"ve her şey dönüştü işte
kahverengi bir çarşambadan
sapsarı bir cumartesiye.
ansızın bir rüzgar çıktı demin
çölde yanıt arayan alaycı bir rüzgar
kolalı bir örtü gibi acıtıyor yüzümü
yakıyor gözkapaklarımı da
toplayıp getiriyor anılarımı bir bir
uzun yolları hiç sevmeyen anılarımı.
(kaç türlü girilirdi anılardan içeri?
1 - işte bir zambağın özsuyunun içilişi gibi
2 - süt emer gibi bir memeden
bütün renklerin ve bütün kokuların bir anda bilinişi
3 - dibini kazıyor alanlar: dünyanın iç çekişi.)
(ansak mı anmasak mı
yeri mi şimdi değil mi
bir tren yolculuğunda ve her yerde
her şeyin ya da hiçbir şeyin hiç mi hiç çekilmezliğini
bir hafta tatilini, bir öğle vaktini, belki bir pazartesiyi
saatler iyi
adamlar gülüyorlarsa iyi, gülmüyorlarsa gene iyi
ve bütün yolcuların dalgın
koparıp koparıp bir şeyler yediklerini
görünüşte kararsız
görünüşte üzgün, endişeli
görsek mi acaba, görmesek mi
açıp da kapalı gözlerini arada
şöyle bir görünümü tek bir solukta
yalandan, inatla içine çekenleri
ya da bir köprüden geçerken, bir tünele girerken
belirtip yüzlerinde çok görmüşlüğün izlerini
bir tilki çevikliğiyle, acele
katarak yolculuğa hiç yoktan bir gizemliliği
bilmem ki, görmesek mi
durunca tren bir istasyonda
dudakları çatlamış, ateşli, hasta bir istasyonda
dünyanın bütün elma satıcılarına bakıp
bakıp da her şeyi ilk defa tanıyormuş gibi
uzanıp pencerelerden sarkık gerdanlarıyla
tutarak parmaklarıyla yalancı
ve ucuzundan bir kolyeyi
acaba görmesek mi
bir treni ve dünyada tren olan her şeyi.
ansak mı anmasak mı acaba
yeri mi şimdi, değil mi
sırasını bekleyen bir kadının, hasta
gereğinden fazla abartılmış yüzünü
besbelli iğrenirdiniz
çevirirdiniz gözlerinizi yer tahtalarına
bir duvar saatine ya da kapıya
telefona bakardınız, tırnaklarını incelerdiniz uzun uzun
kısaca
kaçınmak isterdiniz o yüzden -ama bitmedi-
gördünüz, görüverdiniz bir daha
sıyrılmış acılardan ansızın
sevecen, durgun, sade
o yüzü
belki de, orda, acele
karar verdiniz
bir anneniz olsun isterdiniz böyle
ve belki sarılıp öpmek isterdiniz onu
her neyse...
söylesek, yeniden mi söylesek şimdi de
ben uzun yolları hiç sevmem
doğacak bir çocuk gibi beklemeli anılar
ansızın doğmalı, ansızın ölmeli saniyelerde.)" ***
"yalnızlık alıp karşısına kendini,
öteki kendinlerle konuşmaktır.
bakışmaktır, öteki kendinlerle;
dövüşmektir.
kimi zaman da, öldürmektir
içlerinden sana en çok benzeyeni,
benzemiyor diye.
Bir tanem!
Son mektubunda:
'Başım sızlıyor yüreğim sersem! ' diyorsun.
'Seni asarlarsa seni kaybedersem;
diyorsun;
'yaşayamam! '
Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda; yaşarsın kalbimin
kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlılarda
ölüm acısı.
Ölüm
bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
Fakat
emin ol ki sevgilim;
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar
Nazıma!
Ben,
alaca karanlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız
yarı kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim...
Karım benim!
iyi yürekli
altın renkli,
gözleri baldan tatlı arım benim:
ne diye yazdım sana
istendiğini idamımın,
daha dava ilk adımında
ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
kellesini adamın.
Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer
bana fanila bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı,
Ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli
bir mahpusun karısı.
Gögsünde vurup parçalanan kalbi,nihayet
Bir saçlari kan,gözleri keskin disi çeldi.
Artik bitecek ruhunu sarsan bu seamet.
Zira saçi kan sevgilisinin ismi eceldi
Içtin ecel zehrini sen kendi elinle
Hala bu gönül hangi uzak gölgeyi bekler?
Bak,haykiriyor bostur ümitler diye dinle,
Zulmette keder besleyen gamli köpekler.
