fatih sultan mehmet e şiirler

entry34 galeri0
    34.
  1. daha önce bıçaktan hiç su içmedim
    hiç kısılmadı kerpetene bıyıklarım
    gururlu bir gemiyim oldum bittim
    sabah olur yelkenlerimi saklarım
    özgürlük dediğim yerde demirledim

    üstüme varma bulutları tutamam
    böyle paldır küldür gideceklerdir
    gelmezsen farketmez kimseyi aramam
    asıl sevdiklerim en içimdekilerdir
    onlarla yaşarım eğer yaşarsam

    olur mu gecemi yeşile çalmak
    yıldız çivilemek parmakuçlarıma
    ölüm kadar çabuksa eğer yaşamak
    hiç doğmamayı isterdim ama
    bir kere doğmuşum ölmek yasak

    attila ilhan.
    1 ...
  2. 33.
  3. Karadeniz gibi kükrer coşarsa
    Dalgası gelince yaman aşıklar
    Hırs gelip de ayranlığı şişerse
    Kaybeder irade, dümen aşıklar

    Ağzına geleni hemen atarlar
    Ben aşığım diye çalım satarlar
    Haram demez helal demez yutarlar
    Bibersiz baharsız çemen aşıklar

    Karanlıkta ayna görse ay sanır
    Üryada şarap içse mey sanır
    Mezarlığa yol uğrasa köy sanır
    Gözleri kararmış duman aşıklar

    iyi demez kötü demez metheder
    Bakarsın ki bir tel kırmış çat eder
    Sorsan baksan aşka binmiş at eder
    Yorulup yollarda kalan aşıklar

    Şehvetle aşıktır kıza geline
    Arı olan tuz katar mı balına
    Ebrişimden nazik ipek teline
    Tadarlar çeşitli yalan aşıklar

    Kabını yumaya bulamaz karı
    Hind'ten Hindistan'dan bahseder yari
    Beğenmez topalı bulamaz körü
    isterler bir kaşı keman aşıklar

    Asıl aşıkların arzu cemaldir
    Arifler bilirler ehl-i kemaldir
    Aşıklar bizlere yüz yıllık yoldur
    Koşsak da peşinden hemen aşıklar

    Aşıklar çoğaldı sadık az kaldı
    Fikreyle ey Veysel ne zaman geldi
    Şiirde ne özet ne bir öz kaldı
    Savurur denesiz saman aşıklar

    aşık veysel.
    1 ...
  4. 32.
  5. Kime dokunsam sensin
    Kimi çağırsa dudaklarım...
    Başımın tacı, canım efendim.
    Görünmez çığlıklarımı gören
    Eğilmez başımı öpensin.
    Sen bir deniz derinliğisin
    Uslanmak bilmez kederler ülkesi...
    Coşup yağan fırtına sessizliğim
    Kül kedisi yorgunluğunda kalbim
    Masalcı ninesini arıyor

    ahmet hamdi tanpınar.
    1 ...
  6. 31.
  7. Ne içindeyim zamanın
    Ne de büsbütün dışında;
    Yekpare geniş bir anın
    Parçalanmış akışında,
    Bir garip rüya rengiyle
    Uyumuş gibi her şekil,
    Rüzgarda uçan tüy bile
    Benim kadar hafif değil.

    Başım sukutu öğüten
    Uçsuz, bucaksız değirmen;
    Içim muradıma ermiş
    Abasız, postsuz bir derviş;

    Koku bende bir sarmaşık
    Olmuş dünya sezmekteyim,
    Mavi, masmavi bir ışık
    Ortasında yüzmekteyim
    ahmet hamdi tanpınar.
    2 ...
  8. 30.
  9. Sis



    Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
    beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
    ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,
    bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
    tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
    onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
    Ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık;
    lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası!
    Ey zulümler sâhası... Evet, ey parlak alan,
    ey fâcialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sâha!
    Ey parlaklığın ve ihtişâmın beşiği ve mezarı olan,
    Doğu;nun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi!
    Ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden
    sefahate susamış bağrında yaşatan.
    Ey Marmara;nın mavi kucaklayışı içinde
    sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın.
    Ey köhne Bizans, ey koca büyüleyici bunak,
    ey bin kocadan artakalan dul kız;
    güzelliğindeki tâzelik büyüsü henüz besbelli,
    sana bakan gözler hâlâ üstüne titriyor.
    Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere, süzgün
    iki lâcivert gözünle nekadar canayakın görünüyorsun!
    Canayakın, hem de en kirli kadınlar gibi;
    içerinde coşan ağıtların hiç birine aldırış etmeden.
    Sanki bir hâin el, daha sen şehir olarak kuruluyorken,
    lânetin zehirli suyunu yapına katmış gibi!
    Zerrelerinde hep riyakârlığın pislikleri dalgalanır,
    içerinde temiz bir zerre aslâ bulamazsın.
    Hep riyânın çirkefi; hasedin, kârgüdmenin çirkeflikleri;
    Yalnız işte bu... Ve sanki hep bunlarla yükselinecek.
    Milyonla barındırdığın insan kılıklarından
    Parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar?

