Modern insan dünyaya sıkışıp kaldı. Onun bahşettiği şana, şöhrete, zenginliğe, sefalete, fakirliğe…
Gösterişine ve de sadeliğine. Vadettiği ya da mahkum ettiği her ne varsa.
Artık bir sarmalın, sonu gelmez bir döngünün içinde kaburga kemikleri çatırdayan, ruhu buhrandan buhrana sürüklenmekte olan bir canlıdan başkası değil insanoğlu.
Kin, haset, iftira, ahlaksızlık, kötülük, savaş; burçlarına sancağını dikmişken çoktan dünyanın, geriye kalan birkaç iyilik, müspet melekeler türlü tehditlerin altında.
Sürekli eti koparılan bir güruh ve onlardan beslenmekten bıkmayan başka bir güruh…
Bir veba gibi yayılan ve en eski dürtülerden olan “mülkiyet edinme istenci”. Daha fazlası… daha fazlası… hep ama hep daha fazlası gerekiyor gözü doymayan insanoğlu için.
insan; yorgun, depresif, savaşmaya gücü kalmamış kendi kaburga kemiklerine hapsolmuş bir yaratık, bir et parçası modern zamanda artık.
Varoluşuna cevap arayan çok azı, şevki kırılmakla kırılmamak arasında gidip geliyor.
soren kierkegaard’ın dediği gibi “… tanrının benimle ne kastettiğini ya da benden ne yapmak istediğini sadece o biliyor.”
işte rainer marie rilke'nin panter şiiri bu durumu anlatan bir şiirdir. paris botanik bahçesinde sıkışıp kalmış bir panterin hikayesinden ibaret değildir. güçlü görünmesine rağmen zayıfların da zayıfı olan insanın hikayesidir panter şiiri.
ve anlıyoruz ki; kocaman bir boşlukta da sıkışıp kalınabiliyor.
"parmaklıkların arasından sürekli kayan bakışları
çok yorgundu ve hiçbir şeye odaklanmıyordu.
binlerce parmaklığın ardında sanıyordu kendisini,
ona göre parmaklıkların ötesinde bir dünya yoktu.
durmadan dönüyordu küçücük dairelerin içinde;
kudretli birinin kaskatı durduğu bir merkezin
çevresinde yapılan bir ayin dansı gibiydi
o yumuşacık, güçlü adım atışları.
arada bir gözbebeklerindeki perde kalkıyordu
sessizce;. bir imge süzülüyordu gözlerinden içeri,
iniyordu gergin, tutulmuş kaslarına dalıyordu
yüreğine ve yok oluyordu orada."