doğu ve batı toplumları arasında, hayatın her anında ortaya çıkan farklılıklardır.
doğu toplumları, önce yapacağını yapar, sonra düşünür, batı toplumları ise, önce iyice düşünür sonra ne yapacağına karar verir.
çoğu zaman teknoloji farkıdır. yani neredeyse tarihin hiçbir devrinde teknoloji olarak eşit olamamış batı ile doğu. mesela antik devirde onlar üstünken ortaçağda biz üstünmüşüz, şimdi tekrar onlar üstün. mesele burada doğulu ya da batılı olmak değil de, saksıyı çalıştırmak.
Doğu toplumlarında insanlar daha misafirperver,daha samimidirler ve aile bağlarına daha çok önem verirler. Batı insanı daha mesafelidir. Belkide bu yüzden doğudan bir adım öndedir her zaman.
batı toplumları aklı, doğu toplumları kılıcı iyi kullanır. aradaki tek far budur. şarkiyatçı zihniyetle yaklaşmak olarak algılanmasın ancak tarihin önümüze koyduğu gerçeklik budur ve bu serüven halen daha sürmektedir.
doğu ve batı toplumları arasındaki farkların olduğundan genelde batı toplumları bahseder. çok mu özgürlükçüler yoksa çok mu özgürlüğü kısıtlayıcılar. doğu, batının verdiği kararlar ışığında yaşamaya mahkum tutulmuş durumdadır.
kadercilik, dindarlık ya da genel olarak herhangi bir dogmatik düşünceye bağlılık aklı kullanmaya engel değildir.
zira batıda tahtların devrilişi(bazı yerlerde devirmeden ıslah edilişi) ve yeni akılcı düzenin kurulması, hristiyanlığın gayet de doruklarda yaşandığı bir döneme denk gelir.
aynı şekilde islamın altın çağı denen dönem de aynı şekilde 7-10. yy.'lar arasında, islamın yeni yeni palazlandığı döneme denk gelir, sonraki 6 yüzyıl boyunca türk hegemonyası da hesaba katıldığında neredeyse 9 yüzyıla çıkar bu rakam.
bugünün, hurafelerle zehirlenmiş ve şeyh-mürit tabanında şekillenmiş islami hareketlerine bakarsanız, orta çağda cadı avlayan hristiyanlardan bir adım ötede olmadıklarını görebilirsiniz.
Küçük bir kesit ele alalım. Örneğin; ekspresyonist tarih telakkisinin pîrlerinden Alman etnolog leo frobenius, paideuma adlı eserinde Doğu ve Batının düşünce temellerini mimariye uygulayıp, Doğu ve Batının duyuş farklılıklarını, tarihte oynadıkları farklı rolleri ilginç bir biçimde tasavvur etmiştir.
Doğuyu minare şeklinde tanımlarken, minarenin Gökkubbe altında çevresiyle etkileşimden kaçınarak sivrildiğini, batının ise hümanizma akabinde gotik dönemden sonra daha merkezi ve yuvarlak yapıların çoğalmasıyla, kainatı dolduracak bir aşkla insana ve insandan olana yönelişini ifade etmiştir. Ona göre Doğunun minare duygusu ile batının kainat duygusu tarih içinde karşıtlıkla var olmuştur.
Buna rağmen merkezi, dairevi mimarinin 8. Yüzyıldan 12. Yüzyıla dek Endülüs müslümanları kanalıyla ve daha sonra 13.-14. Yüzyıl fetihleriyle başlayan dönemde gelişen Doğu Batı ilişkiler ağının daha yoğun bir hal kazanmasıyla Doğudan Batı mimarisine geçişi tarihsel bir gerçekliktir.
Tarihsel gerçeklikler kaide olmaktan uzak, genel çıkarımlar yapmak için fazla girift ve çok katmanlıdır. Kısaca Doğu ve Batı toplumlarının karşılaştırması genel ölçütlerle değil daha özel alanlarda yapılmalıdır. Burada sayılan her bir farklılık Doğu ve batının ayrışıklığını değil, birlikte bir bütünün farklı yüzlerini oluşturduklarını gösterir. Doğu ve Batı için yapılabilecek en sağlıklı yorum her ikisininde ancak ve ancak karşıtlıklarıyla var olabilecekleridir.