Benim kefenim mor
Tabutum ucuz bir günah teknesi
Gönderinde sevgimin çeyiz kanları
Utanç taziyemi tören edenlerin
alnına sürülür nazarımda
Ölü şerbetiyim
zehirli bir merasim suyu
ağıtlarda dağıtılan
yutulup ekşiyen
Dağılan kadının yüzü
Sevgi utancının dibinde
Leşimin helalliğini tükürüyor
Ter kokan mezarımda
Sapsarı bir yük kadının yüzü
Kızılca kıyamet sevginin
nefret rengi, gözleri ölgün
ağlamıyor yüksünmüyor dahası!
öpüyorum alnını yaralarından
iniltim sıvazlıyor bedenini
Sevgi paramparça, paramparça.
Deprem sonrasıdır
Yalnız sağlam binalar ayakta kalır bidanem
En iyisi çifte su verilmişidir çeliğin
Ben yüreğimin dalında oymuşum teknemin omurgasını
Bu fırtınayada dayanır bidanem
Bir ilk ekim haftası istanbulda
Elele olabilmek ümidi
Adam olana sevdayı gurbettede yaşatır
Adam olana sevdayı yad elde de yaşatır bidanem.
öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın.
ellerimde koparmaya çaıştığım zincirlerden kalma yara izleri
yeni yeni iyileşmeye yüz tutmuş olsun.
gözlerimde öyle bir karanlık olsun ki, gören kör oldum sansın.
yanaklarım kurumuş olsun göz yaşlarımdan, dudaklarımsa çatlak çatlak.
öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın.
belki bin tane aşktan geçmiş olayım ve hiçbiri olmasın gözümde.
hiçbiri tamamlayamamış olsun cümlelerimi,
hiç biri bağlayamamış olsun geceyi sabaha.
hiçbirinin gülüşünün her anı senin kadar aklıma işlenmemiş olsun.
hiçbirinin hayali en güzel haliyle barınamamış olsun beynimde.
hiçbirinin izi kalmamış olsun bedenimde.
öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın.
sessizce ağladığım anları kimse çığlık çığlığa hıçkırıklara dönüştürememiş olsun.
ellerim kimsenin üzerinde eriyip gitmemiş olsun, gezinse bile.
dudaklarım senin adını söylerkenki gibi kıvrılmamış olsun hiç bi ad'a yeterince.
yerine koymaya çalıştığım her beden yok olup gitmiş olsun kumlar aktıkça tane tane.
unuttuğumu sandığım, vazgeçtiğimi sandığım,
sevmediğimi sandığım öyle bir zamanda gel ki
yerçekimine karşı koysun damarlarımda beni yaşatan her zerre.
öyle bir zamanda gel ki vazgeçmek mümkün olmasın...
Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki mahzun resim,
Haberin var mı?
Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cıgaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin
Bir sevdiği olmalı insanın.
Anne şefkatiyle üstüne titrediği,baba yüreğiyle koruduğu...
Gökyüzünde yıldızlara inşa ettiği bir sevgi seli,geceleri daha çok parlayan...
Her şarkıda aklına ilk o gelebilmeli,okumayı bilmeyen birine şiir yazdırabilmeli.
Hiç olmayacak yerlerde de hep o olmalı.
Yeni bir konuşma dili türetmeli gözleri gözlerime,gözlerine...
Kötü filmler bile sırf beraber izlediğiniz için güzel kalmalı.
Ve öyle bir öpüşmelisiniz ki,dudaklarınızın varlığının sebebi olmalı.
Elleri kestane pişen bir soba gibi yapışmalı yüzünüze.
Kolları yüreğinin yettiği kadar sıkabilmeli bedeninizi.
Nefes alışlarını dinleyecek kadar yakın uyuyabilmeli geceleri.
Rüyalarda bile tarifi imkansız şeyler fısıldamalı tenime,tenine.
Kasırgalarda tutunabileceğiniz,hüzünlerde saklanıp ağlayabileceğiniz,mutluluklarda koşabileceğiniz,
elini tuttuğunuzda ucunda ölüm olsada beraber yürüyebileceğiniz biri olmalı. Bu şiirde...
Ey gözlerinin rengi,bütün ruhumu sarsın
Kalbimde bugün açtı siyah renkli çiçekler
Bir gün beni rüzgarlara kalbinle sorarsan
''Can verdi senin ruhuna çoktaan''diyecekler!
Taa kalbe giren gözlerinin şulelerinden
Gel sevgili gel,sen bana bir semli kadeh sun
Hiç titrememiş kalbimi tiretti yerinden
Oynattı evet,sendeki baş döndüren efsun.
Ey gözleri hançer gibi keskin,dişi kaplan
ister bana aşkın bütün alamını çektir
ister beni öldürmek için sineme saplan
Ölsem bile aşkım seni takib edecektir...
