaya karar verdiler.
Ve ilk fark ettikleri Özgür her şeyi görüyor hissedebiliyor olsa da bedeninin kontrolü ve yönetimi tamamen Gecenin eline geçmişti. Ve Gecenin planları başkaydı. Özgür her zaman bir değişimden söz eder ama tam anlamıyla başaramazdı. Bunun nedenlerini ikisi de biliyordu. Ve Gece ona bu değişimleri yaşamaya başladığında neler olacağını ufak da olsa göstermek istiyordu.
ilk gün ilk akşam biraz daha sakin geçiyordu. Ufak bir detay dışında. Gece iş başına geçmişti bile. Özgürle her ne kadar tartışsa da onun bedeninin kontrolü elinde olduğu için akşam yemeği Gecenin istediği gibi yenilmişti ve aslında bu Özgürün de defalarca denediği ama yapamadığı bir yemek düzeniydi. Yemekten sonra ise bu sefer Özgürün istediğini yaptı Gece ve kitap okudu bir süre, sonra da kendi bedeninin yanına kıvrıldı Özgürün bedeniyle. Tuhaf bir andı hem Özgür hem Gece için.
Diğer gün ise bir yürüyüşe çıktı Gece. Bir iki saat sporun tadını çıkardı. Bunu yapmadığını çok iyi biliyordu. Üşengeçlik yapıp spora devam etmediğini. Ona neler kaçırdığını gösteriyordu. Nasıl hissettiğini. Sonra bir yere oturdu. Ve insanlarla konuştuğunda nasıl farklı hissedeceğini ve evinde bu kadar zaman durmanın insanlardan uzak kalmanın çok da iyi bir şey olmadığını gösteriyordu. Saatler geçmiş eve dönmüştü. Bu arada sürekli konuşuyorlardı. Fakat bunu kimse görmüyor fark etmiyordu. Özgür her an ona muhalefet ediyor fakat bir şey yapamayınca da çoğu zaman susuyor izliyor ve hissediyordu.
Eve döndüklerinde de Gece kağıdı önüne almış bir şeyler çiziyordu. Özgürün denemekten kaçındığı bir şeydi. Özgür belki de çok iyi yapacağı ve keyif alacağı şeyleri denemekten kaçınmıştı hep. Gece de bunu iyi bilen birisiydi. Ve bundan kaçmaması gerektiğini ona gösteriyor ve hissettiriyordu.
Gece daha çok şey yapmayı planlıyordu fakat kendi bedenine baktığında artık buradan çıkması gerektiğini anlamıştı. Bunu nasıl yapacağını bilmiyordu. Özgürde denediği şeyin bir benzerini deniyor ve kendi bedenine dokunup gözlerini kapatıp kendi bedenini hissetmeye odakladı kendini. Ve yine bir an birkaç saniye bilinçsiz geçip kendi bedenine dönmüştü. Kendi bedeni biraz güçten düşmüş gibiydi. Fakat sorun değildi bu. Çünkü Özgüre baktığında düşündüğünü görüyordu. Ne düşündüğünü de tahmin ediyordu. Özgür gülümseyerek teşekkür ediyordu ona. Gece de istediğini başarmanın mutluluğu ile ona gülümsüyordu.
içinin zindan ve zindanın içinde bir kız çocuğu olduğunu hisseden biberiye hanım, intihar fikrinden vazgeçerek lezbiyen olmaya karar verdi. Madem tüm kötülükler ve yağmalar erkek cinsinden peyda ediyordu, o halde tenini onlardan sakınmalı, tenini hak eden tenlere yaslamalıydı. Gözleri parladı, aynaya baktı. Zindandaki küçük kız da ayağa kalkıp zindan kapısı korkuluk direklerinin arasından semaya baktı. Biberiye hanım aynaya, küçük kız semaya bakmaya başladılar. Ayna da kısmen insan yüzünün uçsuz bucaksız semasıydı. Gözlerinden yanaklarına iki kömür deresi olan rimelini temizledi, dudağındaki ruju tazeledi. Saçlarını kalemle toplarken, intihar da neymiş diyerek poposuna küçük bir şaplak attı. Benzin istasyonu'nun tuvalet bölümü kıkırdayan ve hayata bambaşka bir kimlikle yapışan bir kadına şahit oluyordu. Kıkırdama nefretli bir bakışla kesti. Biberiye hanım'ın isot olma kararını nefret besleyecekti.
