Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
iki kere öpeyim desem üçün boynu bükük.
Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni:
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç'ten.
Vapur düdükleri ötmededir.
Etraf alacakaranık,
Köprü açıktır henüz.
Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam...
Yolculuğum uzun sürmüş oldukça
Gece demir köprülerden geçmiştir tren.
Dağ başında beş-on haneli köyler,
Telgraf direkleri yollar boyunca
Koşuşup durmuş bizle beraber.
Şarkılar söylemişim pencereden,
Uyanıp uyanıp yine dalmışım.
Biletim üçüncü mevki,
Fakirlik hali.
Lületaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
Sana Sapanca'dan bir sepet elma almışım...
Ver elini Haydarpaşa demişiz,
Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,
Hava hafiften soğuk,
Deniz katran ve balık kokulu
Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,
Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu...
Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,
-Kim o? dersin uykulu sesinle içerden.
Saçların dağınıktır, mahmursundur.
Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim,
Bir sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni,
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç'ten.
Fabrika düdükleri ötmededir.
iyi günlerimde çok eller uzanır ellerime,
Resmimi, suratımı baş köşeye asarlar...
Fakat demir kapıların her kapanışında üzerime,
Ardında taş duvarların her kaldığım zaman,
Ne arayan beni, ne soran...
Eeeehh, daha iyi be, bunun böyle olduğu...
Minnetim ve borçluluğum yalnız sana kalsın.
iyi günlerimde benim unuttuğum insan eli
Nasılsın?...
gözlerin gözlerime değince
felâketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felâketim olurdu ağlardım ne vakit maçka'dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgâr aklımı alırdı
sessizce bir cıgara yakardın
parmaklarımın ucunu yakardın kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felâketim olurdu ağlardım akşamlar bir roman gibi biterdi
jezabel kan içinde yatardı
limandan bir gemi giderdi
sen kalkıp ona giderdin
benzin mum gibi giderdin
sabaha kadar kalırdın hayırsızın biriydi fikrimce
güldü mü cenazeye benzerdi
hele seni kollarına aldı mı
felâketim olurdu ağlardım
Zaman ne de cabuk geciyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göge bu kadar
Zaman ne de çabuk geciyor Mona
s. Karakoç
nedir bu sessizlik penceremdeki, nerede her gece içimde büyüyen acı.
iyiye mi gidiyoruz, yoksa giderek kötüye mi. anlamsızlaştı sanki herşey.
gün doğumuna az kaldı hem, belki hala gelir umuduyla yaşamak mı yoksa.
durduramıyorum kendimi, kalbimden fırlayacak şimdi en acısından dizeler.
biliyorum gelmeyeceksin yine, sakın gelme zaten; hazır değilim..
Ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var
sımsıcak bir merhaba diyecektim
başımı usulca dizine koyacaktım
dört gün dört gece susacaktım
yağmur sönecekti yanacaktı
sameland seferden dönecekti
duvardaki saat duracaktı
kalbim kendiliğinden duracaktı
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var
.....
doğuşundan beridir sakladığı
Tanrının bir emaneti vardı
Yatağa düştü
Üçüncü gün akşamüstü, geri verdi güleryüzlü
-kalsın bende temelli, diye ağlar bazıları-
-Pişirdiğim aşla, bağladığım başla gideyim
Üç gün yatak
Dördünde toprak olsun yerim, derdi.
Geleni gideni yokken gençliğinde bile
Akşamları gizli gizli, bilinmez
Kimi gözlerdi?
Tanrının sevgili kuluymuş
Muhtaç olmadan öldü
Ama gözleri yine kapıdaydı
Belliydi birini beklediği
Son sözü bir kadın ismi oldu hiç duymadığım
Lakin anlaşılmadı gitti, söylemek istediği.
gone are the ghosts and gods,
fear's strangled emerods,
thought's spider snares;
dead are the craven creeds;
truth demands noble deeds,
all free man dares.
men, be your own recourse!
waste not your fire and force
in fatuous prayers!
better, come cannily
down on the enemy,
set them to theirs
free from the bogie faith,
false fear and wastrel wraith,
from shame and guilt,
rise, in thine own self-awe,
live to the living law:
do what thou wilt!
to the memory of
mustapha kemal pasha ataturk:
for my old friend and pupil
major-general john charles
frederick fuller
and my son aleister ataturk.
cennete gitmek istiyorsan
izin ver de sana bunu nasıl yapacağını anlatayım
ayaklarını biraz koyun iç yağıyla
yağlamalısın
böylece şeytanın ellerinden kayar
ve vaat edilen topraklara süzülürsün
endişelenme yağlı git.
mutsuzluktan söz etmek
istiyorum
dikey ve yatay mutsuzluktan
mükemmel mutsuzluğundan
insansoyunun
sevgim acıyor
biz giz dolu bir şey yaşadık
onlar da orada yaşadılar
bir dağın çarpıklığını
bir sevinç sanarak
en başta mutsuzluk elbet
kasaba meyhanesi gibi
kahkahası gün ışığına vurup da ötede beride yansımayan
yani birinin solgun bir gülden
kaptığı firengi
öbürünün bir kadından aldığı
verem
bütün işhanlarının tarihçesi
bütün söz vermelerin tarihçesi
sevgim acıyor
yazık sevgime diyor birisi
güzel gözlü bir çocuğun bile
o kadar korunmuş bir yazı yoktu
ne denmelidir bilemiyorum
sevgim acıyor
gemiler gene gelip gidiyor
dağlar kararıp aydınlanacaklar
ve o kadar
tavrım bir şeyi bulup coşmaktır
sonbahar geldi hüzün
kış geldi kara hüzün
ey en akıllı kişisi dünyanın
bazan yaz ortasında gündüzün
sevgim acıyor
kimi sevsem
kim beni sevse
eylül toparlandı gitti işte
ekim filan da gider bu gidişle
tarihe gömülen koca koca atlar
tarihe gömülür o kadar