uzun zamandır yoksun
yoksun lu sabahlara uyanıyorum
aynı
bildiğin gibi
yeni bi şey yok
eski bi şey de yok
sen gibi..........
bir ben kaldım
o da...
ben miyim değil miyim belli değil artık
arta kalan ne ki?
daha ne kadar özleyebilirim seni
şimdi yalvarsam geçmişime
bir gün daha yaşamak istesem misket oynadığım sokakta
ilkokuldaki yerli malı haftasına katılsam?
bana 3 beden küçük gelir çocukluğum
sen de öyle sevgilim
boşluğunu dolduramaz kimse demiştim giderken
gelme.........
sana bol gelecek artık bu aşk!
Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.
Hiçbir şey ! Kadınlar geçtiği o kadın kokusu anlarında
Yıkanmış, mayhoş ve taranmış duygularıyla
Dönüşür içimizde az menekşe, bir sarmaşık
Menekşe, hadi neyse, mor deriz sarmaşıklara
Mor deriz, mor bilinir çünkü, bir yandan güneşler kurur
Her yandan güneşler kurur, sanki yaz günüyledir
Bir adam kayboluyordur bir taşra sıkıntısıyla
Deriz ki, "şuram ağrıyor" bir de, "başım dönüyor", "yanıyor
avuçlarım"
Belki de bir çığlık mı bu, bu seziş, bu yakınma
Bir çığlık, hem de nasıl, katılmış, donmuş,yaşıyorcasına
Uzansak ellerimizde uzansak avuçlarımızda, bir çığlık
Nedir mi ellerimiz-korkunçtur bir elin bir köşesinde insan
olmalarıyla-
Korkunçtur insan olmalarıyla kıyısında bir yüreğin
Kıyısında gibi yangından, çok karanlıktan geçilmez caddelerin
Ve korkunç anlamsız gözlerinde ha dünya ha bir park
bekçisinin
Korkunçtur insan olmaları, bir ceset, suda bir şapka gibi
sallanaraktan
Bitmeyen bir selâm gibi, hastayken, inceyken, yalnızlıklarda
aranan
Korkunçtur-bunu anlıyoruz-bir yüzün en çoğul beyazında
Korkunçtur insan olmaları güz ortalarında, eriyen türbe
ışıklarında
Ve korkunçtur eriyip kaybolmaların bir köşesinde insan
olmalarıyla
Korkunçtur korkunç!
Diyerek: ben kimim, kime anlatıyorum, neyi anlatıyorum
ayrıca
Neyim ben, bu olanlar ne, ya kimdir tüketen isteklerimi
Tüketen kim. Hani görmeden daha, sezmeden herşeyin bittiğini
Ama ne zaman saçları kurularken çok eski bir alışkanlıkla
Çökerken üstümüze bir sözün, bir gümüş kupanın o sebepsiz
inceliği
Ansızın bir ürperişte: bitti mi herşey bitti mi
Yoo, hayır! öyleyse kimdir tüketen isteklerimi
Bir rüzgar, duyulup binlercesi birden bir rüzgar
Birakıp giden beni bir kenara, bir uzağı, yada bir boşluğu bırakır
gibi
Ve ben ki hazırımdır bir süre unutulmaya
Ama hep sorulur gibidir benden: ben şimdi ne yapsam acaba.