Fransızca şarkılar dinliyorum. Nerdeyse her gün dinliyor olabilirim. Çünkü içlerinde kayboluyorum. Bile isteye oluyor bu. Dinlerken ne hissettiriyor, bunu en son söyleyeceğim.
Bu başlıkta bir önce girdiğim entry benim zaferimin anlatımıydı. Her şeyin çok daha iyi olacağı inancı tam olarak içime yerleşmiş gibiydi. Şu an bile dışardan biri, iyi görüntü istediklerini yapıyor iyi bir yaşamı var der. Fakat işin aslı öyle değil.
izmir, hikayemin devamı demiştim. Güzel şeyler olacak diye hissetmiştim. Fakat izmir e gittiğimde tuhaf bir hisle geçirdim kaldığım zamanı. Ve o hissi ancak şimdi anlatabiliyorum. Ait olduğum yer orası da değil. Bir istanbul kadar boğmayacak belki ama huzur ve mutluluk da olmayacak. Her şey mükemmel olsa bile.
Aslında tek başına savaşmaktan yoruldum. Kafamın içi öylesine dolu ki mesela ağır gelmeye başladı artık. Koynunda, dizlerinde dinleneceğiniz birinin olması lazım. Yoksa ne kadar güçlü olursanız olun gücünüz bitiyor.
Ve ben tek başına savaşmaktan, bir yere bir kimseye ait olmamaktan yoruldum. Bunları yazmak için bile son noktaya kadar bekledim. Çünkü bunları yazmak bile yoruyor. Ve bu ikisinden kaçamamak en korkuncu bu. Nereye kaçarsan kaç takip ediyor yakalıyor.
Oysa basit hayallerim ve isteklerim ve beni özgür bırakacak bir ele ihtiyacım var. Ama gerçekler farklı.
Şarkılar konusuna dönelim. Fransızca şarkılar bana huzuru ve aitlik hisssini verebilen tek kaçış yerim. Öylesine güzel ve özel bir his ki bu. Kendimi you dizisindeki karaktere benzetiyorum. Ve benziyoruz da karakter konusunda.
Yoruldum kaptan, kendimi Sabahattin Ali romanlarındaki erkek karakterler gibi hissediyorum.
Yağmurlu güzel bir akşamdan merhaba. Benim adım Özgür. Hiç kolay olmadı bu isme sahip olmak. Seneler aldı. Ve onlarca şey yaşandı. Sonunda sahip olundu. Ve şimdi gülümseyerek söyleyebiliyorum ismimi.
Bugün uyandığımda bir şeylere veda etmenin vaktinin geldiğini anladım. Binaların içinde 7. seneme gireceğim sözlük de dahil. Arada öyküler bırakmak dışında artık buraya pek girmeyeceğim. Zaten son zamanlarda hiç bakmadım bile. Ama mutlu bir veda bu. Sevinçle yapıyorum bunu.
Ve sadece bu değil tabi. Kendi karakterimde veda etmeye devam ettiğim şeyler oluyor. Yaşadığım şehre de bir veda olacak belki. Yani mutlu vedalar bütünü diyebilirim. O yüzden bazen vedalar mutlu eder diyebilirim.
Yani şu an keyfim yerinde. Ve tabi yağmurun da payı büyük olabilir bunda. Çok güzel yağıyor. Tam öykü yazmalık hava, swh. Bir özlem var sadece. Özlediğim kişi de kendini biliyor. O da sürekli kendini yeniden keşfediyor. Bu yüzden konuşmak ister mi ne zaman ister gibi sorular yanıtsız. Çünkü konuşmayalı çok uzun zaman oldu. Ve tabi veda etmeyeceğim nadir insanlardandır onu altını çizerek belirtmek isterim.
Alışmaya başladığını hissediyordu buraya. Uyandığında bu vardı aklında. Her şeyini kendinin yarattığı bir dünya ona ait olan bir dünya.
