mesut sanmak için kendimi
ne kağıt isterim, ne kalem,
parmaklarımda cigaram,
dalar giderim mavisinden içeri.
karşımda duran resmin.
giderim, deniz çeker;
deniz çeker, dünya tutar.
içkiye benzer bir şey mi var,
bir şey mi var ki havada
deli eder insanı, sarhoş eder.
bilirim, yalan, hepsi yalan;
taka olduğum, tekne olduğum yalan;
suların kaburgalarımdaki serinliği,
istakoda uğuldayan rüzgar,
haftalarca dinmeyen motor sesi,
yalan.
ama gene de,
gene de güzel günler geçirebilirim;
geçirebilirim bu mavilikte.
suda yüzen karpuz kabuğundan farksız,
ağacın gökyüzüne vuran aksinden,
her sabah erikleri saran buğudan,
buğudan, sisten, aşktan, kokudan...
ne kağıt yeter ne kalem,
mesut sanmam için kendimi.
bunların hepsi... hepsi fasafiso.
ne takayım, ne tekneyim.
öyle bir yerde olmalıyım
öyle bir yerde olmalıyım ki,
ne karpuz kabuğu gibi,
ne ışık, ne sis, ne buğu gibi...
insan gibi.
bir gün anlarsın hayal kurmayı;
beklemeyi, ümit etmeyi.
bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
bütün vücudunu saran o korkunç geceyi.
lanet edersin yaşadığına...
maziden ne kalmışsa yırtar atarsın.
o zaman bir çiçek büyür kabrimde, kendiliğinden.
seni sevdiğimi işte o gün anlarsın.
ümit yaşar OĞUZCAN
yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
insan saatlerce bakabilir gökyüzüne
denize saatlerce bakabilir, bir kusa, bir çocuğa
yasamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
kopmaz kökler salmaktır oraya
kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir tas gibi dinleneceksin
insan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
insan balıklama dalmalı içine hayatın
bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
fakat ne kadar sevinç varsa yasamak özlemiyle dolmalısın
ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
dolaşmalı damarlarında hayatin sonsuz taze kani
yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
masumluk sanrısına biat
yaşamanın en iyi yöntemi onlar için
hayatlarını yönettiklerine inançlarını korumak
en iyi saklanma, en kısır kaçış
yönetilmeye daha uygun hale gelişlerine dair
tatsız bir serüven
her yolun u dönüşüyle ödüllendirilmesi
ve
koca koca insanların çocukluklarındaki
çarpışan arabaları özlemesi
yeterince felaket habercisi bir senaryo iken
müsait bi yerde inecek kadar müsaitsiz bir çelişkiyken eylemleri
hala yaşıyorlar
bir düş-üş/ün nereyi kıracağını bilsen de
en yaşamsal, en hassas kemiklerin kırılması bile
etin soğuk betona çarpması kadar
çarpık, pespaye bir acı veremez
sanırım hala yaşıyorlar gregor
üstelik sen nefesinin milyarda biri kadar bunu
hissedemezken.
yaşıyorlar
senin kaleminin ucunda
titrek traji komik bir gülümsene beyis
belkide sadece yaş alıyorlardır
farkına varamadan.
varamayacakları bir kanalizasyon borusunun yer çekimi
onları tutuyor olabilir mi?
"kanatları çekilmiş bir güvercin için gök
cenaze yakınıdır, üzgün görünmek ister
kerbela gazisi bir askerdir çünkü o
yorgundur, yaralıdır, aşka bürünmek ister." *
artık demir almak günü gelmişse zamandan,
meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
biçare gönüller. ne giden son gemidir bu.
hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.
bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden
Evin içinde bir oda, odada istanbul
Odanın içinde bir ayna, aynada istanbul
Adam sigarasını yaktı, bir istanbul dumanı
Kadın çantasını açtı, çantada istanbul
Çocuk bir olta atmıştı denize, gördüm
Çekmeğe başladı, oltada istanbul
Bu ne biçim su, bu nasıl şehir
Şişede istanbul, masada istanbul
Yürüsek yürüyor, dursak duruyor, şaşırdık
Bir yanda o, bir yanda ben, ortada istanbul
insan bir kere sevmeye görsün, anladım
Nereye gidersen git, orada istanbul.
