doğan cüceloğlu

entry78 galeri5
    28.
  1. milliyetin blog sayfalarından birinde "bir insanın anavatanı çoçukluğudur" adında bir yazısına rastladım. Tüm anne ve babalara yada kendini bu duruma hazırlayana okumaları için şiddetle öneririm. yazıyı blogda paylaşan izmirli97 nickli üstad pek bir ince yerden yakalamış mevzuyu.

    "Bir insanın anavatanı çocukluğudur”

    Epictetus’a ait olan bu cümleyi bir yerde duyunca allak bullak oluverdim. Hatırlayabildiğim kadar geriye gidip çocukluk yıllarının bahçelerinde kendi çocukluğumu aradım.

    Çocukluğumun ne kadarını nasıl yaşadığımı düşündüm. Orta halli bir ailenin yedi çocuğundan biri olarak pek de parlak bir çocukluk yaşadığım söylenemez. En azından okul dışı zamanlarda harçlık çıkarmak için bir yerlerde çırak olarak çalışmak en doğal yaşam şekliydi.

    Bu gün yarış atı gibi yetiştirilen, dershane den okula, okuldan dershaneye, evde geç saatlere kadar süren ders çalışmalarına isyanımın nedenlerinin yaşanmamış çocukluğuma dayandığını bu gün daha iyi anlıyorum.

    insan ömrü geçti mi bir daha geri gelmesi imkânsız olan dönemlerden oluşuyor. Ne yazık ki, bir dönemde eksik kalanları başka bir dönemde telafi etmek de imkânsız. Yani hayat akıp giden bir nehir gibi. Aynı suda iki defa yıkanmamızın imkânı yok. Bu gün artık tartışılmayan bir gerçekte, çocukluğumuzu çok iyi inşa etme mecburiyetimizdir. Çocukluğumuz, ömür apartmanımızın temelidir. Orada olan bir eksiklik, bir yanlışlık belki maddi olarak ileride çok fazla önem arz etmeyebilir. Ancak ruhsal olarak sağlam olmayan bir temelin üzerinde inşa edeceğimiz binanın da o kadar sağlam olmasını düşünemeyeceğimiz açıktır.

    Biz ebeveynlerin artık geri dönüp çocukluğumuzu yeniden inşa etme imkânımız olmadığı kesindir. Oysa çocuklarımızın çocukluklarını doya doya yaşamasına yardımcı olabilir, onların ömür apartmanlarını sağlam zeminler üzerine kurmalarını sağlayabiliriz.

    Sevgili Doğan Cüceloğlu’ndan bir anı ile bitiriyorum.

    “Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:

    - Hayrola, neden elimi öpmek istedin?

    - Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinizi katıldım. Hayatım değişti. O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.

    - Ne oldu, nasıl oldu?

    - Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, “Bir insanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.”

    Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:

    - Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, “Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.” Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm. Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?

    - Hayır, neden?

    - Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. “Oğlum bugün ödevini yaptın mı?” Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, “cık” sesini çıkarıyordu. Kızıyordum, söyleniyordum, “Niye yapmıyorsun ödevini!” diyordum. Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.

    Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:

    - Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. “Ben ne biçim babayım,” diye kendime sordum. Seminer için geldiğim istanbul’dan çalışma yerim olan Kayseri’ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.

    - Radikal bir karar!

    - Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam. Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu.

    - Eşiniz ne dedi?

    - Hocam biliyor musun ne oldu?

    - Ne oldu?

    - Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, “Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış! Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz.”

    - Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!

    - Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim. Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.

    - Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?

    - işte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve “Hayır!” anlamına gelen “cıkk” dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım. Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti. “Ne büyük tehlike!” diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.

    - Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike!

    - içimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, “Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın,” demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim! Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim.

    - Eşiniz gelmek istemedi!

    - Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye. Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler. Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. “Çok mu kötü hocam?” diye sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. “Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?”

    - Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?

    - Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım. inanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. “O kadar mı kötü?” diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım. Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum. Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.

    “Gel seni yeniden kucaklayayım!” dedim. Kucaklaştık.

    “Çocuklar gülsün diye!” yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur. Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler. Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler. Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!”

    Mutlu çocukların ebeveyni olmamız dileğimle…"
    4 ...
  2. 27.
  3. doğan cüceloğlu, akademik başarılarından ziyade yaşanmışlıkları ile profösör olmuş bir psikolog bence...
    1 ...
  4. 26.
  5. 25.
  6. insan insana adlı kitabını seve seve okuduğum yazar. ilginç araştırma verilerinden yola çıkarak davranış psikolojisi üzerine çok hoş dersler vermiş kendisi. tüm kitaplarını okunacaklar listeme aldım. ilk adımımı tesadüfen attım fakat gerisi büyük bir istekle olacak. üstün dökmen'in hocası olduğunu yine insan insana kitabının girişinde gördüğüm anda saygınlığımı kazanmıştı zaten kendisi. hayran olduğum kişinin hocası, yeme de yanında yat.

    ayrıca ilkokul çocuklarında yapılan bir araştırmaya göre, çocukların %80'inin kafasındaki ideal annenin az sinirlenen ve sarışın bir anne olduğunu söyleyen yazar. annemi neden bu kadar sevdiğime açıklık getirmiştir kendisi. üstelik benimki bi de mavi gözlü.
    1 ...
  7. 24.
  8. Bir psikoloji profosörüzmüzdür eskiden iyiydi ama şuan pek iyi bulmuyorum. Üstün dökmen veya Murat Ertan daha etkileyeci.
    3 ...
  9. 23.
  10. 22.
  11. herkes gibi benim de bir zamanlar psikolojiye sardığım yıllarda kitaplarını okuduğum ve pek de birşey anlamadığım bir yazardır. umarım anlamayan tek kişi benimdir.
    2 ...
  12. 21.
  13. gazeteci yazar canan dila'nın damdan düşen psikolog isimli doğan cüceloğlu'nun hayatından kesitler sunan söyleşi niteliğinde bir kitabı var. Doğan hoca bütün samimiyetini dökmüş ortaya... Hem anılarını anlatıyor hem de ders veriyor. Birçok yerde gözyaşlarınızı tutamayacaksınız, birçok yerde de bi o kadar güleceksiniz.
    0 ...
  14. 20.
  15. --spoiler--
    Doğan cüceloğlu, istanbul üniversitesi psikoloji bölümü'nden mezun olduktan sonra abd'de illnois üniversitesi'nde bilişsel psikoloji(algılama, düşünme, iletişim) alanında doktorasını yapmıştır.

    Dah sonra türkiye'de hacettep ve boğaziçi üniversitelerinde görev yapan cüceloğlu, fulbirght kursuyla bir yıl süreyle berkeley'deki kaliforniya üniversitesi'nde görev yapan cüceloğlu'nun kırkı aşkın türkçe ve ingilizce bilimsel makalesi yayınlanmıştır.1996 yılından bu yana Tğrkiye'de üniversite öğrencilerine, öğretmenlere, anababalara ve işadamlarına yönelik seminerlere, konferanslara ve atölye çalışmalarına ağırlık vermiştir.

    1990'dan bu yana kitaplarını türkçe olarak yayınlamaya özen gösteren cüceloğlu, türk insanının düşünce, duygu ve davranışlarını bilimsel psikoloji kavramları içinde inceleyen kitaplar yazmaktadır.
    --spoiler--

