aslında hiç kimse sevmedi,
bir ben sevdim seni...
severmiş gibi değil,
kana kana sevdim seni.
tıka basa ......sevdim...
dolu dolu sevdim...
aslında kimse sevmedi seni,
sevmekten çekindi
oysa ben;yana yana sevdim seni...
bile bile sevdim...
aklımdan zorun var gibi,
aklıma silah dayanmışcasına,
mecburmuş gibi,
ve başka çarem yokmuşcasına,
bir ben sevdim seni...
aslında bir sen sevmedin beni,
herkesi sevdiğin gibi...
Davetiyeler, odalar
Ve localar iki kişilik..
Ya tek gidersin bi koltukta,
Ya biletler iki kişilik..
Ya tek kişiliktir bi yatak
Ya yalnız yatılmaz; iki kişilik..
Ya tek taraflıdır bi aşk,
O da severse; iki kişilik..
Başka kaç kişiyi seversen sev
Bir sevda yalnız iki kişilik..
Hele baş başa bi akşamda
Masalar hep iki kişilik
Peki sen kimsin dediler bana
Dedim üçüncü tekil kişilik
Peki dostluk var mı dünyada?
Dedim dünya iki kişilik
Çocuktuk çoktuk oysa
Çok üzgünüm şimdilik..
seni seviyorum demek...
seni seviyorum diyebilmek...
uğrunda adsız kahramanlar yaratmak...
sen olmuş ruhumda beni değil seni yaşatmak,
yürek çarpıntım en kızıl günde geleceğim.
saçlarımı darmadağın eden rüzgârında
özleminle kaynayan volkan yüreğim
melekler var sokakta kedi yavruları var
seninle birlikte beni sonsuzlukta bekleyenlerim var
bir ışık doğduğunda betimlenmiş hayallerimin ardında
uzattım iki dağ arasından hayallerimle başımı
kalbine süzülüp anlattım közleşmiş özlemimi
sana baktıkça bensiz bensiz beni düşündüğünü hissedeceğim
geleceği rüyalarına bir bir bedel gibi sorgulu
sokulacağım düşlerine yavaş yavaş
bir beste takıldı dilime güftesi senden ibaret
sözleri sensizlikten bahseden içimden melekler kanatlandı uçuyor
bu meleklerin her biri başka manalar yüklü uzaklaşıyor
meleklerin en hızlısı sana ulaşmadan yanında olmak tek isteğim
her serin rüzgar estiğinde seni özlüyor seni düşünüyorum
kendimle yenişememek çok acımasıca çok çaresizce geliyor
tek yapabildiğim avazım çıktığı kadar susuyorum
seni özlüyorum... üzülüyorum... bekliyorum...
susuyorum.
biliyor musun az az yasiyorsun icimde
oysa ki seninle guzel olmak var
ornegin raki iciyoruz, icimize bir karanfil dusuyor gibi
bir agac isliyor tikir tikir yanimizda
midemdi aklimdi su kadarcik kaliyor.
sen o karanfile egilimlisin, alip sana veriyorum iste
sen de bir baskasina veriyorsun daha guzel
o baskasi yok mu bir yanindakine veriyor
derken karanfil elden ele.
goruyorsun ya bir sevdayi buyutuyoruz seninle
sana deginiyorum, sana isiniyorum, bu o degil
bak nasil, beyaza keser gibisine yedi renk
birlesiyoruz sessizce.
nazım hikmet'in bildiğim tüm şiirleri. ona ek olarak
Temiz kalan tek yerdir devrim
bütün bir yıl
kirlenen duvarda
ama görebilmek için
asıldığı çividen indirilmelidir
yaprakları biten takvim
Zorbalara direnmektir devrim
bir çocuğun
annesinin çantasından aldığı paraları
altına gizlediğini
söylememiştir dövülen
hiçbir halı
içinde yaşamaktır devrim
dikiş kutusunun
ve topluiğneler gibi
bir arada olmayı gerektirir
karşı koyabilmek için zulmüne
makas denilen patronun
Gece ışıklar arasında koşmaktır devrim
ateş böceklerini
yakalamak isteyen çocukların
peşine takılır gün gelir
yanıp sönen mavi ışıkları
polis arabalarının
Kağıt bir gemidir devrim
bütün gemiler
hurdaya çıksa da sonunda
taşıdığı özgürlük şiiriyle
batmadan yüzer nicedir
dünya sularında
en güzel deniz;
henüz gidilmemiş olanıdır
en güzel çocuk;
henüz büyümedi
en güzel günlerimiz;
henüz yaşamadıklarımız
ve sana söylemek istediğim güzel söz
henüz söylememiş olduğum sözdür...
Bu bir türkü:-
toprak çanaklarda
güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü:-
alev bir saç örgüsü!
kıvranıyor;
kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor
esmer alınlarında
bakır ayakları çıplak kahramanların!
