yani dini neden veya dini olmayan diye bir ayrım mı var?
gerçekte böyle bir ayrım olmamasına rağmen, insanların “din” adı altında hayatın doğal akışına aykırı tuhaf bir iş kolu ve ritüelizm üretme huyu, din ve din dışı kavramını ister istemez oluşturmuştur.
şimdi bir grub insan çıkıyor, topluma göre farklı giyiniyor, tuhaf kılıklara bürünüyor, garip ritüeller icra ediyorlar. bunlar gittikçe hayata yabancılaşıyor ve herhangi bir değer, fayda üretemez hale geliyorlar. herkesin böyle olması mümkün değil tabii ki. insanların geçimini sağlaması lazım. onun için de kendilerine “din” adı altında sunulan bu sanal dünyadan sıyrılıp gerçek dünyaya dönmeleri gerekiyor.
işte bu noktada laik/seküler alan ve din alanı ayrımı ortaya çıkıyor. insanların pek çoğu sözle olmasa bile lisan-ı halleriyle “dini hayat bize lüks kaçar, maişetimizi temin etmek zorundayız” diyorlar. ancak malumunuz üzere altyapı şişede durduğu gibi duran bir şey değildir. insanların hayat tarzı, bir müddet sonra kendi dünya görüşünü üretiyor. böylece din alanı marjinalize olmaya başlıyor. iyi ki de öyle oluyor; çünkü din adamları sınıfı kendi başlarına hayatta kalma şanslarına sahip değiller. onlar geçimlerini diğerlerinin üzerinden sağlayan bir sınıftır.
insanın bitip tükenmek bilmeyen bu tuhaf mistisizm/din üretme eğilimi nereden geliyor derseniz, cevap egodur. din gerçekte evrenin kuralları ile uyumdan ibarettir. pratikte ise evrenin kurallarından anlayabildiğimiz kadarıyla uyumdur ki, dinin zaman içinde evrilmesi de bu nedenledir. zira insanlık bilinci zaman içinde ilerlemektedir. ona paralel olarak da insanlık bilincini temsil eden peygamberler ortaya çıkmaktadır.
bir peygamber içinde yaşadığı dönem itibariyle evrenin özüne ulaşmış, hakikati görmüş bir kimsedir. daha doğrusu hakikat ona tenezzül etmiş ve kendini onda açığa çıkarmıştır. ancak güneş aynaya tecelli ettiğinde ve yansıdığında aynanın kabiliyeti ile sınırlanmış durumdadır. her yeni ayna(her gelen yeni peygamber) daha gelişkin bir çağın ve şuurunun temsilcisi olduğu için onda açığa çıkan parlaklık elbette öncekine göre daha çok olacaktır. son peygamberde ise yansımanın zirvesine ulaşacaktır. zaten hem kendinden önce gelen hem de sonra gelen insan-ı kamiller, son peygamberin cüzleri ve gölgeleri hükmündedir. hepsinin üstadı, son peygamberdir.
bu geniş izahtan sonra asıl konumuza gelirsek: demem o ki, dini neden diye ayrıca bir etken olamaz. hayat tek ve bir bütündür. gerek madde boyutundayken gerekse de madde ötesi boyutlara geçtiğimizde müreffeh ve mutlu olabilmek için evrenin kurallarıyla uyumlu olmamız gerekiyor. kurallara ters düştüğümüz her noktada mutlaka o ihlalin cezasını çekeriz. alkol, uyuşturucu ve benzeri tüm müsekkerat netice de öyle veya böyle evrenin kurallarını ihlaldir. vücud kimyasını suistimal etmektir. dopamin, endorfin vs. ile çalışan ödüllendirme mekanizmasını yapay bir şekilde harekete geçirmektir. hak ediş olmadan sahte bir ödüllendirmenin cezasız kalacağını sanmak büyük bir aldanıştır.
sonuçta hangi gerekçe ile olursa olsun alkolden uzak duran kimse alkolün yol açacağı negatifliklerden kurtulmuştur. ancak sağlam bir dünya görüşüne istinaden bunu yapıyorsa, işte o asıl voleyi vurandır.
şahsımdır.
içmeme nedeimse içkilerin acı olmasıdır.
evet içkiler acı ve kimse bunun farkında değil.
birde o içtikten sonra ayıkdığındaki kötü ruh ve vücut hali. berbat ötesi bişey.
gerçekten çok büyük acılar yaşayanlar dışında ama bak ölümlü kalımlı, hastalık işlerinden bahsediyorum, bunların dışında içenler sırf filmlerde ve çevrelerinde gördükleri için içiyor.
ya insan neşelenicem diye içer mi?
zaten neşelenmiyorsun ki daha çok efkar ve erteesi gün berbat bi hal. ee neşe nerede.