bugün

bu adam yaşamalıydı! kitabını tamamlamalıydı...
"Sonra ne? Sabah! iyi bir gün başlar ne de olsa"
"Uzun bir cumartesiyi hatırlıyorum, saat on iki
Dalıp gidiyorum, düşünüyorum da, saat on iki
Bir sigara yakıyorum, bir kağıda bir iki dize yazıyorum
Yerini iyi bilen, onurlu bir iki sözcük daha
Ama hiç kımıldamıyor, akrep de, yelkovan da
Yani tam böyle birşeye benziyor zaman
Yılgın ve çarpıcı renkler içinde pek kımıldamayan
Çıkageliyor sonra, saat on iki."
bol yıldızlı gecelerde sevdalanan bir adam;
"bak! adım atışım bile değişti" diyecek kadar sevdalı.

gidip durur öylece; adını bir bileceksiniz : çok ülkeli adam...
Ben gidince hüzünler bırakırım
Bu senin yaşadığındır
Bir ev sıkılır kadınlardaki
Bir adam sıkılır kadınlardaki
Seni sevmek bu kadar mı
O benim yaşadığımdır.

Bazan da bir yerde kuşlar vardır
Ne uçmak, ne görünmek için
Bir karanfil pencereyi deler
Bir kapı kendiliğinden kapanır
istesek sevişirdik, ama olmadı
Biz değil yaşayan acılardır.

Gitsem de her yerde biraz vardır
Hatırda zamansı...
..................çoğu zaman duygularımıza en içlerinden sızan adam...
"işte bir denizdeyim, dalgalar ortasında
kim olsa denizci der, denizden anlayan der bana
adımı bilmeden der, adımı bilmeden"
tam 83 yıl olmuş, dünyaya geleli.

dünyanın yoksulluğu ise bir şairin ölmesi, zıttıdır doğması da!

yine dilimde bir kaç mısra, bir de dudaklarımda eni boyu belirsiz bir ıslıkla kutluyorum usta.

"çok bildim sana yaraşır olmayı günlerce"
değişik bir ağustos yaşanıyor. Nereden estiği belli olmayan rüzgârlar günlerce zihinlerde gürleyebiliyor. yaz eylemlerine şaşırmamak gerektiğini aşklardan ve şairlerden ve yalnızlıklardan bellemiştik halbuki ama kainatı hala merakla algılamaya çalışan beyinlere gel de söz geçir. neden bu kadar meraklıyız, merak etmiyoruz. yalnızca merak ediyoruz. alabildiğine leş alabildiğine gündelik ve alabildiğine paçavra şeyleri çoğunlukla... meraklar arasında bir erdem sıralamasına girmeye gerek de görmüyorum esasında. insanlar hiçbir şekilde sıralanmamalı da. insanlar için yapılabilecek en iyi şey belki de onları sınıflandırmak ve kendi hallerine bırakmak. insanlar en çok ikiye ayrılıyor 2011'de ve milattan önce 986'da: Ölüler ve yaşayanlar. işin güzel tarafı demokratik de bir sınıflandırma. her insan, iki sınıfın da tadına bakabiliyor. Yaşamın değilse de Ölümün tadının aynı olduğunu düşünüyorum. Başarısız bir tanrı, orada bir başarıya ulaşır, diye umuyorum en azından. Cennet cehennem falan filan söylentileri var ama ben hala ona bir şans verilebilir diyorum. Vazgeçtim vermeyelim. Benden onay alamadı evet. Dağın umursamadığını bile bile ona küsen tüm tavşanlar; seviyorum sizi. Konu dağıldı. Ne diyordum? Ölüler ve yaşayanlar. bu kadar. temelde bu. fazlası değil. öldün. bitti her şey. pespaye hırsların, geri zekalıkların, mutlulukların, çileğin, hüzünlerin, spermlerin, tütün kokusunun ve egzoz dumanının falan filan hiçbir anlamı kalmıyor artık.