    Örtün, evet ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
    örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahbesi!
    Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
    Kaatil kuleler, kal;ali ve zindanlı saraylar.
    Ey hâtıraların kurşun kaplı kümbetlerini andıran, câmîler;
    ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki,
    geçmişleri geleceklere anlatmıya memurdur;
    ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi.
    Ey kubbeler, ey şanlı dilek evleri;
    ey doğruluğun sözlerini taşıyan minâreler.
    Ey basık tavanlı medreseler, mahkemecikler;
    ey servilerin kara gölgelerinde birer yer
    edinen nice bin sabırlı dilenci gürûhu;
    “Geçmişlere Rahmet! ; diye yazılı kabir taşları.
    Ey türbeler, ey herbiri velvele koparan bir hâtıra
    canlandırdığı halde sessiz ve sadâsız yatan dedeler!
    Ey tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar;
    ey her açılan gediği bir vak;a sayıklıyan
    vîrâneler, ey azılıların uykuya girdikleri yer.
    Ey kapkara damlariyle ayağa kalkmış birer mâtemi
    sembole eden harap ve sessiz evler;
    ey herbiri bir leyleğe yahut bir çaylağa yuva olan
    kederli ocaklar ki, bütün acılıklariyle somutmuş,
    ve yıllardır tütmek ne... çoktan unutulmuş!
    Ey mîdelerin zorlaması zehirinden ötürü
    her aşâlığı yiyip yutan köhne ağızlar!
    Ey tabi;atin gürlükleri ve nimetleriyle dolu
    bir hayata sâhip iken, aç, işsiz ve verimsiz kalıp
    her nâmeti, bütün gürlükleri, hep kurtuluş sebeplerini
    gökten dilenen tevekkül zilleti ki.. sahtadir!
    Ey köpek havlamaları, ey konuşma şerefiyle yükselmiş
    olan insanda şu nankörlüğe lânet yağdıran feryât!
    Ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli gülüşler;
    ey eksinlik ve kaderin açık ifadesi, nefretli bakışlar!
    Ey ancak masalların tanıdığı bir hâtıra: Nâmus;
    ey adamı ikbâl kıblesine götüren yol: Ayak öpme yolu.
    Ey silahlı korku ki, öksüz ve dulların ağzındaki
    her tâlih şikayeti yapageldiğin yıkımlardan ötürüdür!
    Ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için
    yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı!
    Ey tutulmıyan vaitler, ey sonsuz muhakkak yalan,
    ey mahkemelerden biteviye kovulan ;hak;!
    Ey en şiddetlikuşkularla duygusu kö¨rleşerek
    vicdanlara uzatılan gizli kulaklar;
    ey işitilmek korkusuyle kilitlenmiş ağızlar.
    Ey nefret edilen, hakîr görülen millî gayret!
    Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî mahkûm;
    ey fazilet ve nezâketin payı, ey çoktan unutulan bu çehre!
    Ey korku ağırlığından iki büklüm gemeye alışmış
    zengin ; fakir herkes, meşhur koca bir millet!
    Ey eğilmiş esir baş, ki ak-pak, fakat iğrenç;
    ey tâze kadın, ey onu tâkîbe koşan genç!
    Ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca;
    ey kimsesiz; âvâre çocuklar... Hele sizler,
    hele sizler...

    Örtün, evet, ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
    Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!