Ben şimdi ne yapsam, ben şimdi ne yapsam kaç kere yalnız
Hem bunu kaç kere söylemek, ne türlü söylemek adına
Eskimiş fırçalarda, kırılmış şişelerde, tozlanmış ilaç kutularında
Okunmaz kitaplarda, uzaksı giyişlerde çocuksuz avlularda
Anlamsız kahvelerde, bir yolun çok ucunda, asılmış koyun
butlarında
Ben şimdi ne yapsam, ben işte ne yapsam kaç kere yalnız
Kaç kere yalnız, ama kaç kere yalnız, gene kaç kere insan
olmalarımla
Kapansam, evlere kapansam, yıkanmış bir deniz bulacaksam orada
Anılar bulacaksam- anılar mi dediniz ? ne sesli bir vuruşma
Odalar bulacaksam, odalarda kadınlar, çiçekler, çok aynalar
Rakılar, gene rakılar, kırıklar sonsuz yaralar
Bulacaksam orada, bir koltuğu bir koltuğa doğru
Bir yüzü bir yüze, bir eli bir ele doğru yaklaştıran çocuklar
Sinekler bulacaksam, kaskatı yapan boşluğu, sinekler
Zorlanmış bir gülüşten-iğrenip birden-kusmalar, bulantılar
Bulacaksam belki de: susanlar, bilmem ki niye susanlar
Ölüler bulacaksam-ölü gözleri onlar, cesetler, giderek dışa
vurmalar
Ne dedik, dışa vurmalar mı, yani ilk aydınlığı mı ölümün
Ölümün ilk aydınlığı mı, ne dedik, sahi biz ne deseydik bu
konuda
Ne deseydik bilmiyorum, ama var bu kadarcık birşey insanın
sonsuzunda
Bu kadarcık bir şey-iyi ya, peki, şimdi kim var sırada
Sakın haaaa!. biz yoğuz, bizi unutun, yok deyin adımıza
Yok deyin çünkü biz..biz işte korkuyoruz ne güzel korkumuzla
Ne güzel ellerimizle.. Başlayın, hadi başlasanıza
Örneğin bir kahve falı ? Az müzik ? Diyorum biraz iskambil!..
Ama hiç seslenmeyelim-seslenmeyelim-içimizden oynayalım
ayrıca
- Dört kişiyiz!
- Hayır on!.
- Bin kişiyiz!
- Bana kalırsa..
Ne kadarcık bir fark var bizimle bütün insanlar arasında
Öyleyse başlayalım: Koz kupa! Ah şu sinek onlusu bire bir
unutulmaya
Çayınız soğuyacak! Çayınız mı dediniz ? Ne tuhaf biraz
anlıyorum
- Üç karo!
- Pas diyorum!
- Susalım baylar, dört kupa!
Ah şu sinek onlusu! Koz kupa! Çayınız mı dediniz ? Susalım!
Susalım-Niye susalım-Anılar mı dediniz ? Ne sesli bir
vuruşma!
Ya sonra ? Bırakın şu sonrayı, bilmem ki nedir o sonra
Gene mi, başladınız mı ? peki şimdi kim var sırada
Sakın haaaa!. biz yoğuz, bizi unutun, yok deyin adımıza
Yok deyin çünkü biz..biz işte korkuyoruz ne güzel korkumuzla
Ne güzel ağzımızla.. Yok canım, ben var ya, istiyorum sırada
olmayı istiyorum-Sahi mi- ama isterseniz siz olun
Siz olun, biz olalım kim olacak ? -Hep böyle oyalansanıza
Yani "Şu sinek onlusu, susalım baylar, koz kupa."
Gibi oyalansanıza
Biraz oyalansanıza.
Bir oyun başka olamaz oyundan gibi
Bir söz başka olamaz sözden gibi
Bir şey başka olamaz şeyden gibi
Tam öyle gibi, varıyor gibi bir mutluluğa
Ne gelir elimizden insan olmaktan başka
Ne gelir elimizden insan olmaktan başka
Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.
Hiçbir şey ! Kimse bir gün gözlerimi sevmeyecek korkuyorum
Bir yaşlı kadın en erkek boyutunda
Kendisiyle çiftleşecek kaç kere yalnız
Kaç kere yalnız, kaç kere şaşırmış, bitkin kaç kere
Bir ölgün ses bulacak sesinden çok uzaklarda
Vardır ya, hani bir yer, uzakta çok uzakta
Ölüm mü- yok canım, çok sesli bir evrende çok erken daha
Üstelik bilmiyoruz da, doğrusu bilmiyoruz, ölüm mü, bunu
hiç bilmiyoruz
Diyoruz: yaşasak çıkmazları, sevişsek olmayanlarla
Tavşansı sıçramalarla bitirsek şu ormanı
Böylece, niye olmasın, işte bir orman daha
Sanki bir gölgeye geldik; yorulduk, acıktık, susadık biraz
Ve doyduk, ve içtik, ayıldık bir anlamda
Ayıldık ve sorduk, baktık ki hep ormandayız
Kaç kere ölmemişiz, kaç kere sormamışız, bu kaçıncı dalgınlığımız
Yani kaç sesli bir evrende kaç kere yalnız
Ne ölmek, ne ansımak! sadece yaşamakla
Tam öyle gibi.. Demeyin: eh, biraz yorulsak da
Demeyin, sakın haa, yok şu kadar bir şey insanın sonsuzunda
Biz şimdi ne yapsak, biz şimdi ne yapsak, biz işte biraz
bilmiyoruz ya
Diyoruz: yaşasak çıkmazları, sevişsek olmayanlarla.