Aklındaki düşüncelerle beraber burada ilk defa güneşin renkleriyle bir güne başlıyordu. içi sıcacıktı diğer günlerinin aksine. Buradaki amacını da sezinlemeye başlamıştı. Ve gücü tamamen kendi içinde toplamış,hissetmişti.
Bugün duyguları yaratacak. Bunun için tüm gücü gerekiyor. O yüzden böyle hissetmesi işini kolaylaştıracak gibi duruyordu. Fakat ne kadar güç toplanırsa toplansın duygular yaratılırken tüm gücü sömürecek.
Bütün duyguları teker teker yarattı. Özenle dikkat ederek gücünü vererek hepsini dünyaya yerleştirdi. Sadece kıskançlık, nefret gibi duyguların seviyesini en düşük kıldı. Bazı olumsuz duyguları böylece azalttı.
Ve o bunu yaparken gökyüzü onun üzerine gözyaşlarını serpiştiriyordu. O bunun farkında değildi. Ama öğrenecekti. Ve yağmur taneleri yüzüne inerken ferahlamış ve mutlu olmuştu.
ileriye doğru baktığında insanların geldiğini görüyordu. Baştan yarattığı dünyası artık insanlarla doluyordu. Tarifsiz bir hissin içindeydi. Dokunuşuyla yok ettiği gri dünyanın yerine renklerini getirdiği bir dünya vardı artık.
Tüm dünyasını gezmek istedi. Gücü nirvanaya ulaşmıştı artık. Bunu yapabilirdi. Ve her yerini dolaştıktan sonra anlamıştı. Bir Tanrıçalık sınavıydı bu. Bunun için burdaydı en başından beri. Ve bunu başarmıştı hem de büyük zaferlerle. Ve yeni dünyasını keşfetmişti.
Tatmini de nirvanaya ulaşmıştı. Tarifsiz bir haz içindeydi bir mutluluk. Ve yine gözlerinin karardığını hissetti. Kendine geldiğinde ise o eski sahafta ellerindeki kitaplar yere dağılmış bir halde buldu kendini. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu. Sahafın sahibi de söylememişti.
Toparlanmıştı sahafta çıkacaktı. Bu aklındaki olaylarla. Tam çıkarken sahafın sahibi kitabı uzattı ona. O aradığı kitabı. Aldı ve çıktı. Dalgın bir şekilde ilerlerken kitaptan bir not düştü.
Eline alıp okuduğunda, burası senin yarattığın dünyan. istediğin zaman senin olacak. Şaşkınlık içerisindeydi. Ve bu şaşkınlıkla evinin yolunu tutmuştu. Telefonunda onlarca mesaj aramaya rağmen yatağına uzanıp dinlenecekti. Bu keşif onu tatmin dolu bir yorgunluğa sürüklemişti. Ve bir tanrıça olmuştu.
Güne bir baş ağrısı ile başlıyordu. Şarabı biraz fazla kaçırmıştı çünkü. Esneyip gerinerek yataktan kalktı. Uyku hali dışında bir sorunu yoktu, gücünü bile toplamıştı. Fazla vakit kaybetmeden işine dönmek istiyordu. O yüzden barınaktan hemen çıktı.
Üstüne her gün başka kıyafetler de giyiyordu ve aynada hepsini de izliyordu. Kendini seven biriydi çünkü. Bugün daha sade seçmişti çünkü bugün yaratacakları çok yoracaktı kendini.
Gücü artık belli bir seviyenin üstündeydi.
Bu griliği kaldırmak için güneşe uzanması gerekiyordu. Dünyasının üstündeki bu karanlık griliği yok etmesi gerekiyordu. Ve güneşin ışığını rengini dünyasına ulaştırmalıydı. Gözlerini kapadı. Hayaline odaklandı uzunca bir süre odaklandı. Ve yok etmeye başlıyordu. işe yarıyor muydu? Bunu kendisi görmüyordu. Şu an bakamazdı buna. devam etti. Hayalini sürdürmeye devam etti. Güneşin ışığına ulaştığını hissetti. Ve en sonunda gözlerini hafifçe açtı. Gözleri kamaştı adeta. grilik gözlerini iki günde öyle alıştırmış ki bu ışık ve bu sıcaklık garip gelmişti. Ama büyük bir zaferin mutluluğu vardı yüzünde ve gülümsemesinde. Fakat daha bitmemişti.
