ölümlerin en kötüsü tartışmasız ve yorumsuz olarak yanarak ölmektir. bir yerlerinin kopması insana acı vermez. örnegin kolun koparsa acı hissetmesin, şok geçirirsin. olayı anlayana kadar kan kaybından gidersin. karnına mızrak bir an da girerse olayın şoku ile bir şey anlamazsın. boğularak ölmekte 10 saniyelik bir "çaresizlik" duygusundan ibarettir. ciğerlerine suyun dolması 5 saniye alır. sonra geberir gidersin zaten. silahla intihar etmekte acı çektirmez. hatta mermi ses den daha hızlı gittigi için silahın sesini bile duymadan mefta olursun.
yanarak öldügünde ise yavaş yavaş ısınan bir su gibi olursun. kanın kaynar, derilerin pişer, tüm acıyı bedeninde hissedersin. önceki hayatımda bunların hepsi başıma gelmişti. kötü günlerdi o günler. iyi insanlar iyi atların üzerindeydi.
2 yıl önce ntv'de cengiz han'ın hayatını anlatan belgesel dizide izlediğim ve baş tarihi kahramanımız cengiz'in kendisine ihanet eden eskerlere yaptığı olaylar bütünü... kan donduran, el yüz yıkatan, oeeeh dedirten, 21. yüzyılın hümanist havası içerisinde yaşadığım için şükür dedirten, ölüm şekilleridir.
şöyleki, iki askerden birinin ağzına, burnuna ve kulaklarına "eritilmiş sıcak gümüş" dökülür.
diğerine sıra geldiğinde, asker kişisi su dolu kaynar bir kazana canlı canlı atılır ve pembeleşinceye kadar...
six feet under'ın sezon finalinde bölümün başında bir ölüm sahnesi gösterilmişti(her bölüm başında olduğu gibi). adam asansörün dışından içerdekilere uzanıp bazılarını çıkarmaya çalışıyordu asansör aşağı inerken, sonunda adam sıkışıp ikiye ayrılıyordu. seyrettikten sonra aklımın bir köşesine yazmıştım; "sakın böyle ölme!" diye..