`
edip cansever`
sen fena kadın fena sevgili
güzel yüzün, uzamış siyah saçlarınla maruf
sen fena kadın, fena çocuk, fena sevgili
kitaplardan, müzelerden, heykellerden kaçırdığım
rakı ile sarhoş istanbul akşamlarından firar eden sen
ben aşklar düşünürüm senin için, gizlenmez, ilan edilmez
mesela, karlı kanun akşamları sokaklarda olduğun hatırıma gelir
ağzın, yüzün ve tütün kokan ellerin üşür
keşiflerin vardır şehirlerin gecelerine ve hayatların adair
benim en uzak evlerden şiirlerimin daima beraber olduğu insanlar uzanır
geceleri ağzında cigara ile iskelede görünürsün
ben şarkı şarkı söylenir, kumar oynanır, aşklar yaşanır o kahveyi düşünürüm
karanlık gecelerde kaçakçı motörlerinin ışıkları aynalara takılır
saçları darmadağın insanlar
iyi şeyler düşünmelerine rağmen yüzleri gülmez
benim içlenip yolculuk düşündüğüm saatlerde
sen ellerine bakmaya cesaret edemezsin
o sonsuz akşamların birinde
seni rüyalarımıza soyunuk düşmüş buluruz
her gece dünyanın birçok adamları
büyük bir ayna önünde dünyadan gizli soyunurlar
sen, küçük bir kuliste
yeni şarkıların için elbise değiştirirsin
bir kral gibi giyinmiş dünyalarda methin yapılır.
soğuk ve şehirlerarası
otobüslerde vazgeçtim
çocuk olmaktan
ve beslenme çantamda
otlu peynir kokusuydu babam...
Ben seninle bir gün Veyselkarani'de haşlama
yeme ihtimalini sevdim.
ilkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
(Ankara'da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o
zaman) özlemeye başladım herkesi... Ve bu hasret öyle
uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım
sonra...
Bizim Kemalettin Tuğcu'larımız vardı...
Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı...
Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan
kahverengi sıralarda, solculuk oynamaya başladık...
Ben doktor
oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla...
Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu
pütürlü duvarlara ve Türk Dil Kurumu'na inat bir
Türkçeyle... Ağbilerimizden öğrendik, Ş harfinden
orak çekiç figürleri türetmeyi...
Ankara'ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu.
Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu
haber bültenleri...
Oysa Ankara'da hiç sevişmedim ben.
Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim...
(Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik
dikenleri saymazsak...)
Ankara'ya usul usul kurşun yağıyordu... Ve belli bir
saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber
bültenleri... Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim...
Ve hiçbir mahkeme tutanağında geçmedi adım...
Çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm
sadece...
Sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde ama
sen yoktun... Ben, senin beni sevebilme ihtimalini
seviyordum, suni teneffüs saatlerinde... Okul servisi
seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine
götürüyordu... Ben, senin benimle Tunalı Hilmi
Caddesine gelebilme ihtimalini seviyordum...
Ben senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum.
Yaz sıcağı toprağa çekiyordu tenimin çatlamaya hazır
gevrekliğini... Sonra otobüs oluyordum
kırık yarık yolların çare bilmez sürgünü...
Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum Muş
ovasının yalancı maviliğini... Otobüs oluyordum bir
süre... Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum
yanağım otobüs camının garantisinde...
Otobüs oluyordum... Bir ülkeden bir iç ülkeye...
Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum...
Zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın
listesinin... Korkuyordum... Sonra iniyordum otobüsten...
Çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun, ömrümün
en kısa, ömrümün en çocuk, ömrümün en ihtiyar yolunu
koşuyordum... Çünkü sonunda annem oluyordum babam
kokuyordum sonunda...
Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim
çocuk olmaktan...
Ve beslenme çantamda
otlu peynir kokusuydu babam...
Ben seninle birgün Van'daki bir kahvaltı salonunda...
Ben seninle (sadece bilmek zorunda kalanların bildiği)
bir yol üstü lokantasında...
Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay
kıvamında bakan Doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak
damında...
Ben seninle herhangi bir insan elinin terli
coğrafyasında olma ihtimalini sevdim...
Madem ki ayrılığa hüküm giymiş bu yürek
Artık ölmek için yaşamak gerek
Hayatımın gözelerinden
Damıttığım bu şiiri bin kez ölerek
Sana adamamı bekleme benden
Gün gelir tütmez olursa ocağım
Acılar var bende duvağı açılmamış
Bekle, sana onları adayacağım.
"gitmeni asla istemediğim halde
buna mecbur olduğunu görmek
ve sana bunları söylemeden
''git artık'' demek
''beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk
kavuşacaksın mutluluğa''
demek sana ne de zor
seni görmemek ve belki yıllar sonra
karşılaştığımızda
bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek."
Başlangıçta doğruydu belki.
Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
Günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren,
Büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi Terk ettin.
Karşımdasın işte...
Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni.
Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim.
Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim.
Tıkandığım o an,
Elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte,
Aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim.
Ellerim boşlukta, ben darda kaldım.
Ellerim buz gibi, ben harda kaldım.
Bir senfoni vardı kulağımda çalınan,
bitti artık hepsi...
Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme.
Bakış açım belli oldu yine.
Geride kalan, ardından bakar gidenlerin.
Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim.
Dağlara çarptım her esişimde.
Yollara küfrettim her gidişinde.
Demiştim sana hatırlarsan:
önemli olan zamana bırakmamak değil
zamanla bırakmamak
Şimdi bana, geçen o zamanın
Unutulmaz sancısı kalır
Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?
Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim...
bahtiyar Vahapzade'den bir selama değmedi..kesinlikle aşağıdaki orjinali daha güzel.
Bir Salama deymedi
Bu gün men seni gördüm,
Salam vermek istedim,
Üzünü yana tutdun
Söyle illerden beri
Qelbimizin bir duyub
bir vurduğu illeri,
Axı ne tez unuttdun?
Beş ilde gözümüzden, axan o qanlı seller,
Bir salama deymedi?
Heç üzüme baxmadan, yanımdan nece keçdin?
Sen eşqin salamını qorxuyamı deyişdin?
Yoxsa sen öz ehdine, ilqarına ağ oldun?
O qeder yaxın iken, bu qeder uzaq oldun.
Şirin gülüşlerimiz, acı feqanlarımız
Bir salama deymedi?
Qayğılı anlarımız, qayğısız anlarımız
Bir salama deymedi?
Sen neyledin, bir düşün!
Yalniz indi anladım; ah, sen daha menimçün
Elcatmaz bir çiçeksen,
Yaşanmiş günlerimtek, geri dönmeyeceksen!
Qop ey tufan, es ey yel! Xezel olum, tökülüm
Düz beş il üreyimde
Beslediyim mehebbet, bir salama deymedi.
Bir günlük hesretime doze bilmeyen, güulüm,
Bes ne oldu? Bu hesret bir salama deymedi?
Getdin, dalınca baxdım, can ayrıldı canımdan,
Sen nece etinasız öte bildin yanımdan?
Ah cekdim, başım üste yarpaqlar esdi, gülüm,
Senin qelbin esmedi.
Arxana da baxmadın!
Niye senin yolunu mehebbetin kesmedi?...
Qazancımız de, bumu?
Deyilmemiş o salam elvidamız oldumu?
Sen mene zülm eyledin, mene zülm yaraşıir.
Bir salama deymeyen eşqe ölüm yaraşır
Ahmet arifin unutulmaz siirlerinden biri. cok iyi yazmis tbrkler diyoruz usta sair.