Ölmüş okyanusları yeniden yaratıyordu bereketli sularıyla. Yükseliyordu sular dolup taşıyordu. Dünyaya canlılık yeniden geliyordu. Kendi uğraşmasına gerek kalmadan dünya kendi işini hallediyordu. Doğa ona yardım ediyordu. Ve o bunların karşısında kendinden emin gülüşüyle başarının hazzını tüm ruhunda bedeninde hissediyor ve yansıtıyordu. Yorulmadığını hissediyordu fakat gücü kalmamıştı aslında bunu fark edemeyecek kadar zafer sarhoşu idi.
Ve yeniden bir şeyler yaratmaya çalışırken bunu fark etti. Ancak o zaman farkına varabildi. Doğa kendi işini hallederken o da barınağına dinlenmeye gitti. Yarın daha fazla güç gerektiren bir gün olacaktı. Dinlenmesi gerekiyordu.
Buraya gelmesini sağlayanları bile şaşırtıyordu. Bu kadar güçlü olabileceğini tahmin etmemişlerdi. Kısa sürede yarısına gelmişti buraya gelme amacının. Kalan kısımlar ise daha da zorlu olan kısımlar. Ve kulağına artık sesler çok az fısıldar hale geldi. Ve o sesler de ondan yana tavır içindelerdi.
Geceden gücünü alıp yarınki zorlu günü bitirmeyi istiyordu. Bu kadar güçlü ve başarılı fakat amacının farkında mı? Peki kalan zorlu kısımları başarabilecek mi ? Bu kadar yaptığı şeyler büyük olsa da hala daha yaratması gerekiyor dünyayı. Ve amacına yaklaşırken farkına varacak buradaki amacının.
Yorgun düşmüştü. Bu gücü kontrol etmek o kadar kolay ve basit değildi. Bunun farkına varmıştı. Yorgunluğun etkisiyle kısa bir süre içi geçmiş ve uyumuştu. Uyandığında yarattığı notaların melodileri günaydın diyordu ona.
Geldiğinden bu yana kimseyi görmemişti. Sadece bu tuhaf gelmişti. Hiç kimse yoktu.
Ve bir diğer tuhaf gelen şey de güneşi neredeyse hiç görmemişti. Sadece hafifçe aydınlatmaya yetecek bir ışık süzülüyordu gökyüzünden. Ve bunu düşünürken. Hayır, bu kadar da olmaz bu olamaz diye tedirgince konuşup davranmaya başladı. Fakat düşündüğü şeyi de yapmalıydı. Yeniden yaratmak için bunu da yapması gerekiyordu. Sadece zamana ve gücünün tam anlamıyla farkına varması gerekiyor. Başarabilir mi? Yoksa başaramaz mı? Bunun cevabını kendisi verecek.
Gri bir dünyayı yeniden yaratmak. Bunu herkes yapamazdı. Bu gücü kontrol edebilecek bu gücü nirvanaya çıkarabilecek ve tüm zorluklara rağmen bunu başarabilecek biri gelmeliydi buraya ve onun da kim olduğu belli.
Uyandıktan sonra ise gücünü arttırmak için bu gücün farkına varabilmek için çalışmalar yaptı. Ve bu çalışmalar sonucunda bir barınağa barınağın önünde bir ağaca ve biraz da yemeğe sahip olmuştu. Elindeki gücü hissedip kontrol ettikçe yaşadığı haz da artıyordu.
Peki ya Kendi yaşamı, onu özlememiş miydi? Bunu düşünmemeye çalışıyordu. Bunu düşünmek burayı yeniden yaratmasını engellerdi. O yüzden keyif alabileceği birkaç kitap da yarattı.
Ve en son olarak da güzel bir şarap hayal etti. Gücünü zorlamıştı. Şaraptan sonra artık halı kalmamıştı. Barınağına çekildi ve bugünü bitirdi.
