fatih sultan mehmet e şiirler

entry34 galeri0
    26.
  1. Bir gül bu karanlıklarda
    Sükute kendini mercan
    Bir kadeh gibi sunmada
    Zamanın aralığından.

    Başında bu mucizenin
    Sesler, kokular ve renkler
    Ebediyete kadar derin
    Bir anın vadiyle bekler.

    Ve diyor fecirden berrak
    Sesiyle her ürperişte
    Geceyi yumuşatarak
    Bütün gözyaşlarım işte.

    Serinletmesin, ne çıkar
    Bu ümitsiz yalvarışı
    Hiç bir meyve ve pınar
    Ne de günlerin akışı.

    Yetmez mi bu müjde sana
    Aydınlatırsam alnını
    Ben her rüyayı zamana
    Taşıyan yıldız kervanı.

    ahmet hamdi tanpınar.
    2 ...
  2. 27.
  3. Bursa'da eski bir cami avlusu,
    Küçük şadırvanda şakırdayan su.
    Orhan zamanından kalma bir duvar...
    Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
    Eliyor dört yana sakin bir günü.
    Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
    içinden gülüyor bana derinden.
    Yüzlerce çeşmenin serinliğinden
    Ovanın yeşili göğün mavisi
    Ve mimarilerin en ilahisi.

    Bir zafer müjdesi burda her isim:
    Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim
    Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın
    Hala bu taşlarda gülen rüyanın
    Güvercin bakışlı sessizlik bile
    Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle.
    Gümüşlü bir fecrin zafer aynası,
    Muradiye, sabrın acı meyvası,
    Ömrünün timsali beyaz Nilüfer,
    Türbeler, camileri eski bahçeler,
    Şanlı hikayesi binlerce erin
    Sesi nabzım olmuş hengamelerin
    Nakleder yadını gelen geçene.

    Bu hayalde uyur Bursa her gece,
    Her şafak onunla uyanır, güler
    Gümüş aydınlıkta serviler, güller
    Serin hülyasıyla çeşmelerinin.
    Başındayım sanki bir mucizenin,
    Su sesi ve kanat şakırtısından
    Billur bir avize Bursa'da zaman,

    Yeşil Türbesini gezdik dün akşam,
    Duyduk Bir musikî gibi zamandan
    Çinilere sinmiş Kur'an sesini.
    Fetih günlerinin saf neşesini
    Aydınlanmış buldum tebessümünle.

    isterdim bu eski yerde seninle
    Başbaşa uyumak son uykumuzu,
    Bu hayal içinde... ve ufkumuzu
    Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk,
    Havayı dolduran uhrevi ahenk.
    Bir ilah uykusu olur elbette
    Ölüm bu tılsımlı ebediyette
    Belki de rüyası büyük cetlerin,
    Beyaz bahçesinde su seslerinin.

    ahmet hamdi tanpınar.
    2 ...
  4. 28.
  5. Her şey yerli yerinde; havuz başında servi
    Bir dolap gıcırdıyor uzaklarda durmadan,
    Eşya aksetmiş gibi tılsımlı bir uykudan,
    Sarmaşıklar ve böcek sesleri sarmış evi

    Her şey yerli yerinde; masa, sürahi, bardak,
    Serpilen aydınlıkta dalların arasından
    Büyülenmiş bir ceylan gibi bakıyor zaman
    Sessizlik dokunuyor bir yerde yaprak yaprak;

    Biliyorum gölgede senin uyuduğunu
    Bir deniz mağarası kadar kuytu ve serin
    Hazların aleminde yumulmuş kirpiklerin
    Yüzünde bir tebessüm bu ağır öğle sonu.

    Belki rüyalarındır bu taze açmış güller,
    Bu yumuşak aydınlık dalların tepesinde,
    Bitmeyen aşk türküsü kumruların sesinde,
    Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner.

