Böyledir de felsefe tarihi boyunca ontolojide; tatmin edici olmasını bırakın, "varlık" kavramını anlamış filozof sayısı sınırlıdır. Yalnızca pre-sokratik dönemde bu doğa filozoflarının "yöntemsel" olarak bir varlık felsefesi yaptığı görülmektedir. Daha sonraları sokrates, "felsefe, olgusal bu dünyayı bırakıp insanın ruhsal sorunları ile ilgilenmelidir" dediğinden beri varlık felsefesi, bir türlü var olandan öteye gidememiş, yani bir ontolojik felsefe değil; ontik felsefe söz konusudur.
Sokrates'ten sonra platon, varlık (aslında var olan) alanında ancak kendi epistemolojisini temellendirmek için bir şeyler söylemiştir ki bunlar da felsefe için ekonomik olduğundan itiraz edilmemiştir.
Aristoteles ne kadar platon'un uç tutum gerçekçiliğine karşı eleştiriler sunsa da onun terminolojisinden Öteye çok fazla gidememiştir.
Sokrates, platon ve Aristoteles sonrasında felsefe, varlık felsefesi, varolan felsefesine indirgenmiş böylece deyim yerindeyse 19. Yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür.
Burada haksızlık yapmamak için konumu husserl ve heidegger ekseninde incelediğimi belirtmeliyim.
Felsefenin konusunun ne olduğunu ve ne durumlara maruz kaldığını kısaca belirttikten sonra ilerideki başlıklardan birisinde "fenomenonolojik ontoloji"yi işleyerek, ancak ne zaman varlığın varlık olarak ele alındığını gösterme gayretine gireceğim. (Görme gayreti olmayanlara hitap ederek) O zaman geldiğinde burayı düzenlerim.