Unutmadan, bir de defter ve kalem yaratmıştı. Her gününü kayıt altına alıyordu. Ve bundan keyif alıyordu.
Gece boyunca duyduğu ses vahşi hayvanların seslerinden daha ürkütücü bir sesti. Felaket sonrasını andıran bu dünyanın içinden gelen seslerdi bunlar. Gece boyunca onu rahatsız etti. Neyi hayal ettiyse işe yaramadı. Gücü daha o kadar yükselmemişti.
Ve, sesler sesler sesler. Duyduğu tek şey fısıldayan sesler ve derinlerden gelen o sesler. Onların dışında bir sese dair tek bir emare dahi bulamadı. Uyuyup uyumadığını kendi de bilmiyordu. Uyku ile uyanıklık arasında bir gece geçirmişti. Gücünün yetebildiği tek barınak olan çadırında.
Bu canını sıkıyordu biraz. Yeniden inşaa edeceğimi söylüyorsunuz ama neden bu kadar az gücüm var diye söyleniyordu o fısıltılara.
Gülümsedi. Ne yapacağı aklına gelmişti. Kendini zorlayarak hayal etmeye başlamıştı. Ve ilk duyulan o an. Sanki yeniden keşfeder gibi. Hayalinden gerçeğe akıyordu.
Ve ellerinin arasına yerleşiyordu hayali. Gözleri kapalı ellerinin arasında kemanını çalmaya başlamıştı. Kemandan savrulan notalar sesleri bastırıyordu. Daha çok daha çok diyordu kendi kendine. Ve bir hayal daha kurdu.
Gözünü açmakta zorlandı o an.
Ya gücüm yetmemişse buna. Diye tedirgindi. Gözlerini yavaşça açtığında başarmış olmanın sevinci ve ilk defa çalacak olmanın heyecanını taşıyordu. Piyanonun başına geçip bu soluk renkli dünyayı notlarıyla aydınlatmaya başlıyordu.
Ah! Çok güzel bir his diyordu. Tatmin hissi duyuyordu. Piyanonun sesi onu tatmin ediyordu. Bıraktığı keman ise sesleri dünyaya ait olmuştu bile. Piyanoya eşlik ediyordu.
Önce müziği ve notaların renklerini yeniden yaratmıştı. Rahatsız edici seslerden kurtulmuştu. Ve kısa süreli bir tatmine ulaşmıştı. Peki kaç gün lazımdı ona? Bunu düşünmüyordu bile, sadece yaptıklarına ve yapacaklarına odaklanmıştı bundan keyif duyuyordu.
Kaç gün lazımdı ona? Dahası, gücünü büyütebilecek miydi? Her başardığı şey onun tatminini arttırıyor ve arzusu büyüyordu.
Çalıştığı kütüphanede eksik bir kitap vardı. Eski bir kitaptı. Kolay kolay bulunamayacak türden. Öyle de oluyordu. Kütüphanenin yetkilileri diğer kütüphanelere sormuş onlar da ellerinde olmadığını söylemişti her seferinde.
Yetkililer bazen onu sahaflara gönderir ve oralarda var mı yok mu bakmasını isterdi ondan. O da sahafları çok sevdiği için hayır demezdi. Yakınlardaki çoğu yeri gezmişti bu sayede. Buna rağmen aradığı şeyi bulamamıştı.
izinli olduğu bir günde öylesine gezerken daha önce karşılaşmadığı bir sahaf dükkanı gördü. içerisi baya bir eski gibi duruyordu. Fakat eski görünmesine rağmen temiz düzenli bir yerdi. Hani kitap buradadır girip bakiyim diye girmedi. En kötü gezmiş olurum düşüncesiyle içeri daldı.
Orta yaşlarda yada biraz üstünde biri duruyordu dükkanda. Sahibi de oydu görünürde. Öykü, adama kitabı sordu önce adam ise bak içerdeki kitaplara belki arasındadır diye cevap verdi. Öykü kitaplara bakmaya giderken adam tam da onun aradığı kitabı önündeki masasının çekmecesinden çıkardı ve önündeki üç dört kitabın arasına koydu.
