Bitmemesi gereken bir ilişkinin ardından, sözüm ona eski sevgiliyle izlendiği tekdirde yeniden başlama sinyalleri verdirten *, cim keri komedi filminde oynama artık dedirten, senaristinin diğer filmlerindeki gelişiminin zirvesi (bkz: john malkovich olmak) (bkz: ters yüz)
Where is mymind'ın yakışacağını film bittiğinde söylemiştim; sağolsun birileri de * benimle aynı fikirdeymiş.
köpek gibi sevdiğim birinden yeni ayrılmıs olmama ragmen sonucunu bile bile biraz önce tekrar ağlayarak izleyip sonunda içime gömdüğüm askı kusarak dısarı cıkarmama sebep olmus film.
jim carry nin çok yönlü bir oyuncu olduğunu ispatlayan özgün senaryosuyla klasik olmayı haketmiş film.orjinal adı: eternal sunshine of the spotless mind
aylardır heryerde aranana fakat bulunamayan filmdir, en sonunda emule imdada yetişmiştir.* 6 saat içinde kendini 2 kere izletebilmiş yegane filmdir. konusu hakkında sayfalar dolusu bilgi verilmişse de izlenmeden asla ne anlattığı tam olarak anlanmaz.
bu filmi beğenmeyen en yakınıysa bile insanın bir soğuma duygusu kaplıyor adamı. nasıl yani diyesiniz geliyor. hadi hiçbir şeyi beğenmedin filmdeki, jım carrey' nin
ne olur bu anım kalsın!
dediği yer içine işlemedi mi be müslüman demek işten bile değil.
sen de yaz yaz yaz bir kenara yaz bütün sözlerimi
yanılırsam çık karşıma göster kendini
belki zamanla teker teker silinirler aklından
anlarsın ki boşuna geçmiş bunca zaman ...
sözlükçü gençlik diye tabir edilen ve bazı ortak beğenileri olması gerekiyormuş gibi görülen güruh tarafından putlaştırılan bir diğer filmdir. diğeri için requiem for a dream.
evet güzel filmdir, eski sevgili kavramının içini doldurur. ancak bu kadardır. hayatımın filmi olacak kadar büyütemiyorum malesef.(istiyorum olmuyor)
"Ver ateşe evimizi" sterilizasyonu ya da "sil baştan" reenkarnasyonu. Kafa karıştırıcı evet, iç bulandırıcı biraz. Hani o hep gelmesini istediğin mutlu sonun ruhunda açtığı çentikler ve trajik aşklar metabolizmasında hazımsızlığın veya "aşkyuvarlar" doğrultusunda bi' türlü durduramadığın kanın anemik sızıntısı...
Ve sana son tiradım; "beni utancına sakla"
kısmet denen ruhani oluşumun ingilizceye çevrilerek film olmuş versiyonu. ne yaparsan yap dönüp dolaşıp yine o kişiyi buluyorsun. bu yüzden kendine acı çektirip bünyeyi yormamak lazım.
her ne kadar izleyenlerde büyük bir etki yarattıysa da konusu çok da düşünülmeye gerek olmayan bir konudur. ayrılık gelip çattığında herkes en az acıyla atlatmak istediği için bu dönemi, tüm anıları silinsin istemez mi? önce sevgiliyi hatırlatacak eşyalar konur bir kenara, gözden uzak bir yerlere kaldırmak için. sonra elimiz gidiyorsa fotoğraflarını yakarız. çok teknolojik bir insansak ilk yaptığımız sevgiliyi msnden silip bloklamak, cep telefonunundan smsleri ve numarsını silmek istemektir. ama yapabilir miyiz? o tüm geçmişimizi bir kenara attı diye biz de aynısını yapabilir miyiz? yoksa tam tersi olur da bu anılara tutunarak yaşar, kendimizi daha da mı çok üzeriz onun gittiği günlerde.
filmin yazarları da tam olarak burda güzel bir kurguyla karşımıza çıkmışlar. sizin dilediğiniz ama yapamadığınız şeyi yapan bir firma kurduk. alın size lacuna inc.
son derece sorunlu bir ilişkileri olan joel barish ve clementine kruczynskinin uzun soluklu ilişkileri yeni bitmiştir. bu bitişi isteyen clementine ise hayatında joel e ait hiçbir şey istemediği gibi, aklında da ondan tek bir anı kalmasını istemez ve lacuna ince başvurur. joel lacuna inc'te dönenleri öğrendikten sonra kendince bir intikam duygusuyla " o bunu mu yaptı, aynısını ben de yaparım hih" mantığıyla lacuna inc'e başvurur. fakat bu silme işlemi bu kadar kolay olmaz.
son yıllarda çekilen en güzel aşk filmlerinden biri olan eternal sunshine of the spotless mind'ın bu kadar sevilmesine en etkili olan şeylerden biri, bence herkesin kendinden bir şeyler bulmuş olması. en azından bir ilişkisinin bitiminde keşke onu hiç tanımamış olsaydım, keşke onu kafamdan söküp atabilseydim demesi. ve film bittiğinde de insanların aklında yeni bir soru oluşuyor.
onların yerinde biz olsaydık, hatıralarımızı sildirmek ister miydik?
--spoiler--
film aslında aşk filmi olsa da yine de ne sizi çok duygu içine boğuyor ne de fazla güldürüp filmden kopmanıza neden olmuyor. terazi deki dengeyi iyi tutturmuşlar. film en akıcı, izlenebilirliği en yüksek sahnesi ise jim carrey'nin kate winslet'i hafızasında saklamaya çalışırken düştüğü durum.
--spoiler--
bu filmin son 4 dakikasında çalan beck'in şarkısı* yüzünden 3-4 dakika yineden izlememe neden olmuştur. bir film bu kadar mı güzel biter.
en iyi özgün senaryo dalında ödül alan filmin ismi alexander pope'un Eloisa to Abelard adlı şiirinden alınmıştır.. lekesiz zihnin sonsuz ışığı... üzerine çok fazla şey soylenemeyecek ve hiç eskitilemeyecek filmlerdendir..
mavi yıkıntı'lı saç'lı hatunla köpek bakışlı adamın, başka bi deyişle
clementine 'e kement atan joel barish'in, anti-kronolojik, patolojik aşklarını yaratma ve silme ve kurtarma öyküsü, güzel film en baştan not düşeyim.senaryo,oyunculuk, mekanlar,geçişler, hele müzik sağlam...
"unutkanlar şanslıdır çünkü, hatalarının derdini çekmezler..." mi acaba?
ya da bu aşkta da gecerlidir , mi acaba?..
-gecerli olsun diyenler.?
+!!!!
-gecerli olmasın diyenler?
+ben..
-kullanılan oy sayısı 1, geçerli oy sayısı 1, sonuç: geçerli olmasın...
olmasın..olmayıversin yani canım..unutkanlar şanslı olmasın izleri unuttuklar için,
aşk'ta bari en azından...unutulmasın yani bazı şeyler,
yarınlara yazık olmuşa, geçmişe yazıklar olsun demeyelim.
ya da ben demiyim en azından ...
acı da tatlı da kalsın hafızanın dehlizlerinde...
"acılardır adamı adam yapan" diyen şairi de üzmemiş oluruz böylece...
ya da ;
biten her şey yeniden başlasın,
başlayanlar bu sefer finish çizgisine varamasın, damalı bayrak
( ki nedendir bilmiorum garip bir şekilde ölümü çağrıştıro bana) sallanmasa bu sefer...
ya da çok isteyen varsa gitsin bulsun doktor mierzwiak'ı sildirsin
hafızasını...
ya da ben sözümden dönüp, yok yok aslında bu hafıza sildirme işi iyi olabilir ,
evet evet hiç fena değil diyip yavaştan kaçayım artık,
aferim dediğim filmlerden biri,
ayıptır söylemesi filmi film bittikten 45 dakika sonra arkadaşlarla konuşurken anladım.
jim carrey a zaten hastaydım iyice hasta oldum.
kate winslet a gıcık oluyordum iyice gıcıklaştım,
ne oldugunu bilmediğim prof u da öldüresim geldi.
filmi anladıktan sonra 30 gün boyunca beynimi sildirmek için düşüncelere daldım, anlayacağınız o kadar gt bir insanım ki her filmden kolayca etkileniyorum.
teoman ın şarkısındaki kız gibi.
çok acayip bir film. öyle ki herşey bir anda gelişiyor. ama aslında o bir an dakikalar saatler sürüyor filmi izlerken. neye üzülüp neye sevineceğinizi, neye şaşıracağınızı bilemiyorsunuz. kısa bir zaman dilimi içerisinde bir ayrılık yaşadıysanız filmin etkisi biraz daha artıyor. bu tıpkı rquiem for a dream üstü trainspotting gibi birşey oluyor.
kendi adıma en şaşırdığım kirsten dunst olmuştu. jim ve kate arasında geçen aşk hikayesinin arkasında onun ve prof un da bir aşkı vardı. 'kırmayın ulan şu kızın kalbini skicem belanızı!' diye haykırdığımı hatırlıyorum.
jim ile kate in buzların üzerinde uzandığı sahne bir ekol olmuş, yeni yetilen gençlerimiz arasında hızla yayılma eğilimi gösterse de artan küresel ısınma sebebyle hayata geçirilememiştir.
ayrıyetten jim in sadece güldürme özelliğinin olmadığını, yeri gelince 'ağlatırım sizi' pozisyonuna rahatça girebildiğini biz izleyicilere sunmuştur.
10 üzerinden 9. haftanın, hatta yılının en iyisi.
türkiyeye nerdeyse 5 sene sonra gelmesi ise komik ve utanç vericidir.*