varlıkları insan yapımı ve diğerleri diye ikiye ayırırsak, diğerlerine haksızlık etmiş olmaz mıyız? yani bir insanın "diğerlerini" kullanmadan ortaya bir şey koyması mümkün değil ki?
"bunun ne önemi var" sorusunu duyar gibiyim.. o halde bende şöyle sorayım; varmak istediğimiz belli bir nokta var mı? yoksa amacımız sadece varlıkları ikiye, üçe, beşe ayırmak mı? yoksa varlıkları kaça ayırmalıyız diye mi düşünmeliyiz? yoksa sadece senin şahsi fikrine olabildiğince bütünleyici yorumlar mı getirmeliyiz -ki o zaman iş felsefeden çıkacaktır.
Pek tabii ki bildiğim kadarıdır benim dünyam. Farkındalığa muhtaç bir yere toprak deriz, fakat farkında değilsek yoktur. Şu an şili mağaralarında ejderhaların yaşadığını düşünelim, bilmiyorsak, yoktur-en azından bizim için- bu durumda bilinmeye, farkında olunmaya muhtaçtır. Bu durumda mükemmel diye bir şey yoktur. Çünkü, muhtaciyet, mükemmelliği engeller, dünyamız bilgimizden ibarettir, bilmiyorsak dünyamızın bir parçası değildir. Varlık, bilindikçe vardır.
ılık bir kasım gününün akşam üzeri vaktinde ,
kaldığın yurdun rutubetli odasına giderken ,
çatıdan aşağıya doğru ,
birazdan bir şeyleri sana öğretmek üzere ,
bir güvercin düşmektedir.
tam yere düşmek üzereyken hemen ötede duran kediyle göz göze gelirsin.
kediyle aynı anda ,
sonradan yaralı olduğunu öğreneceğin güvercine doğru ,
ok gibi fırlarsın.
aynı anda varır ,
güvercini
kedi tam yakalamak üzereyken kurtarırsın.
güvercini eline alır bakışırken ,
işte o an olanlar olur.
"ben şimdi kedinin akşam yemeğini mi çaldım?"
yoksa
"güvercinin hayatını mı kurtardım?"
soruları arasında
bir iç hesaplaşmaya girişirsin.
ayakta ,
elinde güvercin ,
anlarsın ki
"doğru" ile "yanlış" diye bir şey yoktur.
kediye göre doğru güvercine yanlış ,
güvercine göre doğru kediye yanlıştır.
bilincinden o an
dinler , insanlar , savaşlar ışık hızıyla bu yeni keşfettiğin paradoksun süzgecinden geçtikçe ,
sarsılırsın.
doğru ile yanlışın aslında hiç var olmadığı gerçeğinin ,
hayatında karşına
bu kadar belirgin ,
bu kadar acımasızca çıktığı
bu ılık bir kasım gününün akşam saatinde ,
elinde güvercin ,
ayakta ,
kalakalırsın.
Baş harfi büyük olan varlık ve baş harfi küçük olan varlık arasındaki farkın göz ardı edilmesinden geride kalan felsefi soruna el atmadan küçük harfli olan varlıkları ayırmak mümkün görünmüyor.
varlıkları kategorize etme gereği duyarız, yani ayırırız, bunda sorun yok. bilim yapabilmek için yada bilimin varolabilmesi için otomatikleşmiş şeyler var. kategorize etmek gibi. ihtiyaç çünkü...
tüm ideaların ve doğanın(madde) komple bir makine gibi işlediğini de söyleyebilirim. yani doğada zaten 180 dereceye eşit olan üçgenin iç açılarını tamamen pascal'a mâl edemem ben. o biraz pascal'dır ama çoğunlukla doğadır yani. biraz ilhamdır, biraz bulmacadır... yada insanlık egosu üstün olanlar için "yarı yarıya" diyelim hadi... insanın ortaya koyduğu varlıklar da biraz insandır, ama bana sorarsanız çoğunlukla doğadır.
insanı, doğaya (doğala) entegre olarak görmektense yukarıda bahsettiğim daha büyük bir mekaniğin parçası içinde görmek gerekiyor diye düşünüyorum. doğayı sadece "felsefe yapmayan şeyler" olarak görüyorum.. çünkü kendimi bile kestiremem çoğu zaman, insan bu otomatikliğin dışında, isterse dünyayı yaşanmaz bir yer yapabilir hem de tam şuanda, isterse herşeyi düzeltebilir.
varlık kavramını metaya indirgemekte riskli.
cogito ergo sum. düşünceler yok mu?
korkmayın, matrix'e bağlamayacağım ama böyle de bir durum var.
ben düşünceleri varlık olarak kabul etmek zorundayım.
onların silindiği veya kaydedilmediği fikrine tahammül bile edemem açıkçası.
birçok düşünceyi birçok metadan üstün bulduğum bile olur.
denize bir insan mı düşse kurtarırım, bir kitap mı?
kitabına göre değişir.
felsefe yapan başka bir canlı var mıdır bilmiyorum. ama felsefe insanlığın, insan olarak, karşılaştığı tüm canlılardan açıkça en büyük farkıdır. bu yüzden insanı, doğayı ve ne yazık ki bazı tesadüf teorileri dışında kaynağı bilinmeyen "düzen ve oran sağlayıcısı (enerji, fikir, tanrı, vs.)" 3'e ayırmak ve bu üçünü büyük bir mekaniğin parçası olarak görmek, o mekaniği de "tam" olarak görmekte bir sakınca görmüyorum. zaten daha ilerisini göremiyorum. en azından şuan.
yalnız bu tamlığı sıfatlandırmak... hmm, en azından şuanlık insanın yapabileceği bir şey değil gibi... ben yapamam. böyle bir tamlığı algılamak için zamanın veya kütlenin sonuna, ötesine gitmek gerekebilir. bilginin tamamına erişmek gerekebilir, tek bir şey eksik kalırsa, vereceğimiz sıfatta hatalı olacaktır çünkü... onu başarana kadar, inanmaya veya ummaya devam galiba. ben öyle yapıyorum, sizin de keyfiniz bilir...
varlıkları ayıramazsınız. sadece tek bir isim altında 'doğa' olarak tanımlamak daha doğru. çünkü 'bir' bütünü oluşturur. her şey birbirine bağlıdır. canlı cansız desek bile aslında cansız dediğimiz şeyi de canlı oluşturur. her şey canlıdır. her şey doğadır. her şey hareket halindedir, hareketsiz gözükse bile.
5. entry'e..bütünü kendi içinde sınıflara ayırmak tercih meselesidir. bu bütünü nelerin ne şekilde oluşturduğunu değiştirmez. normalde mikroyuz ama daha da mikro penceresinden bakıldığında makro oluyoruz. bu durumda değişen ne? ya da değişen bişey var mı? bu durumda oluşan gerçeklik ise görecelidir. düşünmeyen birisi için ya da düşünemeyen bir varlık için gerçek ne derece gerçek ya da gerçek mi gerçeklikten söz edilebilir mi?