Öykü ise yine kitaplarin arasında kendini kaybetmişti. Fakat bu sefer farklıydı. Gördüğü kitapları ne kütüphanede ne diğer sahaflarda görmüştü. Ender kitaplardi bunlar. içine çekilmişti o kitapların. Burdan çıkmak istemeyecek gibi görünüyordu. Ve kenarda gördüğü tabureyi çekip oturdu. Yanına aldığı birkaç kitap ile.
Adam ise oturduğu yerden göz ucuyla öyküye bakıyordu. Ve sesizce bir gülüşü oldu. Öykünün 20 yaşına girdiğini ve buraya tesadüfen gelmediğini biliyordu. Burası onun yolunun devamıydı. Buraya gelmeliydi. Öykü normal biri değildi. O yüzden istediği kitabi vermek yerine ona içerideki kitapları gösterdi.
Birazdan öykü de ne olduğunu anlayacak ve şaşıracaktı.
Yanında duran kitaplardan birini daha aldı. Okurken gözlerinin karardığını ve sarsıldığını hissetti. Kendine geldiğinde gözlerini büyük bir şaşkınlığa açmıştı. Elinde son okuduğu kitap vardı sadece. Ne girdiği sahaf ne çalıştığı kütüphane vardı ortalıkta.
Kulağına fısıldayan sesler vardı sadece. Burayı kendinin inşa edeceğini fısıldayan sesler. Öykü, nasıl olur nasıl inşaa edebilirim ben diyordu. Yeniden bir dünya yaratması gerekiyordu. Her şeyi dokunuşuyla yok edip yeniden okyanuslar yaratmalı yeniden ormanları canlandırmalı ve doğaya yeniden rengini vermeliydi.
Ben nerdeyim buraya nasıl geldim soruları aklından uçup gitmişti.
Ve bir şey fark etti. Gözlerini kapayıp hayal ettiği şeyler gerçek olmaya başlamıştı. En azından basit şeyler. Kararan gökyüzünün getirdiği soğuğa karşı üstüne gelen bu kıyafet onu şaşırtsa da hoşuna gitmişti. Korkusu tedirginliği belki devam ediyordu.
Fakat yeni baştan bir dünya yaratma düşüncesi bütün bedenini ve zihnini uyaran bir uyarıcı bir arzu nesnesi olmuştu onun için. 20. Yaşına giren bu genç kız buraya bilerek getirilmişti. Farkına varması kimbilir ne kadar zaman alacaktı yada farkına varabilecek mi? En önemlisi ise getirilme amacını başarabilecek mi?
' sevgilimi ilk gördüğüm yer bir sahaf dükkanının raflarının arasıydı. Ne romantik bir tanışma değil mi? Ama öyle değil. Çarpışıp kitapları yere düşürmedik. Kitaplara bakarken göz göze de gelmedik. Ben böyle anlarda görüp yanına gidip konuşabilen biri de değilim. Beceremiyorum çünkü. O kadar iyi değilim tanışma konularında.
Sahafın sahibine bir kitabı soruyordu. Ufak çaplı kütüphaneler dahil her yere bakmıştı. Fakat bulamamıştı. Ben konuşmasına kulak kabartırken aradığı kitabın benim daha önce burdan aldığım olduğunu duydum. Okuyup bitirmiştim de. Sahafın sahibi, pek bulunmuyor o kitap zor bulman diyordu.
Teşekkür edip gidecegini anlamıştım. O an, pardon kulak misafiri oldum, aradığınız kitap bende var, isterseniz size getirebilirim diyince tebessümle teşekkür etti ve ücreti neyse vereceğini de ekledi. Ben olmaz diyince, bir süre inatlaştık. Ve ertesi gün burada buluşmak için sözleştik.
Ertesi gün biraz özenerek hazırlandım. Sözleştiğimiz saate doğru sahafa yol aldım. Ben geldiğimde sahafın içinde beni bekliyordu. Ve elinde bir poşet vardı. Biliyorum ücretini istemiyordun ama içim rahat etmezdi diyerek kendi okuduğu bir kitabı vermek istediğini söyledi. Bu teklif karşısında yapacak bir şey yoktu. Kitapları aldık ve sahafın yakınında bir kafede o gün konuştuk.
