ben futbol hakkında çok konuşmam. yazmam da. o efsanevi 5-6 senelik galatasaray başarılarıyla dolu yıllardan sonra da futboldan çok keyif almadım. benim esas gönül verdiğim spor basketboldur. ancak barcelona yıllardır yavaş yavaş benim algılarımın tekrar futbola açılmasını sağladı. 10 senedir bu takımın maçlarını takip etmekten kendimi alamıyorum. kaldı ki galatasaray'ı bile o kadar takip etmek içimden gelmiyor yıllardır.
canım frank rijkaard ile başlayan dönemden itibaren yavaş yavaş, üstüne kata kata, sabrede sabrede barcelona'nın nasıl bir şekle büründüğünü deneyimleme şansım oldu ilgilenen hepiniz gibi. xavi nin nasıl kendini geliştirdiğini, iniesta nın ona nasıl muhteşem bir partner olarak ortaya çıktığını, messi gibi bir mucizenin nasıl filizlenerek bu kusursuzlaşma sürecine harika bir parça olduğunu, pique nin, dani alves in, puyol un, ve diğerlerinin bile bu puzzle içerisinde nasıl kendilerini ve geribildirim olarak tekrar takımı geliştirdiklerine gün be gün şahit oldum.
ama bir iki maç hariç hiç şaşırmadım emin olun. beni şaşırtan ender maçlardan biri de 29 kasım 2010 fc barcelona real madrid maçı idi tabi. aslında onda bile öyle aşırı bi şaşkınlık yaşamadım ki bence o maçta tanık olduğumuz şey, bu sürecin farkında olarak yıllardır takip edip, bu fırtınanın nerelere gelebileceği konusunda hazırlıklı olanlar dışında gerçekten çok şaşırtıcıydı.
kimisi çıkacak şimdi "ulan altı üstü futbol bu. şunun için takındığın tavra, entelektüelleştirme çabana yazık" minvalinden eleştirecek belki beni. ama umrumda değil. çok daha entelektüel konularda bile içimden bu kadar yazmak gelmiyor çoğu zaman. zira burada beni yazmaya iten şey nasıl harika bir top oynandığı değil. bunun altında yatan motivasyon, disiplin, yardımlaşma, yetenek... bana hiçbir kuvvet atıyorum galatasaray'ın fenerbahçeyi eze eze 8-0 10-0 yendiği bir maç sonrası bu kadar derin şeyler yazdıramaz. çünkü bilirim ki geçicidir, anlıktır. 2 sene sonra sığ beyinler gelir kuşa çevirir benim takımımın ruhunu, bütçesini, motivasyonunu. ve 2 sene sonra ben gider bi ukrayna takımının karşısında rezilleri oynarım. burada beni çeken şey işte bu istikrar.
barcelona takımındaki oyuncuların çoğu altyapıdan yetişti. barcelona 15 yıl önce de inanılmaz bütçelere sahip bir kulüptü. iseseler bastırıp parayı vieri 'yi kluivert 'i , nedved i alamazlar mıydı? şov yapamazlar mıydı nou camp ta bu transferlerle? ha yapmadılar mı? zaman zaman yaptılar ama temel hedef altyapı idi ve arkasında durdular. sabrettiler, belki gece gündüz analizler yaptılar, bıkmadılar ve messiler, xaviler, iniestalar, piqueler ..v.s böyle yetişti işte. inandılar bu adamlara.. hepsi 17-18 yaşında nou camp'a ayak bastı bu adamların hepsi! ve 2 maç kötü oynadılar diye PAF takıma yollanmadılar tekrar. medya bunların ispanya için nasıl değerler olduğunu, nasıl bir gelecek vadettiğini gördü. bizdeki ağzından salya saçan eleştirmenler gibi değildi zira onlarınkiler.
ne çok uzattım. ama şunu anlatadan kapatmayacağım konuyu... öğle tatilinde barcelona'dan konuşuyorduk bi arkadaşımla. ikimiz de gülerek anlatıyorduk anlattıklarımızı. zevkle... ve o arkadaşım şöyle söyledi:
- abi cidden ölmeden önce, kaç yaşımda olursam olayım gidip nou camp'ta bu takımı izlemek istiyorum. ve yapacağım da.
ben gerçekten kalpten "ben de!" dedim.