Ben de gördüm o kahramanları,
ben de sardım o örgüyü,
ben de onlarla
güneşe giden
köprüden
geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
Ben de söyledim o türküyü!
Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
altın yeleli aslanların ağzını
yırtarak
gerindik!
Sıçradık;
şimşekli rüzgâra bindik!.
Kayalardan
kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor
şaha kalkan atlarını!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
Düşmesin bizimle yola:
evinde ağlayanların
göz yaşlarını
boynunda ağır bir
zincir
gibi taşıyanlar!
Bıraksın peşimizi
kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!
işte:
şu güneşten
düşen
ateşte
milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!
Sen de çıkar
göğsünün kafesinden yüreğini;
şu güneşten
düşen
ateşe fırlat;
yüreğini yüreklerimizin yanına at!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
toprak kokuyor bakır sakallarımız!
Neş'emiz sıcak!
kan kadar sıcak,
delikanlıların rüyalarında yanan
o «an»
kadar sıcak!
Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
ölülerimizin başlarına basarak
yükseliyoruz
güneşe doğru!
Ölenler
döğüşerek öldüler;
güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
Kalın tuğla bacalar
kıvranarak
ötüyor!
Haykırdı en önde giden,
emreden!
Bu ses!
Bu sesin kuvveti,
bu kuvvet
yaralı aç kurtların gözlerine perde
vuran,
onları oldukları yerde
durduran
kuvvet!
Emret ki ölelim
emret!
Güneşi içiyoruz sesinde!
Coşuyoruz,
coşuyor!..
Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
Toprak bakır
gök bakır.
Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
Hay-kır
Haykıralım!
En uzak mesafe
ne Afrika'dır,
ne Çin,
ne Hindistan,
ne seyyareler,
ne de yıldızlar geceleri ışıldayan...
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir birbirini anlamayan.....
ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum
ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
bu şehir o eski istanbul mudur?
karanlıkta bulutlar parçalanıyor
sokak lambaları birden yanıyor
kaldırımlarda yağmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun
sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir akşam üstü ansızın yorulur
tutsak ustura ağzında yaşamaktan
kimi zaman ellerini kırar tutkusu
birkaç hayat çıkarır yaşamasından
hangi kapıyı çalsa kimi zaman
arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
fatih'te yoksul bir gramafon çalıyor
eski zamanlardan bir cuma çalıyor
durup köşe başında deliksiz dinlesem
sana kullanılmamış bir gök getirsem
haftalar ellerimde ufalanıyor
ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
ben sana mecburum sen yoksun
belki haziranda mavi benekli çocuksun
ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
belki yeşilköy'de uçağa biniyorsun
bütün ıslanmışşın tüylerin ürperiyor
belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
kötü rüzgâr saçlarını götürüyor
ne vakit bir yaşamak düşünsem
bu kurtlar sofrasında belki zor
ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
ne vakit bir yaşamak düşünsem
sus deyip adınla başlıyorum
içim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
hayır başka türlü olmayacak
ben sana mecburum bilemezsin..
.
Ey sevgilim, nerelerde dolaşıyorsun böyle?
Geliyor seni candan seven aşığın dur onu dinle.
Elemi de, neşeyi de beste yapmış diline.
Uzaklaşma şirin yarim.
Yolculuklar, aşıkların buluşmasıyla nihayetlenir.
Her tanrı kulu bunu bilir.
Aşk nedir? Ahret demek değildir her halde.
Çınlamalıdır neşesi bu anın gene bu anın kahkahalarıyla
Çünkü ne olacağı yarının meçhulümüzdür hala,
Boş yere vakit geçirmekten artık yoktur bir salah:
Öyle ise gel öp beni, genç ve tatlı sevgilim,
Ömrü pek azdır gençliğin.
Benim günahım aşktır, senin erdemin nefret:
Sevgi günahtır diye günahımdan nefret bu.
Gel, kendi durumunu benimkine kıyas et,
Görürsün siteminin ne haksız olduğunu.
Haklıysa da, o sözler kızıl süsünü bozan
Ve benimkiler kadar bol sahte aşk senedi
Düzüp başkalarının yataklarını talan
Eden dudaklarından işitilmemeliydi.
Seni sevmem yasaldır; bak, seviyorsun sen de:
Gözüm sırf sana düşkün, senin gözün onlara;
Merhamet yüreğinde kök salıp boy versin de
Acımanla hak kazan sana acınanlara.