Bazı canlılar da var ki onlar ölmeye çalışsa da ölemiyor. edip cansever bu eşsiz ruhlardan biri işte. iyi ki doğmuş iyi ki ölememiş. Ona olan Sevgim ve saygım; tıpkı kendisi gibi sonsuz. hürmetler.
lys sınavı için eserlerine çok çalışmıştım. hiç soru çıkmadı bundan amına koyayım. hiç sevmem o yüzden.
"sana her zaman söylüyorum, senin yüzünde gülmek var"
ikinci yeni akımının cemal süreya' dan sonra en baba şairidir.

yerçekimli karanfil

Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.

Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.

Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.

sevdiğim şiirlerinden bi tanesi.
"sesini söyle sesini
görünen ağzında yarı çıplak
seni sevdiğimin görünüşü gibi"
"yalnızlık, sevmeyi bilmeyenlerin icadı.."

edip cansever
"Ya peki mısra nedir? Bir tanımı yok mu onun? Bence yok! Olsa olsa sezilmesi var, şiiri tekilleştirmesi var, şiiri tekilleştirmesi, kolay ustalıklara araç olması, çağdaş anlayışın gerisinde kalması var. Mısra da sağduyu gibi bir şey... Sağduyu ise, Einstein' in anlayışına göre, "insanın on sekiz yaşına gelmeden önce zihnine yerleşen önyargıların tortusu"ndan başka bir şey değil. işte mısra da sağduyu gibi, beğeni eğitimi, töre anlayışı gibi, bize önceden aşılanmış bir öngüzellik duygusu."
"şöyle ki:
martılardan bir tanesi yalnız yaşıyormuşcasına
boşlukta
dünyanın en heyecanlı çizgilerini çizdi
ve bulutlar doldurdu bu kıvrımları yavaştan
ve benim yarattığım tanrılar ki, geldiler
bir inip bir çıktılar çocuklar gibi
çığlık çığlığa"
bir saat iki saat üç saat gibi şeyler oluyor
ama
hiçbir şeye benzemiyor
tutturduğum türkü

nedendir bilmem
Edip'le söylediğimiz zaman
oluyordu halbuki

Turgut uyar
bu aralar ellerim hep üşür benim. doktor 'kansızlık' der ben 'sensizlik' derim..
Gördün mü hiç suyun yansımasını tuzda
Gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi
Büyük bahçelerin küçük içinde
Saksılardan birinde
Gördüm de
Uyurken uyandırılmış gibi
Beni bir sardunya büyüttü belki.

O ben ki
Bir kadında bir çocuk hayaleti mi
Bir çocukta bir kadın hayaleti mi
Yalnızca bir hayalet mi yoksa.

Ne peki
Yere dökülen bir un sessizliği mi
Göğe bırakılmış bir balon sessizliği mi
işini bitirmiş bir org tamircisinin
Tuşlardan birine dokunacakkenki
Dikkati ve tedirginliği mi.

Kuşkusuz edip cansever'in başyapıtlarından biridir "ben ruhi bey nasılım"
yok düş kuracak vakit bile,her şeyi bir yana bırakıyoruz söylene söylene.sözünün sahibidir.
"iki insan gibi kaldım
birbiriyle konuşan iki insan"
mendilimde kan sesleri