Sus, kimseler duymasın
Duymasın ölürüm ha
Aydım yarı gecede
Yeşil bir yağmur sonra
Yağıyor yeşil
En uzak o adsız ve kimselersiz
O yitik yıldızda duyuyor musun
Bir stradivarius inler kendi kendine
Yayı reçinesi köprüsü yeşil
Önce bendim diyor ve sonra benim
Ölümsüz güzel ve çetin
Ezgisidir dolaşan bütün evreni
Bilinen bilinmeyen ıssızlıkları
Canımı tüylerimi sarmada şimdi
Kendi rüzgarıyla vurgun
Sarıyor yeşil
Rüya bütün çektigimiz
Rüya kahrım rüya zindan
Nasıl da yılları buldu
Bir mısra boyu maceram
Bilmezler nasıl aradık birbirimizi
Bilmezler nasıl sevdik
iki yitik hasret
iki parça can
Çatladı yüreği çakmaktaşının
Ağıyor gök kuşaklarının serinliğinde
Çağlardır boğulmuş bir su
Ağıyor yeşil
Yivlerinde yeşil güller fışkırmış
Susmuş bütün namlular
Susmuş dağ
Susmuş deniz
Dünya mışıl mışıl
Uykular derin
Yılan su getirir yavru serçeye
Kısır kadın maviş bir kız doğurmuş
Memeleri bereketli ve serin
Sağıyor yeşil
Aydım yarı gecede
Neron çocuk kitaplarında çirkin bir surat
Ve Sezar'sa bir ad yıkıntılarda
Ama hançer taşı sanki
Koca Kartaca
Hani kibrit suyu vermişlerdi üstüne
Bak nasıl alıyor yiğit
Binlerce yıl da sonra
Alıyor yeşil
Vurur dağın doruğundan
Atmacamın çalkara
Yalın gölgesi
Kuş vurmaz tavşan almaz
Ama aç azgın
Köpek balıklarıydı parçaladığı
Bak Tiber saygılı suskun
Bak nilüfer dizisi zinciri
Bunlar bukağısı kolbağlarıdır
Cihanın ilk umudu ilk sevgilisi
Ve ilk gerillası Spartakus'un
Susuyor yeşil
Sus kimseler duymasın
Duymasın ölürüm ha
Aymışam yarı gece
Seni bulmuşam sonra
Seni kaburgamın altın parçası
Seni dişlerinde elma kokusu
Bir daha hangi ana doğurur bizi
Ruhum
Mısra çekiyorum haberin olsun
Çarşıların en küçük meyhanesi bu
Saçları yüzümde kardeş çocuksu
Derimizin altında o olüm namussuzu
Ve Ahmed'in işi ilk rasgidiyor
ilktir dost elinin hançersizliği
Ağlıyor yeşil
Yaredir sinede eski sevgili
Eski sevgili eski günler
Hayata baksana takmıyor kimseyi
Hiçbir şey diriltmez artık geçmişi
Yaredir yine de
Yaktın gemilerimi
Dönüş yok artık geri
Tak etti canıma bu maskeli balo
Bu maskeli balo
Ve onun sahte yüzleri
Yaredir sinede eski sevgili
Ne yapsan kolay unutulmaz
Ağlama geçmişe yaşadık bitti
Anılar bizi yalnız bırakmaz
Yalnızız yine de
(bkz: murathan mungan)
kişinin yaşanmıslıklarını buldugu şiirlerdir.
Ölmeden önce en sevilen insana okunmus, ameliyat olmadan önce gülümsemesini sağlayan dizelerdir.
diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
edit: gerçekten merak ediyorum, bunun nesini kötüledin. sen nasıl bir yaratıksın, ne yer ne içersin söyle bana...
edit2: ulan bi acayip oldum heeee. allaha mı havale edeyim, küfür mü edeyim bilemedim.
sessizce ölmeliyim ağzımın kenarında bir parça kan bulunmalı,
beni tanımayanlar kesin sevdiği yüzünden ölmiş demeliler,
tanıyanlar ise vah zavallı çok sefalet çekti demeliler.
ama gerçek sebep bunlardan hiç biri olmamalı.