    Tevfiz Fikret
    18 Şubat 1317
    2 ...
  10. 29.
  11. bekleyeceğim

    Aylar geçip yıllar olsa da
    Yıllar geçip zaman dolsa da
    Aşkın arzuları beni boğsa da
    Bir gün seversin diye bekleyeceğim

    Bugün nişanlansan, yarın evlensen
    Benden başka binbir kişi sevsen
    Hepsiyle ayrı ayrı izdivaç görsen
    Bir gün dönersin diye bekleyeceğim

    Seni beklemekle geçse de ömrüm
    Şu fani dünyada kalmasa günüm
    Senden uzakta ölürsem bir gün
    Ahirette seni bekleyeceğim...

    ahmet hamdi tanpınar.
    2 ...
  12. 28.
  13. Her şey yerli yerinde; havuz başında servi
    Bir dolap gıcırdıyor uzaklarda durmadan,
    Eşya aksetmiş gibi tılsımlı bir uykudan,
    Sarmaşıklar ve böcek sesleri sarmış evi

    Her şey yerli yerinde; masa, sürahi, bardak,
    Serpilen aydınlıkta dalların arasından
    Büyülenmiş bir ceylan gibi bakıyor zaman
    Sessizlik dokunuyor bir yerde yaprak yaprak;

    Biliyorum gölgede senin uyuduğunu
    Bir deniz mağarası kadar kuytu ve serin
    Hazların aleminde yumulmuş kirpiklerin
    Yüzünde bir tebessüm bu ağır öğle sonu.

    Belki rüyalarındır bu taze açmış güller,
    Bu yumuşak aydınlık dalların tepesinde,
    Bitmeyen aşk türküsü kumruların sesinde,
    Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner.

    Her şey yerli yerinde; bir dolap uzaklarda
    Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan,
    Bir şeyler hatırlıyor belki maceramızdan
    Kuru güz yaprakları uçuşuyor rüzgarda.

    ahmet hamdi tanpınar.
    2 ...
  14. 27.
  15. Bursa'da eski bir cami avlusu,
    Küçük şadırvanda şakırdayan su.
    Orhan zamanından kalma bir duvar...
    Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
    Eliyor dört yana sakin bir günü.
    Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
    içinden gülüyor bana derinden.
    Yüzlerce çeşmenin serinliğinden
    Ovanın yeşili göğün mavisi
    Ve mimarilerin en ilahisi.

    Bir zafer müjdesi burda her isim:
    Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim
    Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın
    Hala bu taşlarda gülen rüyanın
    Güvercin bakışlı sessizlik bile
    Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle.
    Gümüşlü bir fecrin zafer aynası,
    Muradiye, sabrın acı meyvası,
    Ömrünün timsali beyaz Nilüfer,
    Türbeler, camileri eski bahçeler,
    Şanlı hikayesi binlerce erin
    Sesi nabzım olmuş hengamelerin
    Nakleder yadını gelen geçene.

    Bu hayalde uyur Bursa her gece,
    Her şafak onunla uyanır, güler
    Gümüş aydınlıkta serviler, güller
    Serin hülyasıyla çeşmelerinin.
    Başındayım sanki bir mucizenin,
    Su sesi ve kanat şakırtısından
    Billur bir avize Bursa'da zaman,

    Yeşil Türbesini gezdik dün akşam,
    Duyduk Bir musikî gibi zamandan
    Çinilere sinmiş Kur'an sesini.
    Fetih günlerinin saf neşesini
    Aydınlanmış buldum tebessümünle.

    isterdim bu eski yerde seninle
    Başbaşa uyumak son uykumuzu,
    Bu hayal içinde... ve ufkumuzu
    Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk,
    Havayı dolduran uhrevi ahenk.
    Bir ilah uykusu olur elbette
    Ölüm bu tılsımlı ebediyette
    Belki de rüyası büyük cetlerin,
    Beyaz bahçesinde su seslerinin.

    ahmet hamdi tanpınar.
    2 ...
  16. 26.
  17. Bir gül bu karanlıklarda
    Sükute kendini mercan
    Bir kadeh gibi sunmada
    Zamanın aralığından.

    Başında bu mucizenin
    Sesler, kokular ve renkler
    Ebediyete kadar derin
    Bir anın vadiyle bekler.

    Ve diyor fecirden berrak
    Sesiyle her ürperişte
    Geceyi yumuşatarak
    Bütün gözyaşlarım işte.

    Serinletmesin, ne çıkar
    Bu ümitsiz yalvarışı
    Hiç bir meyve ve pınar
    Ne de günlerin akışı.