Bir dinle adem ülkesinin ruhunu: Yer yer
Davet ediyor bak seni binlerce kucaklar
Bir sir gibi,sevda gibi sessiz gezinenler
Bir gün seni otlarda uzanmis bulacaklar
Kalbin benim olsun diyorum,çünkü mukadder
Cismin sana yetmez mi?Çabuk kalbini sök ver!
Yoktur öte alemde de kurtulmaya bir yer!
Mutlak seveceksin beni,bundan kaçamazsin
Ram ol bana,ruhun yeni bir aleme girsin
Yazmis kaderin:Askima ömrünce esirsin!
Aklinla,suurunla,hayalinle bilirsin.
Mutlak seveceksin beni,bundan kaç
iki kalp arasında en kısa yol: birbirine uzanmış ve zaman zaman ancak parmak uçlarıyla değebilen iki kol. merdivenlerin oraya koşuyorum, beklemek gövde gösterisi zamanın; Çok erken gelmişim seni bulamıyorum, bir şeyin provası yapılıyor sanki. kuşlar toplanmışlar göçüyorlar keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Biz dünyadan nereye
Göçelim ya Muhammed?
Yeryüzünde riya, inkar, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
(Ebu Leheb öldü) diyorlar:
Ebu Leheb ölmedi, ya Muhammed;
Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!
Neler duydu şu dünyada
Mevlid\'ine hayran kulaklarımız:
Ne adlar ezberledi, ey Nebi,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kabe\'ne siyahlar
Yakışmamıştır, ya Muhammed,
Bugünkü kadar!
Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git.
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
Yoktu dünlerde evvelsi günlerdeki yoksulluğumuz
Sanki hiç olmamıştı
Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
Şurada senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı istanbullar
Şurada da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik
Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
iki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
Sonrası iyilik güzellik.
DENGE
Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Tanrınız büyük amenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba
Bütün ağaçlarla uyuşmuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama sokaklar şöyleymiş
Ağaçlar böyleymiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yangelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyiniyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle dövüşemem
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Ben tam kendime göre
Ben tam dünyaya göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız.
Ben bu kadar değilim
Kışlada ölü bir zaman
Bir güzel at durdukça gider
Gittikçe döner bir bir güzel at durdukça
Askerim, benim ağzım kuşlardan.
Güneşi sormuyorum lekelenmiş dallardan
Dalları sormuyorum dallardan daha iyi
Yüzümü istiyorum bir süvari alayından
Ne yapsam istiyorum, ama istiyorum
Bir kişi bile değilim yalnızlıktan.
Bir kişi bile değilim yalnızlıktan
Gözlerim ormanlara asılı
Ağaçlar, kırlar ve şehirler geçiyor kaputumdan
O kadar geçiyorlar ki, sadece duruyorum
Bir an bir yerde ölümü tanımazlığımdan.
Sevda gibi bir gizli emel ruhuna sinmiş;
Bir haz ki hayalden bile üstün ve derinmiş.
Gökten gelerek gönlüne rüzgar gibi inmiş,
Bir sır ki bu,ölsen bile açamazsın...
Anlatması imkansız olan öyle bir an ki,
Hülyadaki ses varlığının gayesi sanki...
Bak emrediyor:Daldığın alemden uyan ki,
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın...
Kalbin benim olsun diyorum,çünkü mukadder...
Cismin sana yetmez mi? Çabuk kalbini sök,ver!
Yoktur öte alemde de kurtulmaya bir yer!
Mutlak seveceksin beni,bundan kaçamazsın...
Ram ol bana,ruhun yeni bir aleme girsin...
Yazmış kaderin:Aşkıma ömrünce esirsin!
Aklınla,şuurunla,hayalinle bilirsin.
Mutlak seveceksin beni,bundan kaçamazsın.
Beni soluğumdan tutuyor üşümelerim
Boğazıma yapışmış sıtmalı kelimeler
En yakın sağda park'a çektiler kendilerini
Söz dinlemez oldu sözler
Adına sır diyorlar sevmelerin
Gürültülü harflerini sükûta izdivaç ediyorlar
Mahrem duygularını telveye terk ediyorlar yani
Yorulmadın mı dilimden sessiz çığlığım
Senin yerin dağınıklığım
Toparla kendimi...
O akşam söylediydim ona
Gördüm Hümakuşunun iskeletini
Haber de saldıydım Pegasos'un sırtındaki ozana
Seyretsin diye ölümün bu sırça gelinliğini
Duyan da var bunu duymayan da.
O gün bugündür ıslık çala çala
Gelip geçiyor kapımın önünden
Konuşuyoruz da arasıra. Geçen gün dedi ki
Farketmez gözyaşı kimseyi, ruhsa
Başıboşbir deniz gibi anlamsız yatar
Kocaman bir ıssızlığı yonta yonta
Anlattı sonra uzun uzun.
Nasıl onardığını eski tekneyi
Nasıl kalafata çektiğini, boyasını
Hangi dağ çiçeklerinden kardığını. (Bir çocuk dişi parladıydı.. Çekmişti onu
kırmızı bir akşamüstünün dişetlerine. Ya direkleri? özenli bir kılıfa
girer gibi girmişti göğe. Doğrusu görkem iki parmak arasında büyüyen
ama hiç gölgesi olmayan uçsuz bucaksız bir bitkiydi. Giz olmayan bir
gizdi belki. Evleri dolaşan cinsiyetsiz bir tanrı da olamazdı ki.
inandıydı bu yüzden kanının tekneyi dolaşıp şafakları çevirdiğine. Ve
gördüydü yer değiştirdiğini gövdesiyle teknenin böylece ruh olduğunu
anladıydı bira köpüğü gibi altınsı altınsı parlayan tahtalara. Ve
yetinmedi. Bir öğleüstü konservesini yedi. Çekti bıçağını sapladığı
yerden kaldırdı havaay. Birden parladı bıçak dünya zamanından başka
bir zamanla ve noktalandı uzayın çilekleri işbaşındayken. Besbelli bir
uzay tapınağındaki ilk duaydı bu. Ve seyretti uzun uzun tarihte yeri
olmayan bu titreşimi. Bir şey ki artık birdenbire her şeydi. Ve yazdı
bordasına iki Parmak diye iki Parmaktı çünkü teknenin ismi.)
II
Ey iki el arasındaki çaresiz vakit
Yıkanmış çekmiş çamaşırlar gibisin
Azsın, öyle çok kıyılısın ki genişliğime
içinde asfaltların dondurmaların eridiği bir salı
Mühürler gibi kazılmış çarşambanın üstüne
Tuz uzun, bakışlarımsa bir avuç tuzla orantılı
Tam yüreğimin hizasında o otel
Bir otel ki sabah akşam buruşturan kıyıyı
Dönüp dönüp arkama baktığım işte
Severek bir ıslak battaniyeyi belki
Didiklenmiş bir saati, yıpranmış
Tırnak uçlarını ve her şeyi.
Oysa ey denizlerin ıslak geçidi
Her yandan sızan şeridi akarsuların
Balığın dil bilmeyeni ben
Neden hep tuzdan anlardım o zaman
Tuzdan mı, evet tuzdan
Denizin merasından yani.
Uzat elini artık, kutla kendini
Götür bir bardak sonsuz suyu ağzına
Bak
Gördün mü, hem de nasıl
Bir gül dönüyor öteki avucunda.
III
Ağrıtmayan böylece dindirmeyen o sabah
Puhukuşu muydu, neydi, öttü uzun uzun
Biçimini vermeye çalıştı bir yıkıntıya
Biz geçince dönüp baktı arkamızdan üç çocuk
Üçü de
Bir tahta perdenin önündeki ömründe
Gözleri dümdüz, kireç kıyıları gibi
Bir yanıp bir sönüyordu umuda ve ezikliğe.
Farketmez deniz de gözyaşını, dedim ustama
Ve gözyaşı denizi
Ey göstergelerinen güzeli, göster ki beni
Ben ıssızı yonta yonta gürültüler ederim
Kendimi yonta yonta dağılan bir mermerim
O sabah demir atmış bulduk
Tekneyi bütün kıyılarda.
ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım.
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından.
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından.
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar.
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut.
Bu evleri atla bu evleri de bunları da.
Göğe bakalım.
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım.
inecek var deriz otobüs durur ineriz.
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya.
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum.
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun.
Herkes uyusun bir seni uyutmam birde ben uyumam.
Herkes yokken biz oluruz biz uyumıyalım.
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda.
Beni bırak göğe bakalım.
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım.
Tuttukca güçleniyorum kalabalık oluyorum.
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi.
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor.
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim.
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım.
Bana dönesin diye bir bir kapattım.
Şimdi otobüs gelir biner gideriz.
Dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç.
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin.
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat.
Durma kendini hatırlat.
Durma göğe bakalım .
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak,
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış.
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak.
ne donkarlosun domuz ahırı
ne senatör makdoların oda ışığı
ne de hacıfışfışın kurban etidir
demokrasi
demokrasi denilen o haspanın-a benim gülüm
lordlar kamarasına açılmaz kapısı
beşikteki bebeler bile biliyor bunu artık
biliyor ve unutmuyorlar
insan kanıyla işlediğini
o teksas tipi demokrasinin
elbet bir bildiği var şu benim bilenmiş bıçak gibi yüzümün
elbet kolay değil öyle genç ölmek