ve ben hayatımda sadece 2 futbol maçına gittim. ve bana bunu dedirttiler bu adamlar. ben enizde bir su tanesiyim. benim gibi düşünen dünyada milyonlarca insan var. ve gidiyorlar nou camp'a! basıp parayı izliyorlar bu takımı. fc barcelona kazanıyor, bascelona şehri kazanıyor, ispanyol kültürü ve ispanya ekonomisi kazanıyor. sırf nou camp'ın boş halini görmek için insanlar sıra bekleyip para veriyor arkadaşlar! buradan bile inanılmaz paralar kazanıyorlar. düşünün ki bu başarılardan ötürü, bu anlayıştan ötürü bir stad turistik bir cazibe merkezi haline geliyor. bizde aspendos'a bile giden yok. dünyanın zirvesindeki bir kulübümüz küme düşmemeye oynuyor ve yıllardır, çocukluğumdan beri aynı yalan, aynı terane tekrar tekrar bize utanmadan söyleniyor:
"Ajax'ın, FC Barcelona'Nın altyapı modelini örnek aldık, harika şeyler olacak"
ya biz de top peşinde çok koştuk, birçok maç da izledik, lakin anlayamıyorum bu adamlar nasıl bu kadar seri pas yapabiliyorlar, herşeyden önce inanılmaz bir zeka lazım bu kadar çabuk oyunu okuyabilmek için. e bu adamlar zeka testiyle de alınmıyor ya takıma.
takımın farklı bir ruhu var gibi sanki... xavi'yi, iniesta'yı alıp herhangi bir türk takımına yerleştirsen sanki üç pas yapamayacaklarmış gibi... sanki sabri sarıoğlu bile barcelona'da oynasa ayağa tek pas yapabilecekmiş gibi... sanki yılmaz vural ile bile şampiyonlar ligini kazanabileceklermiş gibi...
zamanında kraliyete, barbarlığa ve baskıya direnen onurlu bir geleneğe sahip takım.
ispanya iç savaşında, oyuncularını franco diktatörlüğüne karşı cephelere gönderen bir yapıdan bugünlere gelmiştir. athletic bilbao ekibini de aynı kategoriye sokabiliriz.
futbolun sadece futbol olmadığını temsil eder.
köklü bir kulüptür.
işin siyasi demlerini bir tarafa bırakırsak, hakikaten insanüstü bir futbol oynuyorlar.
oyunlarını, paslaşmalarını izlerken bile yoruluyor insan.
üstelik çoğu büyük kulüp gibi sırtını büyük paralarla transfer ettikleri, yabancı oyunculara dayamamıştır.
kendi altyapısından yerli oyuncular çıkartmayı bilmiştir.
hiçbir takımın sahip olmadığı bir paslaşma anlayışına sahip olan takım. oyuncular kendilerini birbirlerine göre öyle güzel konumlandırıyorlar, pasın hızını öyle güzel ayarlıyorlar ki izlemekten alıkoyamıyor insan. ve genellikle birbirlerine uzak kalmamaya dikkat ediyorlar. hele o tek toplar yok mu!
top rakipteyken alan savunmasını çok iyi yapıyorlar, top kendilerine geçtiğinde de acele etmeden kısa paslarla rakip yarı sahaya yerleşip stoperleri orta sahaya kadar çıkartıp rakip sahada sakin sakin top çeviriyorlar ve mutlaka bir boşluk buluyorlar bir şekilde. hani pres yapalım topu kazanalım derseniz de, ya yetenekli ayakları ile adam eksiltip rakip savunmayı dengesiz yakalıyorlar ya da 70' ten sonra artık pres yapacak haliniz kalmayacağından kuzu kuzu teslim oluyorsunuz adamlara.
son 3 yıldır benim hayatım boyunca izlediğim en güzel futbolu oynayan takım. 10 yaşımdan beri futbol izleyicisi olduğumu düşünürsek aşağı yukarı 20 seneye tekabül ediyor bu süre. benden yaşlıları bu rakamı yükselteceklerdir eminim.
dünya futbolunda herkes 'futbol' un gerektirdiği ölçüler içinde iyi oynarken, yahut dönem dönem iyi hatta yenilmez armada takımlar çıkarmışken (2000 ler başı arsenal'i, yine v.basten rijkaard gullit milanı, ya da 80 lerin real madrid'i gibi.), standartın üzerine çıkmakla kalmayıp mükemmelliyete oynayan kulüptür. siyasal fikirler, bulundugu taraf gibi etmenleri nötr alsak bile yalnızca futboldaki devinimiyle dahi 'mes que un club' sıfatını hak etmiş kulüptür.
bir gün sahaya şu forma ile çıksa da galatasaray'lı olarak arkama yaslansam, elimde bira şöyle rahat rahat bir 90 dakika hayatımı yaşasam. şöyle sabrisiz, mustafa sarpsız, ayhansız, servetsiz.. sanki galatasaray'ı izliyormuş gibi.. ah ne güzel olurdu!