    Yetmez mi bu müjde sana
    Aydınlatırsam alnını
    Ben her rüyayı zamana
    Taşıyan yıldız kervanı.

    ahmet hamdi tanpınar.
    2 ...
  18. 25.
  19. bir adın kalmalı geriye
    bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
    aynaların ardında sır
    yalnızlığın peşinde kuvvet
    evet nihayet
    bir adın kalmalı geriye
    bir de o kahreden gurbet

    sen say ki
    ben hiç ağlamadım
    hiç ateşe tutmadım yüreğimi
    geceleri, koynuma almadım ihaneti
    ve say ki
    bütün şiirler gözlerini
    bütün şarkılar saçlarını söylemedi
    hele nihavent
    hele buselik hiç geçmedi fikrimden
    ve hiç gitmedi
    bir topak kan gibi adın
    içimin nehirlerinden
    evet yangın
    evet salaş yalvarmanın korkusunda talan
    evet kaybetmenin o zehirli buğusu
    evet nisyan
    evet kahrolmuş sayfaların arasında adın
    sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
    bu sevda biraz nadan
    biraz da hıçkırık tadı
    pencere önü menekşelerinde her akşam

    dağlar sonra oynadı yerinden
    ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
    sen say ki
    yerin dibine geçti
    geçmeyesi sevdam
    ve ben seni sevdiğim zaman
    bu şehre yağmurlar yağdı
    yani ben seni sevdiğim zaman
    ayrılık kurşun kadar ağır
    gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın
    yine de bir adın kalmalı geriye
    bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
    aynaların ardında sır
    yalnızlığın peşinde kuvvet
    evet nihayet
    bir adın kalmalı geriye
    bir de o kahreden gurbet
    beni affet
    Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç

    ahmet hamdi tanpınar.
    1 ...
  20. 24.
  21. Başımızın üstünde bir bulutun
    Güneşe asılmış gölgesi,
    Uzakta toz halinde dağılan
    Yoğurtçu sesi,
    Gün bitmeden başladı içimizde
    Yarınsız insanların gecesi.

    ahmet hamdi tanpınar.
    2 ...
  22. 23.
  23. Aşk dediğin nedir ki
    Tenden bedenden sıyrık
    Çocukların içinde
    Yaşadığı bir çığlık

    Aşk dediğin nedir ki
    Histen nefesten varlık
    Umutsuzluk içinde
    Karanlığa son ıslık

    ahmet hamdi tanpınar.
    1 ...
  24. 22.
  25. Ağlama, gözleri kızarmış çocuk!
    Tek damla yaşın düşmesin yere.
    Bak, tek güzelliğimiz yokluk,
    Sana bir öğüt; ağlama boş yere.

    Ne olursa olsun hiçbir şey değmez,
    Senin bir damla gözyaşına.
    Ağlayana kimse boyun eğmez.
    Kimse bakmaz kimsenin yaşına.

    Ne kadar kötülük, pislik varsa;
    Sen herşeyi tertemiz öğren.
    Eğer yüzüne gözyaşı yağarsa;
    Seni garip sanır her gören.

    Ağlama sakın çocuk, ağlama!
    Korkmayana zarar gelmez, bunu bil.
    Sevgini hep söyle, sakın saklama.
    Aklından korkuyu, gözünden yaşı sil.

    ahmet hamdi tanpınar.
    2 ...
  26. 21.
  27. Şairi-i Azam

    Mevki Viyana
    Bir darbe-i ma'kus ile düşmüş o yana
    Hep tersine dönmüştür onun giydiği şeyler
    Hem bid-defaat!
    Onlarla yatıp kalkar imiş kendisi söyler
    Vaktiyle bütün Pul'da yapılmışsa da heyhat!
    Cümlesi solmuş.
    Vaktiyle siyah, şimdi fakat yemyeşil olmuş
    Bir paltosu vardır.
    Tek gözlüğü vardır, geceler kandilidir o.
    Ya rab ne hayat!
    Cepler delik az çok
    Lakin ne zarar var ki delikten düşecek yok.
    Bir korkusu vardır
    Meyhanelerin saat-i tatili pek erken...
    Bir kirli paçavrayla gezer
    Mendilidir o.
    Lastikleri bir başkasınındır ki yürürken
    Durmaz ayağından çıkar ekser...
    Serpuşu ne festir, ne külahtır, ne sarıktır
    Kalpak da değildir
    Bir şapka mı, haşa. O onun kendine mahsus
    Bir başka şekildir.
    Keşkül gibi bir şey...
    Milliyetini farık olan yok, soruyorlar:
    Kimdir bu alamet, bu musibet, ne kılıktır.
    Ürkütmeyelim sus...
    Bir kahkaha, bir av'ava kopmakta peyapey
    Bazen de müheyyâ-yı tasadduk duruyorlar.
    Zül farkına bir zam!
    Ancak biri vardır, ona der: Şair-i Azam!

