dünya hayatında var olduğunu anlayabilmek ve hayatı sorgulayabilmek, bunlar insanın doğumundan itibaren belli bir yaşa kadar idrak edemeyeceği şeylerdir. Ancak insan; yaşamı ölümü, dünyayı, evreni ve içerisindekilerin var olma amacının ne olduğu konusunda düşünmeye başladığında kendini bilinmeyen iki ana kavramın arasında sıkışmış halde bulur.
Bunlardan biri hayat diğeri ise ölümdür.
Evet, bize bir şekilde verilen bir hayat vardır. insan dünyaya geldiği an hiçbir şey'in farkında olamaz. Bu bebeklik çağınca devam eder. Peki biz bu bebeklik çağında yaşadıklarımızı ve bize yaşatılanları hatırlayamıyorsak bu bizim var olmadığımız anlamına mı gelir?
Hatırlayamadığımız bu anlara dair olanları bize anlatan annemiz, Babamız vs. Bizim o an ve zaman dilimi içerisinde var olduğumuzu kanıtlar.
Yani sizin annenize veya babanıza karşı sizin var olmadığınızı ispatlayabilecek elinizde bir deliliniz yoktur.
Sonuç olarak, insanın doğmadan önce hatırlayamadığı ancak birilerinin şahit olduğu bir zaman dilimi olabilir.
Siz her ne kadar ben bunu hatırlamıyorum deseniz bile.
Şahsen eskiden her zaman kafamı kurcalayan soru. Acaba ben yokken de dünya var mıydı yoksa ben seçilmiş kişiyim yahut herkesin dünyası var da benim dünyamda kurgu bu şekilde mi? Yanı herkes, tarih, olaylar savaşlar insanlar vs. Hepsi hikaye mi?
"Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”
"Ölümden sonra hayat var mı?" sorusunun cevabıyla aynıdır.
Hiç olmak, doğadaki bütün canlıların asla kabullenmek istemediği, en büyük korkusudur. Bu yüzden dinler, gelenekler, felsefeler hep öldükten sonraya anlam katmaya çalışmıştır.
Hiç kimse doğmadan öncesi için kaygılanmaz. Çünkü hiç olduğu için, kaygısı da hiçtir.
Uzun lafın kısası, doğmadan önce neysek, öldükten sonra da oyuz.