O gün sevgili olmadık. Sadece iki dost gibi konuştuk. Numaralarımızı bile vermedik belki akıl edemedik. Birkaç gün arayla Sahafın orada gördük birbimizi görür görmez de sohbete başlıyorduk. En son akıl etmiş olacağız ki Numaralarımızı aldık. Gün içinde müsait oldukça konuştuk iki üç kez buluştuk. Sonrasında duygularımızı itiraf edebildik. Böyle başladı öykümüz. Birer dost gibi. Sonrasında büyüyen duygularımızla devam etti.'
Size anlatacağım diğer dostlarımdan biriydi o. Eee nerede kalmıştık, heh hatırladım. Burası kendim için de bir gözlem yerim oldu. Bir arınmadan geçtiğim dönem de oldu. Ve bu arınmadan sonra gözlemlerim bu denli detaylı hale geldi.
Neydi bu arınma dönemi?
- Uzun hikaye. Fakat, şu kısmını anlatabilirim. insanları uzaktan izleyerek gözlemleyebilirsin fikirler edinebilirsin ama onlarla konuşmadan onların arasında olmadan aklındaki fikirlerin tümü yüzeysel kalır ve yanlış olma olasılığı da yüksektir.
' insanları izleyerek onlar hakkında öyküler uydurabilirsin ama güzel öyküler yazmak istiyorsan hayatın içine karışmalısın, hayatı yaşamalısın'
Buraya gelen çoğu insanla bir sohbetim vardır o yüzden. Az yada çok ama vardır. Belli bir kesim de gelmez buraya. Her görüşten her yaşam tarzından kişi gelir. Bazıları ise kitap almaktan çok tartışmak için gelir. Bu tartışmayı yanlış anlamayın ama bir kavga bir olumsuzluk hali değil. Yeni bilgiler ve bakış açıları edilinen tartışmalardan. Ki kitap alanlardan da katılan olur bazen. Yani yeni kişilerin de tanıştığı bir ortam haline geliyor.
Şu heyecanla kitap arayan kızı görüyor musun? Kendi için aramıyor o kitabı. Kendi için aradığı zaman en alt raflardan başlar. Ve dükkanın yarısını dolaşır. Alt katın tabi. Şu an ise heyecanlı, ne aradığını pek bilmiyor gibi. Çünkü alacağı kitabı hediye edecek. Aklında pek çok soru var ve bu soruları cevaplarken kitabı da aramaya devam ediyor.
Şimdi rafların tam ortasına gidecek, üstten aşağıya bakacak ve en altın üç üstündeki raflara bakacak. Dikkatini çeken kitabın iki sıra sağındaki kitabı alıp gelecek.
- Hediye mi yine?
+ Evet, doğum günü için, güzel bir hediye değil mi?
- Ah! Tabi, güzel bir kitabı seçmişsin yine.
+ Ehehe, teşekkür ederim.
Bu kadar detayı nereden biliyorsun?
- Hediye bir kitap alacağı zaman hep aynı şeyleri yapar. isteyerek olduğunu da sanmıyorum. Yani, bir takıntı durumu filan yok ama bir alışkanlık olsa gerek içgüdüsel.
insanları gözlemlemek içinde güzel bir yer burası. Kitapların düzeniyle ilgilenirken çokça şey duydum çokça şey gördüm. Psikoloji okuyan birinin yada sosyoloji okuyan birinin işine fazlasıyla yarayabilecek insana sahip bir gözlem alanı burası.
Bunları uzun uzun anlatacağım sizem öncesinde gelin biraz başka şeyler anlatayım. Bu dükkanı neden seviyorum mesela. Kitapları ve sahafları severim. Eski tozlu kitapları da öyle. Fakat çoğu sahaf burası gibi büyük yada düzenli değil. Benim için hep eksik kalmıştır bu. Ve burası insanlara aradıklarını dha kolay bulma daha kolay keşfe çıkmayı sunuyor. Günümüzde sahaflar nerdeyse sadece ders kitapları soru kitaplarının satıldığı dükkanlara dönerken burada onlar yok. Yada yalan söylemiyim çok az olsa da var. Onlar da sağlam kaynaklar olduğu için.