Aramağa kalkarsan kendi gizlediğini
Senin kendi örneğin yoksun bırakır seni.
olaki yürürüm bir başka aşka
ya da yürürüm mavi olmayan bir gülüşe
unutma ki tek aşk olduğum sensin
aşık olduğum değil.
karanlıkla süzülüyor içime yıkım
dur diyorum yıkılıyorum
uçurumları başucuma koyuyorum sonra
okşuyorum saçlarını rüzgarda
sıcak ılık bir koku siniyor yüreğime
gitme diyorum gitme düşüyorum
sonra beni soroyorlar bana
tanımıyorum diyorum daha hiç karşılaşmadık
aynı çizgide bilge susu mu dinliyorlar ben sustukça
yazık bir çığlığın doğuşu gibi ölüyorlar
önce bir bir sonra hepsi
sonra mı bir ben kalıyorum bir de yalnızlık
uçurumlar yıkımlar ben ve yalnızlık
zorlu bir savaşın unutulmuş cesetleri gibi yatıyoruz yanyana
öpüşüyoruz sevişiyoruz da hatta
herşey oyunun yasaklarına uygun bir yasak oluyor sonra
tek umudumuzu göğe gelin ediyoruz telli kanlı düğün işte
üşüyor saçlar biliyorum dargın mısın
bu baharda mayısa bıraktığım gibi misin hala
vurulmuş çocuk gibi büyümemiş yüreğinde hüzün
hala kaçıyor musun gözlerini bırakarak birilerinde
hala ellerinden tutup sevgileri dipsiz kuyuya salıyor musun ağlayarak
küçücük bir dokunuşla son sevilen olabiliyor musun
kendin kadar aklımdasın
hala öyle savruk bir gök
hala öyle yerini yurdunu bulamamış bir mavi
ve aşkını şaşırmış bir tanrı
çoğalan sızısıyla mutlu bir yara
öyle misin mavi gözlü sarı saçlı yoldaşım
öyle bıraktığım gibi misin
gerçeği yakmada hala usta mısın
yoksa çırak mı yanarken yalanda
saçlarıma dolanan aydınlığımsın
somutlaştıramadığım tek imgemsin şiirede
anlattıkça eksilen tek anlam
anlattıkça eksilen tek anlam
hala bıraktığım gibi misin
yoksa beni bıraktığın gibi mi
kaç mevsimsiz kar düştü toprağıma
kaç mevsimsiz kar düştü benim toprağıma
hala bıraktığım gibi misin ?
sizi bekliyorduk mektubunuz geldi
bir arkadaşının evlendiği gün
karısından ayrılabilir insan
iki gündür yatağımı düzeltmiyorum
düzeltiyorum gene bozuluyor
düzeltmezsem bozulmuş oluyor
dalmışım gece bitmiş gün doğuyor
aklıma geldiniz gittim aklımı yıkadım
sıcak güneş altında usumu yitirmişim
sövgücüyüm bugün ben
cıgaramı ters yaktım
yalnızlığımı yüzüme vurmayın iskele babaları
bu martılar ne taşırlar
deniz çalkalanıp karardımı
karamsarlıklar öldürür boyveremememiş sevgimi
karamsarlığı öldürür içimin alman polisleri
gün batar kızıllık sürer dağların ardında
ne konuşuyor bu köpekler gece boyu
güvenilir ellerde midir gece
geceler ne sandığınızca iyidirler
ne de kötü ve ürkünç sandığınızca
aldanmayın horozlara
köpeklerin üvey kızıdır hece
nil nehri çavlanlarla ağlar akar
nâsır'ın nasırına basmadan
sizin için yucular tuttum
saçlarını başlarını tuttular
ağladık ağladık
pireleri bitleri
tilki uykulardan uyarmaksızın
sesin yitip gittiği yerlerde başka sesler üremekte
imgesel bir ezgi gezinmekte
dumanların raksederek yükseldiği erekte
kendi kendimiz birbiriyle kavgalı
birbirimize küsüz ben
mutsuzluğa gebeyimdir biz
sizi bekliyorduk mektubunuz geldi
arızası bulunmamış şaşkın bilgisayardır kadın
yitmiş sevgileri
bencil ve cimri yeniden yaşıyorum
bu odanın deniz
bu piponun kayık
bu kalemin kürek
olduğunu kimseye söylemiyorum
gene başladı ellerim söylenmeye
bırakın ucumu bıldırcın yağmurları
denizin kıyısında itler çiftleşiyorken
çay demlerim sabahlarım
hem okurum hem yazarım
sabah olur ben yatarım
eğilmez demir midir gurur
sizi bekliyorduk mektubunuz geldi
bacalerın şapkası leylekler
bir sevgili var elimde hem yok
onu elektrikli trenime bindiriyorum
ceryan kesiliyor
yarım kalıyor oyun
tren
sevgilim
şiir
yarım
ufacık ve konuşkandı elleri
bir tren vagonunda uzamadayım
doğan güneşe karşı
bağırarak ölmek var ya
fanilası yokmuş demesinler
sizi bekliyorduk postacı geldi
`
Gundeste,Ferhan Şensoy,` sf 347-348-349