    Abdulhak Hamit Tarhan.
    2 ...
  28. 20.
  29. istanbul Düşman istilası Altında iken Çamlıca;da

    Hey Çamlıca mehtâbı ne olmuş sana öyle?..
    Küskün duruyorsun.
    Bir şey kuruyorsun.
    Seyrinle ıyan et bana, ilhâm ile söyle:
    Aksetmede âlâm-ı vatandan mı bu halet?..
    Anlat; bu tahavvül neye etmekte delâlet.
    Vaktiyle ederken bu havâliyi zılâlin
    Bir sâha-i nilî.
    Ey neyyir-i leylî,
    Matem döküyor arza bugün bedr ü hilâlin
    Bir şeb ki, zîrinde küsûfun,
    Seyrangehi olmakda tuyûfun.
    Mâzîden esip gelmede bir nevha-i vâveyl..
    Bir âh-ı müebbed.
    Hangi güneşin mâtemidir zulmetin ey leyl,
    Ey şi;r-i muakkad
    Yıldızlar olur bence meâlin gibi nâ-yab
    Atîde görünmezse o mâzideki mehtâb
    Olmazdı sabahın da yarın gülmeye meyli
    Pîşinde bu dîdar-ı mahûfun.
    Kartallara baktım düşüyorlar yere bi-;b;
    Oldum sanıyordum Melekü;l Mevt ile hem-hâb.

    Abdulhak Hamit Tarhan.
    2 ...
  30. 19.
  31. Elveda Diyemedik

    Yıldızsız bir geceydi
    Bir dağ çiçeği gibi şimdiden hasretteydim
    sürgündüm çok uzaklardaydım,
    Ve gözlerindi sürgün sebebim..
    Çok çabuk çekildin hayatımdan
    Kaderle el eleydin,
    Bense kederle sarhoş...
    Yarım kalmıştı hikayemiz
    Göçmen kuşları gibi gelip geçtin bu şehirden
    Belkide hayatımdan
    Duymadın haykırışımı, acılarımı,
    Benimsin sanmıştım uçtun avuçlarımdan
    Tutamadım, gitmede diyemedim
    Olamadın bir yıldızın kayışı kadar hayatımda
    Zaman çok kısaydı bizim için
    Yetmedi gözlerimizden yaşı silecek kadar
    Nede elveda diyebilecek kadar...

    Abdulhak Hamit Tarhan.
    2 ...
  32. 18.
  33. Bir Sefilenin Hasbıhalinden

    Ne idim ben, ne tabii bir kız
    Belki sahrada rebii bir kız

    En büyük zevkim, ümidim, neşem
    Kırda seyran idi, her gün, her dem

    Düşünürken o büyük sahrada
    Beni halk eyleyeni tenhada

    Duruyorken hareketsiz, sessiz
    Yere inmiş göğe benzerdi deniz

    Aksi tekbir ile dolmuş dereler
    Secde eylerdi bütün meşcereler

    Şebi mehtap doğar aynı şafak
    Her taraf nura olur müstağrak

    Akıyormuş gibi her suda hayat
    Yüzüyormuş gibi hep mahlukat

    Uçacakmış gibi eflake zemin
    Halden, mazi ile atiden emin

    Mutmain şevk ile soldan, sağdan
    Bir şataretle inerdim dağdan.

    Abdulhak Hamit Tarhan.
    2 ...
  34. 17.
  35. Makber

    Eyvah! Ne yer, ne yâr kaldı,
    Gönlüm dolu ah-u zâr kaldı.
    Şimdi buradaydı, gitti elden,
    Gitti ebede gelip ezelden.

    Ben gittim, o haksar kaldı,
    Bir köşede tarumar kaldı,
    Baki o enis-i dilden, eyvah,
    Beyrut'ta bir mezar kaldı.

    Bildir bana nerde, nerde Yarab,
    Kim attı beni bu derde Yarab?
    Nerde arayayım o dil rübayı,
    Kimden sorayım bi-nevayı?

    Derler ki unut o aşnayı,
    Gitti tutarak reh-i bekayı,
    Sığsın mı hayale bu hakikat?
    Görsün mü gözüm bu macerayı?

    Sür'atle nasıl da değişti halim,
    Almaz bunu havsalam, hayalim.
    Çık Fatıma! Lahdden kıyam et,
    Yadımdaki haline devam et.

    Ketmetme bu razı, söyle bir söz,
    Ben isterim, ah, öyle bir söz.
    Güller gibi meyl-i ibtisam et,
    Dağ-ı dile çare bul, meram et.