Açıklara çıkalım boğulmamak için
Günün kuytu yerleri şimdi harap
içimizde bir ezgi inceden inceye
Bizi kendimize bağlarken akşam olur
Karanlığı gümüş rengine boyar mehtap
Oturup uzun uzun konuşsaydık
Sevişmek nasıl olsa gene olur iyi kötü
Bir ıhlamur sıcaklığı yayılırken odamıza
Her şeyi ince ince düşünseydik
Ölümü kırgınlığı inceliği en başta
Bütün eksiklerimize gülüp geçerek
Belki de boşa geçti onca zaman
Bu da bir tür geçip gitme duygusudur
Ne güzel olurdu yeniden başlasak
Ne yapsan en başa dönülemiyor
Ne yapıp yapıp dalı unutmalı
Rüzgârla yere düşen sarı yaprak.
öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim,
özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni
oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım
eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi
avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir
yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice
eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va-
rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...
Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının
eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla
dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek
ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal-
gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin
perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya-
kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir
Ömür hanım?...
uçurtmanın ipi
kaydığında elinden
kaybettiğinde her şeyi
bir seher yelinden
serinlik beklersin
gözleri gittiğinde gözünden
meyhanelerde pineklersin
unuttuğunda her şeyi
ismi terk ettiğinde sözlerinden
otoyolda teklersin
bıraktığında tuttuklarını
sıkıca
düşer bir damla
bir damla
akar saniyeler
tuttuklarını bıraktığında
bir yıldızın kayması gibi
kayar gider elleri
elinden
tutamazsın
zeminlere çakmışlardır ayaklarını
adım atamazsın
bir sigara yakmak istersin
bir sigarayla her şeyi
halletmek istersin
sağlık da neymiş dersin
kalbinle gider ciğerlerin
fark edemezsin.
tutunamadığın rüyalarında
tekrar tekrar düşersin
kaybolursun karanlıkta
aydınlıkta görünmez olursun
bir gölge olursun
üstüne basıp geçilen
hayallerde nefes almaya
çalışmak gibi
ters giden bir şeyleri
durdurmaya çalışmak gibi
unutmaya yüz tutan anılarını
hatırlamak gibi
çaresizliğin öğrencisi
yalnızlığın öğretmeni
sensin..
sevmek suç ise
en çok aranan
sensin
kırmızı bültenle..
Gözlerinde başlardı gece
Yarım kalmış kitaplarda biterdi.
Alnımızda bilenen kör bir bıçaktı zaman
Kırılmış aynalardı
Susardın, durmadan susardın
Ve kar yağardı
Ocak ağaran saçlarımdı
Şubat hayırsız bir evlattı, kaçaktı
Ve uzaktı yaz bir anaydı
Mart'ın izlerini taşırım bedenimde
Aynı masalın ikizleri gibiydi günler
Nisan saçlarımda ıslanırdı hep
Susardın, durmadan susardın
Ve yağmurlar başlardı
Çok bekletti bizi,
Hiç vaktinde gelmedi mayıs
Haziran Aram'dı ya da öyle biriydi
Temmuz bir düştü belki
Yaraları sarar gibiydi
Ağustos yıldızlarla basardı gecemizi
Bir gül suçüstü yakalanırdı
Eylül bir çocuğun çığlıklarıydı
Susardın, durmadan susardın
Ve rüzgârlar başlardı
Yolunu yitirmiş bir gezgin gibiydi ekim
Sürgünlere uğurlardık kendimizi
Kalan mı bizdik, giden mi
Bilinmezdi
Kasım rüzgârda bir yapraktı
Ve biraz ıtri
Kendi sesiyle irkilirdi
Aralık günlerin son neferi
Soluk bir düş geçse de
Hiçbir mevsim gözlerin kadar
Acımasız kullanmadı neşteri
sonbahar...
karanlık caddelerde dolanan kandilim.
kokmakta yapraklar ve leşler.
bir elimde tuz, bir elimde bi avuç toprak parçası.
örtmekteyim zihnimin derinliklerinde kaybolan cesetleri onlardan bana kalan anılarla birlikte.
soğuktu geceler, üşümekte bedenler.
buz tutan hayallerde mutluluk mu ? ne gezer.
atmayan kalplerde yanıyor umut mumları.
kalanlar hala bekliyor kaybettiklerini.
ölüm bile unutturmaya yetmiyor bazı yaşanmışlıkları.
anlatmak istiyorum bu caddede ki sonumu.
kulaklarımı sağır eden sessizlik.
giderken bile sessizdin sen.
sonunda gidiyorum ben dedi.
kal dedim. yutkundum.
kadere onca söz savurdum.
cümlelerim yerlere düştü.
dizleri kanadı.
ağladım...
Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Söylelemesine maviydi kör oldum
Taşlara gelince hamam taşlarınaTaşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?