Gördün mü hiç suyun yansımasını tuzda
Gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi
Büyük bahçelerin küçük içinde
Saksılardan birinde
Gördüm de
Uyurken uyandırılmış gibi
Beni bir sardunya büyüttü belki.
O ben ki
Bir kadında bir çocuk hayaleti mi
Bir çocukta bir kadın hayaleti mi
Yalnızca bir hayalet mi yoksa.
Ne peki
Yere dökülen bir un sessizliği mi
Göğe bırakılmış bir balon sessizliği mi
işini bitirmiş bir org tamircisinin
Tuşlardan birine dokunacakkenki
Dikkati ve tedirginliği mi.
...
Kuşkusuz edip cansever'in başyapıtlarından biridir "ben ruhi bey nasılım"
"şöyle ki:
martılardan bir tanesi yalnız yaşıyormuşcasına
boşlukta
dünyanın en heyecanlı çizgilerini çizdi
ve bulutlar doldurdu bu kıvrımları yavaştan
ve benim yarattığım tanrılar ki, geldiler
bir inip bir çıktılar çocuklar gibi
çığlık çığlığa"
"Ya peki mısra nedir? Bir tanımı yok mu onun? Bence yok! Olsa olsa sezilmesi var, şiiri tekilleştirmesi var, şiiri tekilleştirmesi, kolay ustalıklara araç olması, çağdaş anlayışın gerisinde kalması var. Mısra da sağduyu gibi bir şey... Sağduyu ise, Einstein' in anlayışına göre, "insanın on sekiz yaşına gelmeden önce zihnine yerleşen önyargıların tortusu"ndan başka bir şey değil. işte mısra da sağduyu gibi, beğeni eğitimi, töre anlayışı gibi, bize önceden aşılanmış bir öngüzellik duygusu."
ikinci yeni akımının cemal süreya' dan sonra en baba şairidir.
yerçekimli karanfil
Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.
değişik bir ağustos yaşanıyor. Nereden estiği belli olmayan rüzgârlar günlerce zihinlerde gürleyebiliyor. yaz eylemlerine şaşırmamak gerektiğini aşklardan ve şairlerden ve yalnızlıklardan bellemiştik halbuki ama kainatı hala merakla algılamaya çalışan beyinlere gel de söz geçir. neden bu kadar meraklıyız, merak etmiyoruz. yalnızca merak ediyoruz. alabildiğine leş alabildiğine gündelik ve alabildiğine paçavra şeyleri çoğunlukla... meraklar arasında bir erdem sıralamasına girmeye gerek de görmüyorum esasında. insanlar hiçbir şekilde sıralanmamalı da. insanlar için yapılabilecek en iyi şey belki de onları sınıflandırmak ve kendi hallerine bırakmak. insanlar en çok ikiye ayrılıyor 2011'de ve milattan önce 986'da: Ölüler ve yaşayanlar. işin güzel tarafı demokratik de bir sınıflandırma. her insan, iki sınıfın da tadına bakabiliyor. Yaşamın değilse de Ölümün tadının aynı olduğunu düşünüyorum. Başarısız bir tanrı, orada bir başarıya ulaşır, diye umuyorum en azından. Cennet cehennem falan filan söylentileri var ama ben hala ona bir şans verilebilir diyorum. Vazgeçtim vermeyelim. Benden onay alamadı evet. Dağın umursamadığını bile bile ona küsen tüm tavşanlar; seviyorum sizi. Konu dağıldı. Ne diyordum? Ölüler ve yaşayanlar. bu kadar. temelde bu. fazlası değil. öldün. bitti her şey. pespaye hırsların, geri zekalıkların, mutlulukların, çileğin, hüzünlerin, spermlerin, tütün kokusunun ve egzoz dumanının falan filan hiçbir anlamı kalmıyor artık.
Bazı canlılar da var ki onlar ölmeye çalışsa da ölemiyor. edip cansever bu eşsiz ruhlardan biri işte. iyi ki doğmuş iyi ki ölememiş. Ona olan Sevgim ve saygım; tıpkı kendisi gibi sonsuz. hürmetler.
Ben gidince hüzünler bırakırım
Bu senin yaşadığındır
Bir ev sıkılır kadınlardaki
Bir adam sıkılır kadınlardaki
Seni sevmek bu kadar mı
O benim yaşadığımdır.
Bazan da bir yerde kuşlar vardır
Ne uçmak, ne görünmek için
Bir karanfil pencereyi deler
Bir kapı kendiliğinden kapanır
istesek sevişirdik, ama olmadı
Biz değil yaşayan acılardır.
Gitsem de her yerde biraz vardır
Hatırda zamansı...
.....................çoğu zaman duygularımıza en içlerinden sızan adam...
"Uzun bir cumartesiyi hatırlıyorum, saat on iki
Dalıp gidiyorum, düşünüyorum da, saat on iki
Bir sigara yakıyorum, bir kağıda bir iki dize yazıyorum
Yerini iyi bilen, onurlu bir iki sözcük daha
Ama hiç kımıldamıyor, akrep de, yelkovan da
Yani tam böyle birşeye benziyor zaman
Yılgın ve çarpıcı renkler içinde pek kımıldamayan
Çıkageliyor sonra, saat on iki."
"Tenha bir meyhanede oturuyorduk sevgilim
izmir'in eski rıhtımında
Bilirsin, severim çok izmir'in eski rıhtımını
Hani bir çesit kuşlar vardır bulanık denizinin
insanlar gibi konuşur o kuşlar bazen
Ve unutulmuş diller gibi pek anlaşılmaz ne konuştukları
Millerce yıl öteden bir tenhalığı sözlendirirler
Hatırla
Ne demiştim o gün ben sana
'Her tenha semtte kurulmamış bir saat yakışır'
Benim o bunaltılı günlerimden kalma bir mısra"