    Bir tatlı bakışla, bir gülüşle,
    Eyyamı hayatımı temam et,
    Makber mi nedir şu gördüğüm yer?
    Ya böyle reva mı ey cay-ı dilber?

    Abdulhak Hamit Tarhan.
    2 ...
  36. 16.
  37. Seneler var ki yazmadım bir şey
    Bende yok sanma ra'd-ü berk-u sema
    Hayli demdir hamuş idim amma
    Feveran oldu, infilak ettim

    Sanmayın yer katında bir bodurum
    Açmışım gökyüzünde bir uçurum
    Ki derununda ben varım ancak

    Bugün olsam da bir cihan dide
    Karlar altında nevbaharım ben

    Yıldırım yağdırır ateş böceğim
    Haniya bende böyle şeyhuhet?

    Gazebim geçti, sakinim şimdi
    yok canım bir latife ettimdi
    Mest idim önce, şimdi bihuşum

    Abdulhak Hamit Tarhan.
    2 ...
  38. 15.
  39. Bir Günün Sonunda Arzu

    Yorgun gözümün halkalarında
    Güller gibi fecr oldu nümayan,
    Güller gibi... sonsuz, iri güller
    Güller ki kamıştan daha nalan;
    Gün doğdu yazık arkalarında!
    Altın kulelerden yine kuşlar
    Tekrarını ömrün eder ilân.
    Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
    Alemlerimizden sefer eyler?
    Akşam, yine akşam, yine akşam
    Bir sırma kemerdir suya baksam;
    Üstümde sema kavs-i mutalsam!
    Akşam, yine akşam, yine akşam
    Göllerde bu dem bir kamış olsam!

    (1921)

    Ahmet Haşim.
    2 ...
  40. 14.
  41. Bir Yaz Gecesi Hatırası

    işveyle, fısıltıyla, gülüşle
    Olmuş sebi sevda yine bihap
    Oklar gibi saplanmada kalbe
    Düştükçe semadan yere mehtap...

    Buseyle kilitlenmiş ağızlar
    Gözler neler eyler neler israp! ...
    Uçmakta bu ateşli havada
    Vuslat demi bir kuş gibi bitap...

    Ahmet Haşim.
    2 ...
  42. 13.
  43. Gece

    Titreyen ellerimle penceremi
    Actim afaki leyle karsi... Yine
    Gecenin gölgeden manazirina
    Imtizac eylemis nücumü bahar...

    Sihri eb`at icinde simdi gümüs
    Bir sehap andiran miyah uyumus..
    Kalbi seydayi leyl olan rüzgar
    Esiyor gölgelerde velvelekar...

    Ah o bir aski bi-tenahi mi
    Geceden, tudei manazirdan
    Yükselen rasei humarü buhar?

    Sanki hulyayi vasla müstagrak
    Sebi bir itri hisle doldurarak
    Dolasan, titresen kadinlardi...

    Sanki bir savti gaibü mühtez
    Kalbe bir aski bi-vefa yetmez
    'Seviniz, muttasil sevin! ' derdi

    Ahmet Haşim.
    2 ...
  44. 12.
  45. Karanlık

    Aşkın bu karanlık gecesinde
    Bülbül yine vahşi müterennim
    Mecnûn'u terk etti mi Leylâ?
    Vahşî sesi firkat sesi sandım.

    Aşkın bu karanlık gecesinde,
    Hicrânımı duydum, seni andım,
    Firkatzede bülbül gibi yandım.

    Ahmet Haşim.
    2 ...
  46. 11.
  47. Merdiven

    Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
    Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
    Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak

    Sular sarardı yüzün perde perde solmakta
    Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta

    Eğilmiş arza kanar muttasıl kanar güller
    Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
    Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer

    Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta
    Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta

    Ahmet Haşim.
    1 ...
  48. 10.
  49. Mukaddime

    Zannetme ki güldür, ne de lale,
    Âteş doludur, tutma yanarsın,
    Karşında şu gülgûn piyale...

    içmişti Fuzûlî bu alevden,
    Düşmüştü bu iksîr ile mecnûn
    Şi'rin sana anlattığı hâle...

    Yanmakta bu sâgardan içenler,
    Doldurmuş onunçün şeb-i aşkı,
    Baştan başa efgân ile nâle...

    Âteş doludur, tutma yanarsın,
    Karşında şu gülgûn piyale...

    Ahmet Haşim.
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük