Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Şöylelemesine maviydi kör oldum
Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?
Ben hüzünlü küçük bir periyi biliyorum
Okyanusta yaşayan
Ve yüreğini tahta bir kavalda
Usul usul çalan
Küçük hüzünlü bir peri
Geceleri bir öpücükle ölen
Ve sabahları bir öpücükle
Yeniden doğacak olan.
Gül kokuyorsun bir de
Amansız, acımasız kokuyorsun
Gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun
Dayanılmaz bir şey oluyorsun, biliyorsun
Hırçın hırçın, pembe pembe
Öfkeli öfkeli gül
Gül kokuyorsun nefes nefese
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım...
Sevgi emekmiş,
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş…
"Gel, ey Muhammed(s.a.v), bahardır.
Duâlar ardında saklı aminlerimiz vardır.
Hac dan döner gibi gel, Mir'ac tan iner gibi gel.
Bekliyoruz, yıllardır.."
"elimden gelen bu ben iki kişiyim
ikisi birden çıkmaya uğraşıyor
bilmem ki hangisinden nasıl vazgeçeyim
birisi yeni baştan serüvene başlamış
öbürü silahında son mermiyi sıkıyor
çoğalmak neyse ne azalmak zor."
Bir insanın iç güzelliği ile dış güzelliği bu denli örtüşemezdi, bu düşüncemi bir iltifat olarak algılayabileceğinden korktuğum için seninle hiç paylaşmadım.
Bir ömr-i muhayyel...Hani gülbünler içinde Bir kuşcağızın ömr-i bahârîsî kadar hoş; Bir ömr-i muhayyel...Hani göllerde, yeşil, boş Göllerde, o sâfiyet-i vecd-âver içinde Bir dalgacığın ömrü kadar zaîl ü muğfel Bir ömr-i muhayyel!
Yalnız ikimiz, bir de o: Ma'bûde-i şi'rim; Yalnız ikimiz, bir de onun zıll-ı cenâhı; Hâkîlere bahş eyleyerek hâk-i siyâhı Dûşunda beyaz bir bulutun göklere âzim. Her sahn-ı hakîkatten uzak, herkese mechûl; Bir safvet-i masûmenin âgûş-ı terinde, Bir leyle-i aşkın müteennî seherinde Yalnız ikimiz sayd-ı hayâlât ile meşgul.
Savtındaki eş'ar-ı pür-âhenk ile mâlî, Şi'rimdeki elhan-ı muhabbetle nagam-saz, Ah istiyorum, göklere âmâde-i pervâz Bir lâne-i âvârede bir ömr-i hayâlî...
Bir ömr-i hayâlî... Hani gülbünler içinde Bir kuşcağızın ömr-i bahârîsî kadar hoş; Bir ömr-i hayâlî... Hani göllerde, yeşil, boş Göllerde, o sâfiyet-i vecd-âver içinde Bir dalgacığın ömrü kadar zaîl ü hâlî Bir ömr-i hayâlî!
Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
Evet, siz bizi anlamasanızda ne çıkar
Eh yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.
(bkz: ne gelir elimizden insan olmaktan başka)
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an demirler eriyor hırsımdan
ay ışığına batmış karabiber ağaçları gümüş tozu
gecenin ırmagında yüzüyor zambaklar yaseminler unutulmus
tedirgin gülümser
çünkü ayrılık da sevdaya dahil çünkü ayrılanlar hala sevgili.
bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama viski döküyorum üstüne
sigara dumanına boğuyorum
fahişeler, barmenler ve bakkal çırakları
hiçbir zaman bilmiyorlar onun orada olduğunu.
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana,
Bakma tuhaf tuhaf göðe bu kadar.
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.