Böyle konuşunca sanki tıklım tıklım bir dükkanmış gibi anlaşılıyor fakat öyle değil. Zaman zaman kalabalık olurken zaman zaman sadece kitapların dinlenme tesisi oluyor burası.
Özgürün nerden buraya geldiğini anlatayım mesela. Fazla uzun değil onun öyküsü. Daha önce bahsettiğim gibi eski sağlam bir dostumdu. Burayı adam ettikten sonra arada geliyordu laflamaya. Öyle fazla durmazdı tabi. Çalıştığı iş yerindekilerle tartışınca çıkmış oradan. istese yine benzer iş bulurdu. işinde iyidi fakat biraz uzak durmak istiyordu o ortamlardan. Eh bu dükkanda da adama ihtiyaç olunca geliyim dedi o günden beridir burda. Keyfi yerinde buraya geldiğinden beri. Arada gelmediği olur ama o kadar da takıldığım konu olmaz. Zaten gelenlerin çoğunu tanıyor oluruz. Neyse.
Dükkanın bir de üst katı var. Orası buraya göre biraz küçük kalıyor. Ve yeni çıkanları popüler olanları oraya koyuyorum. Bunun nedeni basit insanlar kitapları keşfetmeyi arzulamalı . Sadece göz önünde diye bir kitabı almamalı. Üst kattan bahsetmemin sebebini ayrıca daha sonra anlatacağım.
Ahşap zeminin çatırtıları duyuluyordu. Buraya ne kadar iyi bakarsam bakayım bu eskimiş zemin bir süre sonra bu sesleri tekrar tekrar çıkarmaya başlıyor.
Ah! Burayı böyle düzenli hale getirmek kolay olmamıştı. ilk zamanlarını hatırlıyorum da kitaplar dağınık bir halde neyi nerde arayacağını bilmediğin bie karmaşa halindeydi. Çok uğraştım didindim bu haline getirdim. Ama değdi. Bunu bu dükkana gelen insanların gözlerindeki kamaşmadan anlayabiliyorum.
Pardon. Kendimden ve dükkandan bahsetmemiştim. Burası eski bir sahaf sahibi olan ihtiyar daha fazla uğraşamayacak hale gelmişti. Ben de yeni dünyaları keşfettiğim bu yerin başka birine gitmesine izin veremezdim. Ondan devraldım. Sonrası ise bilindik hikaye.
Kasada duran ve işlere yardımcı olan Özgür var bir de. Sağlam bir dost sağlam bir karakterdir. Benim ilgilenemediğim çoğu zaman o çevirir burayı.
Çok kitap olmasına rağmen hala nadir kitapları bulup getirmeye çalışırım. Çoğunu da satmam onun yerine okuma köşelerinde insanlara keyifle okuyabileceği yerler hazırladım.
Bir de insanların getirdiği kitaplar oluyor. Onları ise ikiye ayırıyorum. içinde yazı not vs yoksa diğer kitapların yanına koyuyorum. Fakat geçmişi olan bir kitap ise onu özel rafa koyuyorum. Kocaman bir yer aslında onlarca yüzlerce kitabın olduğu bir kısım burası.
Bazı insanlar benim gibi böyle geçmişi olan kitapları seviyor. Ve kitaplara bakarken tebessümle okuduklarını yakalarım genelde.
tımarhanede bir odadaydım. düşünecek çok fazla vaktim oldu. düşünecek şeylerim ise vakitten daha çoktu. kangrenleşmiş yaralarımı fark etmem de buraya tıkılmamla oldu. bu yaraları kökten çözmek gerekiyordu. yapılması gerekeni yaptım ve kestim attım. ondan sonra ise sakinlik ve keyif, hayatımda bir süredir aslında uzun süredir uzak kalmış iki şeydi. yaralardan kurtulmamla bunlar da artık hayatıma döndü. süslü cümleler kurmayı çok da istemiyorum. kendimle olan ciddi bir savaştan çıktım. beklediğimden daha çabuk sarıyorum yaralarımı. bu çevremde de fark ediliyor. belki en önemli kısmı da bu(swh).