her yere yetişilir
hiçbir şeye geç kalınmaz ama
çocuğum beni bağışla
ahmet abi sen de bağışla
boynu bükük duruyorsam eğer
içimden öyle geldiği için değil
ama hiç değil
ah güzel ahmet abim benim
insan yaşadığı yere benzer
o yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
suyunda yüzen balığa
toprağını iten çiçeğe
dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
konyanın beyaz
antebin kırmızı düzlüğüne benzer
göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
denize benzer ki dalgalıdır bakışları
evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
öylesine benzer ki
ve avlularına
(bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
ve sözlerine
(yani bir cep aynası alım-satımına belki)
ve bir gün birinin adres sormasına benzer
sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne
camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
minibüslerine, gecekondularına
hasretine, yalanına benzer
anısı işsizliktir
acısı bilincidir
bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
gülemiyorsun ya, gülmek
bir halk gülüyorsa gülmektir
ne kadar benziyoruz türkiye'ye ahmet abi.
bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
dirseğin iskemleye dayalı
-- bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --
cıgara paketinde yazılar resimler
resimler: cezaevleri
resimler: özlem
resimler: eskidenberi
ve bir kaşın yukarı kalkık
sevmen acele
dostluğun çabuk
bakıyorum da simdi
o kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
ve zaman dediğimiz nedir ki ahmet abi
biz eskiden seninle
istasyonları dolaşırdık bir bir
o zamanlar malatya kokardı istasyonlar
nazilli kokardı
ve yağmurdan ıslandıkça edirne postası
kıl gibi ince istanbul yağmurunun altında
esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
kadının ütülü patiskalardan bir teni
upuzun boynu
kirpikleri
ve sana ahmet abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
sofranı kurardı
elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
çocuklar doğururdu
ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
o çocuklar büyüyecek
o çocuklar büyüyecek
o çocuklar...
bilmezlikten gelme ahmet abi
umudu dürt
umutsuzluğu yatıştır
diyeceğim şu ki
yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
çocuklar, kadınlar, erkekler
trenler tıklım tıklım
trenler cepheye giden trenler gibi
işçiler
almanya yolcusu işçiler
kadınlar
kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
ellerinde bavullar, fileler
kolonyalar, su şişeleri, paketler
onlar ki, hepsi
bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
ah güzel ahmet abim benim
gördün mü bak
dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
ve dağılmış pazar yerlerine memleket
gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
gelse de
öyle sürekli değil
bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
o kadar çabuk
o kadar kısa
işte o kadar.

ahmet abi, güzelim, bir mendil niye kanar
diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
mendilimde kan sesleri.
öyle bi çık ki karşıma her baktığımda ilk defa görüyormuşum gibi, az kalsın ölüyormuşum gibi'' hissedeyim seni . demiş güzel insandır.
boş vermek öperken, severken boş vermek sevmelere
sulardan ürpermek gibi dokununca,
ya da ben kimi sarmışım böyle kollarımla
kime söz vermişim, biraz da unutmak gibi
denir mi, ama hiç denir mi, iş edinmişim ben
iş edinmişim öyle kimsesizliği
kendimi saymazsam - hem niye sayacakmışım kendimi -
çünkü herkese bağlı, çünkü bir yığın ölüden gelen kendimi
konuşmak? konuşuyorum, alışmak? evet alışıyorum da
süresiz, dıştan ve yaşamsız resimler gibi.
evlere sığamıyoruz, öylesine büyüdü ki vücutlarımız
ve konuşmalarımız, öyle büyüdüler ki peşi sıra
hani hep bir olup da eve taşıdıklarımız
kahveden, meydandan, sokak içlerinden
bulup da çıkardığımız
konuşmalar:
- biri geliyor sözü değiştirelim
- yürüsek açılırdık
- bu ne uzun bakmak kendinize
- ağzım mı kokuyor ne, yaa!... çok kötü bir günümdeyim
- akşama bezik, evet, siz ne içerdiniz?
- annem mi, çok sevinecek..
- belki de sinemaya gideriz..
- bilirsin erken kalkmalı, yarın.. (gülüşler) yok canım!
- siz yarın deyince aklıma ölmek geliyor, katıla katıla ölmek
- bana kalırsa..
- evet size kalırsa
- bana kalırsa şimdiden eğlenelim
- sus!
- biri geliyor
- biri geliyormuş sözü değiştirelim..
konuşuyorum kendimle
cemal! herhangi bir mevsim anımsar mısın
yaz aylarının dışına kaymış
biraz
içinde sevgilerin soluk aldığı
anımsar mısın
ve yazlar yuvarlak mıdır cemal
oval mıdır
çizgi çizgi midir yoksa
herkes bir yerlere gider
bir yerlerden gelir de ondan mı
gelinciklerle tuzlu suyun sevişmesi miydi
ne dedin
sen öyle bir yere gittin de ondan
geçen yaz
sürdün dudaklarına gelincikleri, sürdün sürdün
iri bir ruj lekesine benzetinceye kadar
sonra da öptün kendini, öptün öptün
orası neresiydi, unuttun şimdi
adsızlığa çok yakışan bir yerdi.