    Her şey yerli yerinde; bir dolap uzaklarda
    Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan,
    Bir şeyler hatırlıyor belki maceramızdan
    Kuru güz yaprakları uçuşuyor rüzgarda.

    ahmet hamdi tanpınar.
    2 ...
  6. 29.
  7. bekleyeceğim

    Aylar geçip yıllar olsa da
    Yıllar geçip zaman dolsa da
    Aşkın arzuları beni boğsa da
    Bir gün seversin diye bekleyeceğim

    Bugün nişanlansan, yarın evlensen
    Benden başka binbir kişi sevsen
    Hepsiyle ayrı ayrı izdivaç görsen
    Bir gün dönersin diye bekleyeceğim

    Seni beklemekle geçse de ömrüm
    Şu fani dünyada kalmasa günüm
    Senden uzakta ölürsem bir gün
    Ahirette seni bekleyeceğim...

    ahmet hamdi tanpınar.
    2 ...
  8. 30.
  9. Sis



    Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
    beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
    ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,
    bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
    tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
    onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
    Ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık;
    lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası!
    Ey zulümler sâhası... Evet, ey parlak alan,
    ey fâcialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sâha!
    Ey parlaklığın ve ihtişâmın beşiği ve mezarı olan,
    Doğu;nun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi!
    Ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden
    sefahate susamış bağrında yaşatan.
    Ey Marmara;nın mavi kucaklayışı içinde
    sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın.
    Ey köhne Bizans, ey koca büyüleyici bunak,
    ey bin kocadan artakalan dul kız;
    güzelliğindeki tâzelik büyüsü henüz besbelli,
    sana bakan gözler hâlâ üstüne titriyor.
    Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere, süzgün
    iki lâcivert gözünle nekadar canayakın görünüyorsun!
    Canayakın, hem de en kirli kadınlar gibi;
    içerinde coşan ağıtların hiç birine aldırış etmeden.
    Sanki bir hâin el, daha sen şehir olarak kuruluyorken,
    lânetin zehirli suyunu yapına katmış gibi!
    Zerrelerinde hep riyakârlığın pislikleri dalgalanır,
    içerinde temiz bir zerre aslâ bulamazsın.
    Hep riyânın çirkefi; hasedin, kârgüdmenin çirkeflikleri;
    Yalnız işte bu... Ve sanki hep bunlarla yükselinecek.
    Milyonla barındırdığın insan kılıklarından
    Parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar?

    Örtün, evet ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
    örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahbesi!
    Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
    Kaatil kuleler, kal;ali ve zindanlı saraylar.
    Ey hâtıraların kurşun kaplı kümbetlerini andıran, câmîler;
    ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki,
    geçmişleri geleceklere anlatmıya memurdur;
    ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi.
    Ey kubbeler, ey şanlı dilek evleri;
    ey doğruluğun sözlerini taşıyan minâreler.
    Ey basık tavanlı medreseler, mahkemecikler;
    ey servilerin kara gölgelerinde birer yer
    edinen nice bin sabırlı dilenci gürûhu;
    “Geçmişlere Rahmet! ; diye yazılı kabir taşları.
    Ey türbeler, ey herbiri velvele koparan bir hâtıra
    canlandırdığı halde sessiz ve sadâsız yatan dedeler!
    Ey tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar;
    ey her açılan gediği bir vak;a sayıklıyan
    vîrâneler, ey azılıların uykuya girdikleri yer.
    Ey kapkara damlariyle ayağa kalkmış birer mâtemi
    sembole eden harap ve sessiz evler;
    ey herbiri bir leyleğe yahut bir çaylağa yuva olan
    kederli ocaklar ki, bütün acılıklariyle somutmuş,
    ve yıllardır tütmek ne... çoktan unutulmuş!
    Ey mîdelerin zorlaması zehirinden ötürü
    her aşâlığı yiyip yutan köhne ağızlar!
    Ey tabi;atin gürlükleri ve nimetleriyle dolu
    bir hayata sâhip iken, aç, işsiz ve verimsiz kalıp
    her nâmeti, bütün gürlükleri, hep kurtuluş sebeplerini
    gökten dilenen tevekkül zilleti ki.. sahtadir!
    Ey köpek havlamaları, ey konuşma şerefiyle yükselmiş
    olan insanda şu nankörlüğe lânet yağdıran feryât!
    Ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli gülüşler;
    ey eksinlik ve kaderin açık ifadesi, nefretli bakışlar!
    Ey ancak masalların tanıdığı bir hâtıra: Nâmus;
    ey adamı ikbâl kıblesine götüren yol: Ayak öpme yolu.
    Ey silahlı korku ki, öksüz ve dulların ağzındaki
    her tâlih şikayeti yapageldiğin yıkımlardan ötürüdür!
    Ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için
    yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı!
    Ey tutulmıyan vaitler, ey sonsuz muhakkak yalan,
    ey mahkemelerden biteviye kovulan ;hak;!
    Ey en şiddetlikuşkularla duygusu kö¨rleşerek
    vicdanlara uzatılan gizli kulaklar;
    ey işitilmek korkusuyle kilitlenmiş ağızlar.
    Ey nefret edilen, hakîr görülen millî gayret!
    Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî mahkûm;
    ey fazilet ve nezâketin payı, ey çoktan unutulan bu çehre!
    Ey korku ağırlığından iki büklüm gemeye alışmış
    zengin ; fakir herkes, meşhur koca bir millet!
    Ey eğilmiş esir baş, ki ak-pak, fakat iğrenç;
    ey tâze kadın, ey onu tâkîbe koşan genç!
    Ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca;
    ey kimsesiz; âvâre çocuklar... Hele sizler,
    hele sizler...

