"bir gün onu bulmaya karar verdim, sonra vazgeçtim. bilmemek daha iyi, hayal kuruyorum. kimi istersem o oluyor. belki o da benim gibi yalnızlığı seviyor."
Neden anne hiçbir şey beklendiği gibi olmadı?
Neden? Neden çürüyüp gider insan, sessizce acıyla ihtiras arasında parçalanarak?
Ben neden hayatımı sürgündeymiş gibi geçirdim?
Kendi dilim varken hâlâ kayıp kelimeleri bulabilecek ya da sessizliğin içinden unutulmuş kelimeleri çıkarabilecekken.
Neden sadece ve sadece kendi ayak seslerimi duydum evin içinde?
Neden? Söyle bana anne, insan neden bilmez nasıl seveceğini?
tesellisi olmayan acıları anlatıyor bu film. dilini bilmediği için kelimeleri satın alan bir şairin acısı bu. daha fazla kelime satın alamadığı için, şiiri yarım kalmış bir şairin acısı. yıllar sonra o'nun şiirini tamamlamaya çalışan alexandre'nin acısı. küçücükken yabancının ne demek olduğunu, annesinin öldürülmesi üzerine anlayan çocuğun acısı.
filmi izledikten sonra selim geldi aklıma, arkadaşının o'na yaktığı o ağıt. o'na o ağıtı yaktıran durum, gerçekten denizin ne kadar büyük olduğunu biliyorum ben. o yüzden üzülüyorum o'na. ama gittiğimiz yerin nasıl olduğunu bilmiyorum. belki selim gitmeseydi, söylerdi bize.
"şair ne demek?" gerçekten, "Yarın ne kadar sürecek?"
...
küçük çocuğun ağıtı:
--spoiler--
Ey, Selim!
Ben korkuyorum, Selim.
Deniz çok büyük!
Gittiğin yerde seni
ne bekliyor, Selim?
Gittiğimiz yer nasıl olacak?
--spoiler--
neden sadece ve sadece kendi ayak seslerimi duydum evin içinde?
sorusuyla münzevi bir insan olmanın pek de iyi bir şey olmadığından dem vuruyor üstad. filmin konusuyla parallelik içeren bu cümledeki pişmanlığı nasıl anlatabiliriz? yahut anlatmaya cesaret edebilir miyiz?
ayrıca pek az filme böylesi mükemmel bir müzik eşlik etmiştir. çaldığı yerlerde filmi bırakıp namütenahi düşüncelere daldığım oldu.