    doğan cüceloğlu'nun savaşçı kitabından alıntı; copy-paste değil alın teri.
    0 ...
  16. 19.
  17. Ana okulu öğretmenlerine karşı özel bir sempatisi olan, konuşmadığınız sürece size son derece sıcak ve samimi gelen ama taşınıp konuştuktan sonra bütün cazibesini yitiren psikolog.
    1 ...
  18. 18.
  19. hatırladığım kadarıyla kendisi bir konferansında şöyle anlatır:
    "tabii bundan seneleer seneleer önce. üniversitenin ilk günü. tabii o zamanlar psikoloji bölümü iş için değil, hava atmak için gidilen bir bölüm. sadece zengin ve ailevi durumu iyi olanların "ben üniversite bitirdim." demek için gittikleri bölüm. tabii ben amfiye bi girdim! allaaaah. sınıfın yüzden seksenbeşi kız! said faik abbasıyanık'ın bir yeğeni var. meral abbasıyanık. amanın o gözler! yemyeşil. kızın bir de göğüsleri var kiii.... tabii benim ilk sene tek anladığım şey: göz ve göğüs."

    ciddiyim adam harbiden bu cümleleri kudru. ve tabii çoğunluğ kadınlardan oluşan konferans dinleyicileri pek güldü. ben de güldüm.
    3 ...
  20. 17.
  21. Kadir has üniversitesinde verdiği konferansta hayatı yeniden sorgulamamı sağlamış kişidir. Üniversitenin özgür bir ortam olduğunu bana hatırlatmıştır. Ayrıca mutluluğun kaynağı olarak 7 madde soylemiştir.(Bilimsel bir araştırmaya göre)
    1.iyi bir aile
    2.işini sevmek
    3.geleceğe güvenle bakmak
    4.iyi arkadaşlık ve akrabalık ilişkileri
    5.Bedensel sağlık
    6.****
    7.Din,inannçlar ve değerler.
    1 ...
  22. 16.
  23. Bu adama çok ihtiyacımız var.
    Özellikle de şu günlerde
    "mış gibi yaşamlar","korku kültürü","savaşçı","insan insana"
    gibi kitapların yazarıdır.
    1 ...
  24. 15.
  25. korkunc beyefendi bir kişilik, pozitif enerji sacıyor ekran basından bile hissebilirsiniz

    ancak kitaplarını yarısını kadar okumaya tahammülüm yok. sanki bir türlü neticeye varamıyor.
    1 ...
  26. 14.
  27. http://www.mozturk.org/dogan-cuceloglu-roportaji/ buradan kendisiyle yaptığım röportajına ulaşılabilecek harika insan.
    0 ...
  28. 13.
  29. kitaplarının okullarda ders olarak okutulması gereken yazar. kitaplarındaki fikirler ilk başta idealist gelse de, hayat ilerledikçe kitaptaki önerilerin zamanında yapılmamış olmasından pişmanlık duyulur genellikle. kitaplarının gerçek dışı gelmesinin nedeni, kitaptaki fikirlerin genellikle aydınlanmış batı kültürüne dayanan fikirlerin geleneksel kültür içinde yaşamaya alışmış insanlara çok yabancı gelmesidir.
    0 ...
  30. 12.
  31. türkiye'de ve türkçe gelişim kitapları geleneğini başlatmış kişi. kitapları kötü değil. yeniden insan insan'a okuması çok güzel bir kitap. içimizdeki çocuk, birçok kişinin kendisini anlamasını, kendine destek olmasını sağlamış bir kitaptı, eminim. iyi düşün doğru karar ver, yüzeysel gibi görünse de, anlattığı fikirler, kitabın bütünlüğü içerisinde çok güzel. bence türkiye'nin ihtiyacı vardı bu kişiye, ve ürünlerini de bıraktı, bırakıyor.

    gelişim kitaplarını okuyanların, güzel, sade bir dille yazılmış psikoloji temel kavramları kitabı "insan ve davranışı" kitabını okuması dileğiyle.
    0 ...
  32. 11.
  33. eğitim ve öğretim hayatının tamamına yakınını abd' de geçirmiş olan psikloji profesörü.
    1 ...
  34. 10.
  35. aşağıdaki yazısıyla ülkemizdeki pek çok saçmalığın, basiretsizliğin, cehaletin ve kibirin kaynağını pek güzel göstermiş bilim insanı. Sabırla okursanız hak vereceksiniz.

    Bir Öğrencimin Bana Öğrettikleri
    Kaliforniya'da Long Beach şehrindeki Eyalet Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak ders verirken, aynı sömestrde benim iki dersimi alan bir kız öğrencim dikkatimi çekmeye başlamıştı. Bu genç bayanın şu özelliklerinin farkına varmıştım: Her şeyden önce çok güzel bir kızdı; gözüm gayri ihtiyari ona gidiyordu. ikinci olarak çok iyi bir öğrenciydi; bütün sınav ve ödevlerde en yüksek notu o alıyordu. Ayrıca, çok hanımefendi, çok nezih bir kişiliği vardı. Bölümün bir pikniğinde kız öğrencimin nişanlısıyla tanıştım ve itiraf edeyim, ilk aklımdan geçen, "Armudun iyisini ayılar yer" düşüncesi oldu. Yukarıda özelliklerini saydığım o güzel kızın bana tanıştırdığı erkek, yirmi yedi-yirmi sekiz yaşlarında, saçı biraz dökülmüş, şişman denecek kadar toplu, çirkin, kısa boylu biriydi.

    Bu kişiye parası için yüz vermiş olabileceğini düşündüm. Daha sonra öğrendim ki, bu genç adamın parasal gücü yok; başka bir üniversitenin psikolojik danışmanlık bölümünde doktora öğrencisi olarak okula devam ediyor ve ileride akademisyen olarak kariyer yapıp profesör olmak istiyor.

    Acaba benim güzel öğrencim bu adamda ne bulmuştu? Bir hafta sonra ders çıkışı koridorda öğrencimin yanına yaklaştım ve Sally adıyla anacağım öğrencimle aramızda şöyle bir konuşma geçti:

    "Sally, nişanlınla nasıl tanıştığınızı merak ediyorum?

    "Bir kilise faaliyetinde aynı komitede çalıştık; o zaman tanıdım kendisini "

    "Nesi seni etkiledi; hangi özelliklerini sevdin?

    Sally, bir Amerikalı olarak bu soruyu hiç beklemiyordu. Amerikan kültüründe, bu tür sorular kişinin mahremiyetine tecavüz olarak kabul edildiğinden pek sorulmaz. Amerikan kültürüne göre ben o anda Sally'nin mahremiyetine 'burnumu sokuyordum.'

    Şaşkınlığı geçince çok içten, gözlerinin içi gülerek, "O şahane bir insan; o benim kahramanım! Ben ondan çok şeyler öğrendim" dedi.

    O anda ilk hissettiğim şey kıskançlık duygusu oldu. Güzel bir kadının erkeğine, "Sen benim kahramanımsın" duygusu içinde bakmasının erkeğe verilmiş en büyük hediye olduğunu hissettim ve anladım. Bu hediyeyi, hayatım boyunca hiç almadığımı biliyordum ve o kişiyi kıskandım.

    "Nasıl yani?" dedim.

    "Frank bir yetimhanede büyümüş. Yetim olmanın ne demek olduğunu bildiği için, üniversite öğrencisi olunca, yetimhaneden iki çocuğa ağabeylik yapma kararı almış. Haftada on saatini onlara ayırıyor; onlarla buluşup oynuyor, kitap okuyor, onları müzeye götürüyor. Onların iyi gelişmesi için elinden geleni yapıyor. Biri ameliyat oldu, hastanede yatıyor ve Frank şimdi akşamları hastanede kalıyor, geceleri ona bakıyor."

    Yüzüme tokat yemiş gibi oldum. Utandım. Kendime kızdım. Ben güya en yüksek eğitim düzeyine gelmiş biriydim ve karşımdakini hala dış görünüşe göre yargılıyor ve onu "ayı" olarak görüyordum. içimdeki pislikten utandım. Bir süre sonra Sally'nin içinde yetiştiği aile ortamını merak etmeye başladım. Şöyle bir mantık yürüttüm: o adama baktığım zaman ben neden, 'Armudun iyisini ayılar yer' diye düşündüm? Çünkü ben, içinde yetiştiğim ortamda sık sık bu benzetmeyi duyarak büyümüştüm. içinde yetiştiğim ortam beni nasıl etkilemişse, Sally'nin içinde yetiştiği ortam da onu öyle etkilemiş olmalıydı.

    Birkaç hafta sonra Sally'e, ailesinin nerede oturduğunu sordum. Los Angeles'in üç yüz elli km kuzeyindeki bir kasabada oturuyorlarmış. Onun ailesiyle tanışmak istediğimi, bunu mümkün olup olamayacağını sordum. "Kendilerine bir sorayım, eminim sizinle tanışmak isteyeceklerdir," dedi ve iki gün sonra, "Ailemle konuştum; sizinle tanışmaktan mutlu olacaklarını söylediler," dedi. Dört-beş hafta sonra San Francisco'ya gidecektim, Sally'nin ailesinin yaşadığı kasaba yolumun üstündeydi, onlara uğrayabilir, onlarla tanıştıktan sonra yoluma devam edebilirdim.

    Bu planımı Sally'e söylediğimde Sally, "O gün ben de aileme gidecektim; isterseniz beraber gidebiliriz," dedi. Ailesine haber verdi. Onlar da sabah kahvaltısına gelmemizi söylemişler. Long Beach'ten sabahın altısında yola çıktık ve dokuz buçuk civarında Sally'nin ağabeyi Brian'ın evine vardık. Sally'nin babası George orada buluşmamızı uygun görmüş. Çok güleryüzlü bir aileydi. Brian'ın, en ufağı dört yaş civarında dört çocuğu vardı.

    Ziyaret ettiğim bu güleryüzlü sıcak ailede, iki olay gerçekten dikkatimi çekti. Bunlardan ilki, Sally'nin babası George'un torunlarıyla konuşurken onların göz hizalarına inmesiydi. Bunu o kadar doğal yapıyordu ki, artık farkına varılmadan yapılan bir davranış olduğu belliydi. Sally'ye, babasının torunlarıyla hep böyle mi konuştuğunu sordum. "Evet" yanıtını alınca, kendisi çocukken de babasının, onunla göz hizasına inerek mi konuştuğunu sordum. "Evet, biz böyle biliyoruz. Ağabeyim Brian da çocuklarıyla böyle konuşur; ben de kendi çocuklarımla böyle konuşacağım. Biz böyle biliyoruz", dedi. Tüylerim diken diken oldu. Ben üniversite öğretim üyesiydim ve insan psikolojisi benim uzmanlık alanımdı ama üç çocuğumdan hiçbiriyle göz hizasına inerek konuştuğumu hatırlamıyordum. Kendime kızdım; sonra kendime kızmaktan da vazgeçtim, beni yetiştirenlere kızdım. Sonra onlara kızmaktan da vazgeçtim ve bütün nesilleri yetiştiren kültür ortamına kızdım. Daha sonra kimseye kızmayacağımı anlayarak, oradaki öğrenme fırsatından yararlanmaya karar verdim. Torunlarının önünde diz çökerek konuşan dede George'a "Beyefendi, çocukların göz hizasına inerek konuşuyorsunuz!" dedim. Bana biraz şaşkınlıkla gülümseyerek, "Tabii, onlar küçük insanlar!" yanıtını verdi. Öyle bir bakışı vardı ki, bu bakış sanki 'Bu kadar doğal bir şey ki, herhalde bunu herkes yapıyordur; sen yapmıyor musun?' diyordu.

    O bakışa karşı bütün yaptığım, mahcup bir gülümseme oldu.

    Bu güleryüzlü sıcak ailede dikkatimi çeken ikinci olay, Sally'nin ağabeyi Brian'ın davranışı oldu. Brian, Pasifik ülkeleriyle ticaret yapan, oldukça varlıklı biriydi. Evlerinin büyüklüğünden, yüzme havuzundan, çiftliklerinden, arabalarının türünden ailenin zenginliği belli oluyordu. Kahvaltıdan sonra saat on bir dolaylarında telefon çaldı ve Brian bir süre telefonla konuştu. Ofisten arıyorlarmış, Koreli bir işadamı Los Anegeles'ta imiş, kendisiyle görüşmek için helikopterle saat 14'te gelmek istiyormuş. Başka bir randevusu olduğunu söyleyerek bu teklifi reddetmiş olan Brian, bize durumu şöyle açıkladı: 'Dört çocuğum var ve her hafta biriyle dört saat başbaşa geçiririm. Bugün dört yaşındaki kızım Mary'le randevum var. Çocuklar çok çabuk büyüyorlar, eğer dikkat etmezsen, bir bakıyorsun, büyümüşler ve onlarla beraber zaman geçirme olanağı kaybolmuş.

    Brian'ın yaşam vizyonunu sormadım, ama davranışından nelere öncelik verdiği belli oluyordu. Brian için çocukları şüphesiz en az işi kadar önemliydi. Brian'ın yaşamında bununla ilgili bir pişmanlık duygusu, bir 'keşke' olmayacak.

    Sally'e sordum: "Baban seninle randevulaşır mıydı?"

    "Evet", dedi, "yalnız benimle değil, her çocuğuyla sırasıyla başbaşa zaman geçirirdi. Ve ilave etti, "Biz böyle gördük, böyle biliyoruz. Benim çocuğumun da babası böyle yapacak!". Gülümseyerek, "Nereden biliyorsun?" diye sordum.

    "Biz Frank'le konuştuk" diye cevap verdi. Yine içim cız etti. Daha doğmadan çocuğun gelişme ortamıyla ilgili bir bilinç oluşmuştu.

    Kendi çocuklarıma içim yandı. Evlenmeden önceki bilincimi, kafamın karmaşıklığını, evlendiğim kıza ettiğim eziyetleri ve ondan da acısı, kendi yavrularıma çektirdiğim acıları düşündüm. Biraz daha düşününce kendimin de acı çektiğini anladım ve bu sefer kendi çocukluğuma içim yandı. Daha sonra babamın, anamın çocukluğuna içim yandı. Ve son durak olarak ülkemin tüm çocuklarına içim yandı.

    Yine kimseye kızamayacağımı anlayınca, 'bundan sonra ne yapabilirimle ilgili düşünmeye karar verdim. işte değerli okurum; yazdığım kitaplar, verdiğim seminerler, hazırladığım televizyon programları, 'Ne yapabilirim?' sorusuna verdiğim yanıtların öğeleridir. Sally'nin içinde yetiştiği ortamı görmüş ve anlamış biri olarak onun davranışlarına şimdi daha iyi anlam verebiliyorum. Sally, içinde yetiştiği ailede, varoluşun beş boyutunu da doya doya yaşayabilmişti. Çocuğun hizasına inerek onunla göz göze konuştuğunuz zaman çocuk, 'Sen varsın, sen doğalsın, sen değerlisin, sen güçlüsün ve sen sevilmeye layıksın', mesajı alır ve çocuğun CAN'ı beslenir.

    Çocuğuyla randevusuna sadık kalan baba, 'Seninle zaman geçirmek istiyorum, seni özledim', mesajını güçlü olarak verir. Çocuk bu mesajı zihinsel olarak değil, sezgisel olarak alır ve aldığı bu sezgisel mesajlar sayesinde çocuğun hamuru, 'Ben sevilmeye layık biriyim!' diye yoğrulur.

    Bir ana babanın çocuklarına verebileceği en büyük miras, varoluşun beş boyutunda beslenmiş ve buna inanmış güçlü bir CAN'dır.

    Doğan Cüceloğlu
    11 ...
  36. 9.
  37. herhangi bir kitabı alınası, alıntıların atılası, berbat ıhlamur diyaloglarının atılası, geriye ne kaldığının görülesi eserlerin popüler yazarı.
    1 ...
  38. 8.
  39. algılama, öğrenme ve dil psikolojisi hakkında incelemeler yapmış ve bu alanda kişiler arası iletişim , algılama ve dil süreçlerini yoğun olarak yayınlarında işlemiştir. aynı toplumda yetişmiş insanlar arasındaki iletişim ilişkilerini olduğu kadar, farklı toplum ve kültürlerde büyümüş kişilerin iletişim ilişkilerini de incelemiştir.
    1 ...
  40. 7.
  41. iletişim donanımları kitabını okuyup hemen akabinde insan insana kitabını okumaya başladığım,verdiği örnekler hoş ve yaşadığımız olayları yineler nitelikte kabul edilebilen,yaptığı alıntı,şiir,çeviri ve öykülerin kitaplarına güzellik kattığını düşündüğüm,üstün dökmenin ki ben kendisini başarılı adlederim üni.de hocası,taktir ettiğim bir profesör.
    0 ...
  42. 6.
  43. Söyleyemediklerimi işitin Lütfen

    Bana aldanmayın!
    Yüzüm bir maskedir,
    Sizi aldatmasın.
    Binlerce maskem var.
    Çıkarmaya korktuğum.
    Ve, hiç biri ben değilim...
    Olmadığımı göstermek
    ikinci doğam oldu.
    'kendinden emin biri' dersiniz,
    sanki güllük gülistanlık
    benim için herşey...
    adım güven belirtir.
    Ve,
    Oyunumun adı
    Ağırbaşlılıktır.
    içimde ve dışımda denizler sakin,
    Herşeyin kumandanı ben...
    Fakat, inanmayın bana,
    Lütfen!..
    Herşey dışta düzgün ve cilalı,
    Hiç yıpranmayan, her zaman saklayan
    O maske!..
    Altta ne güven, ne de rahatlık...
    Altta,
    Karışıklık, korku ve yalnızlık içinde bocalayan
    Gerçek ben!..
    Ama saklarım bu gerçeği savunuculukla
    Kimsenin bilmesini istemem
    Zayıf taraflarımı düşündükçe,
    Titrer ve sararırım...
    Ve başkaları görürse iç dünyamı...
    Gerçek beni ve yalnızlığımı!
    işte, maskelerimi onun için takarım...
    Onun için, arkalarına saklanacak maskelerim var.
    Onlar, gösterişle kullanabileceğim
    Parlatılmış yüzlerim.
    Bana,
    'sen değerlisin' diyecek,
    'maskesizken daha bir insansın'
    'daha bir bendensin'
    'daha yakın, daha bir dostsun'
    diyecek bir bakışa
    muhtacım...
    benim yanıma sokulman kolay olmayacaktır!..
    uyarırım seni dost!..
    uzun yıllar kendini yetersiz hissetmiş ben,
    sana kendini kolayca açmayacaktır...
    bütün gücümle tutunacağım maskelerime
    ne kadar sokulursan yakınıma
    o denli şiddetli geri iteceğim seni...
    kim olduğumu merak ediyor musun?
    Hiç merak etme...
    Ben çevrendeki
    Her erkek ve kadınım...
    Maske takan her insanım.
    4 ...
  44. 5.
  45. 4.
  46. şu anda iyi düşün doğru karar ver adlı kitabını okuduğum ve okumaktan son derece de zevk aldığım sevgili yazarımız.
    9 ...
© 2025 uludağ sözlük