Gün günden odamın şeklini alıyorum
işliyorum bu iniltili varlığı yeniden
Kimbilir, duyuyorum yazgısını belki de
Kuru bir dal parçasını içinden yiye yiye
Dal olan bir böceğin
O garip yazgısını
sabah olmak her gece kolay mı sanırsınız
bulutları dağıtıp güneş olarak doğmak
denizle gök arasında çiy yorgunu şehre
kurşun kubbeleri buğulu minareleri ıslak
soğuk bir trenden inmiştiniz / yalnızdınız
bilmem kaçıncı defadır / yine yanılmıştınız
hiç uyumamıştınız / gözleriniz yanıyordu
yolculuk sanki bitmemişti / birdenbire
kendinizi vagonda unuttuğunuzu sandınız
sanki katar soluk soluğa tırmanıyordu
dumanlı rampaları / bir kılıç gibi çıplak
tiz çığlıklarıyla aydınlığı doğrayarak
bilmem kaçıncı defadır / yine yanıldınız
jilet mavisi bir kadın elinde purosu
değdiği yer açılıyor çok fena keskin
kim olduğunu bilen yok / işin doğrusu
yüzünü kaybetmiş aynalarda arıyordu
amerikan bara tünemiş sek vodka içiyor
geçmişinden rusça bir şarkı arayarak
sarhoş olmamak en büyük korkusu
bilmem kaçıncı defadır / yine yanıldınız
elbet en kötüsü sokaklarda tutuklanmak
hani bir kere iki yanınızda iki sivil polis
beyoğlu'ndan çekilip nasıl koparılmıştınız
nabız gibi vuran o kötü ve karanlık his
yakanızı hala bırakmadı asla bırakmayacak
Önce bir kafes resmi yaparsın
Kapısı açık bir kafes
Sonra kuş için
Bir şey çizersin içine
Sevimli bir şey
Yalın bir şey
Güzel bir şey
Yararlı bir şey
Sonra götürür bir ağaca
Asarsın bu resmi
Bir bahçede
Bir koruda
Ya da bir ormanda
Saklanır beklersin ağacın arkasında
Ses çıkarmaz
Kımıldamazsın
Kuş bazen çabuk gelir
Ama uzun yıllar bekleyebilir de
Karar vermezden önce
Yılmayacaksın
Bekleyeceksin
Yıllarca bekleyeceksin gerekirse
Resmin başarısıyla hiç ilişiği yoktur çünkü
Kuşun çabuk ya da yavaş gelmesinin
Geleceği olup da geldi mi kuş
Çıt çıkarma yok
Kafese girmesini beklersin
Girdi mi kafese, fırçanla
Usulcacık kapısını kaparsın
Sonra kuşun bir tüyüne dokunayım demeden
Bütün kafes tellerini teker teker silersin
Yerine bir ağaç resmi yaparsın
Dallarının en güzeline kondurursun kuşu
Tabii ne yapraklarının yeşilini unutacaksın
Ne yellerin serinliğini
Ne de yaz sıcağındaki böcek seslerini
Otlar arasında.
Sonra beklersin ötsün diye kuş
Ötmezse kötü
Resim kötü demektir
Öterse iyi olduğunun resmidir
imzanı atabilirsin artık
Bir tüy koparırsın usulca
Kuşun kadından
Ve yazarsın adını resmin bir köşesine.
ahh yorgun dilim aah paslı ciğerim
nedendir anlamam bir anda astı gitti yüreği
sayısız vesait sonunda ulaşmıştı elim
geç kalınmış olsa bile koşup yetiştim al şu elimi
benim için ne olur yüzün bir kez asılsın
tebessüm olsa neyse kahkahalar basılmış
ne vicdaan ne insaaf o lanet tavrın
bu gece bileklerimden süzülsün göğü kaplasın
ne yastasın artık ne benim kadar hastasın
sen adımı küfür gibi anan kadın, boş bi rüyadasın
haberin gelmiyor artık, hayatla aran nasıl?
sanmıyorum dudakların benden ayrı kanamasın
önce hayat cehennemdi gelip aldın beni
cennetine götürmedin dedim dünyadır meskeni
dünya bile uzaktı boşluğa terkedildim
arafta bıraktın beni ben cehennemimi özledim
kan revanız birlikte devayız ayrıyken belayız sınırsız semayız
kırılmış serabız görülmüş rüyayız yıkılmış dünyayız
gel göğsüme yaslan öyle sefayız
sabrımı görse israfil üfleyecek sura
ezildikçe içim kıyametle aynı odam
ne senden vazgeçer ne de dünyada kalır kalbim
yarının umut sahnesinde şarkılarım baki
adınla bayram yerine dönen çocuk ruhuma
sen kadar güzel bi tarih yok, bak dizlerim yara
en nihayetinde büyüyorum düşe kalka
nereye gitsen koşuyorum peşinden,otur bi banka
mantıkla yontulan bütün cümlelerin boşa
ben kalbinin sesiyle karanlıkta yolumu bulurken.
sandım ki bütün yollar yürünecekti beraber
meğerse yolun bi kısmında atılmışım köprüden
ama unutma ki uykum bile sende kaldı
sen gittiğin gün yanına kendin hariç herşeyi aldın
zahmet etme lütfen ben kendimi kandırırım
bütün bu olan biteni hayallerime sığdırırım
Her şey o kadar dokunaklı ki.
Eylülsem, istemeden kırılıyorsam bazen
dağınık, renksiz bir mozayık gibiysem
üstelik yalnızsam bir de -telefonda kuş sesleri-
aynalardan duvarlara bir üzünç akıntısı.
Bu dünyada çekingen olmak çok iyi bir şeydir baylar..