    Örtün, evet, ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
    Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!

    Tevfiz Fikret
    18 Şubat 1317
    2 ...
  10. 31.
  11. Ne içindeyim zamanın
    Ne de büsbütün dışında;
    Yekpare geniş bir anın
    Parçalanmış akışında,
    Bir garip rüya rengiyle
    Uyumuş gibi her şekil,
    Rüzgarda uçan tüy bile
    Benim kadar hafif değil.

    Başım sukutu öğüten
    Uçsuz, bucaksız değirmen;
    Içim muradıma ermiş
    Abasız, postsuz bir derviş;

    Koku bende bir sarmaşık
    Olmuş dünya sezmekteyim,
    Mavi, masmavi bir ışık
    Ortasında yüzmekteyim
    ahmet hamdi tanpınar.
    2 ...
  12. 32.
  13. Kime dokunsam sensin
    Kimi çağırsa dudaklarım...
    Başımın tacı, canım efendim.
    Görünmez çığlıklarımı gören
    Eğilmez başımı öpensin.
    Sen bir deniz derinliğisin
    Uslanmak bilmez kederler ülkesi...
    Coşup yağan fırtına sessizliğim
    Kül kedisi yorgunluğunda kalbim
    Masalcı ninesini arıyor

    ahmet hamdi tanpınar.
    1 ...
  14. 33.
  15. Karadeniz gibi kükrer coşarsa
    Dalgası gelince yaman aşıklar
    Hırs gelip de ayranlığı şişerse
    Kaybeder irade, dümen aşıklar

    Ağzına geleni hemen atarlar
    Ben aşığım diye çalım satarlar
    Haram demez helal demez yutarlar
    Bibersiz baharsız çemen aşıklar

    Karanlıkta ayna görse ay sanır
    Üryada şarap içse mey sanır
    Mezarlığa yol uğrasa köy sanır
    Gözleri kararmış duman aşıklar

    iyi demez kötü demez metheder
    Bakarsın ki bir tel kırmış çat eder
    Sorsan baksan aşka binmiş at eder
    Yorulup yollarda kalan aşıklar

    Şehvetle aşıktır kıza geline
    Arı olan tuz katar mı balına
    Ebrişimden nazik ipek teline
    Tadarlar çeşitli yalan aşıklar

    Kabını yumaya bulamaz karı
    Hind'ten Hindistan'dan bahseder yari
    Beğenmez topalı bulamaz körü
    isterler bir kaşı keman aşıklar

    Asıl aşıkların arzu cemaldir
    Arifler bilirler ehl-i kemaldir
    Aşıklar bizlere yüz yıllık yoldur
    Koşsak da peşinden hemen aşıklar

    Aşıklar çoğaldı sadık az kaldı
    Fikreyle ey Veysel ne zaman geldi
    Şiirde ne özet ne bir öz kaldı
    Savurur denesiz saman aşıklar

    aşık veysel.
    1 ...
  16. 34.
  17. daha önce bıçaktan hiç su içmedim
    hiç kısılmadı kerpetene bıyıklarım
    gururlu bir gemiyim oldum bittim
    sabah olur yelkenlerimi saklarım
    özgürlük dediğim yerde demirledim

    üstüme varma bulutları tutamam
    böyle paldır küldür gideceklerdir
    gelmezsen farketmez kimseyi aramam
    asıl sevdiklerim en içimdekilerdir
    onlarla yaşarım eğer yaşarsam

    olur mu gecemi yeşile çalmak
    yıldız çivilemek parmakuçlarıma
    ölüm kadar çabuksa eğer yaşamak
    hiç doğmamayı isterdim ama
    bir kere doğmuşum ölmek yasak

    attila ilhan.
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük