bugün

Sevdiğim ve eğlenme amaçlı okunmasını düşündüğüm şair.
“-biliyorsun beni, severim markette dolanmayı, sonra tuvalet kağıtlarının olduğu rafa geldim ve 92 yaşında bir kadın gördüm, en hesaplı tuvalet kağıdını arıyordu.
+ iyi de herkes yapar bunu.
-tamam ama, 92 yaşındasın, yarın ölebilirsin, üç kuruşun hesabını yapmanın ne anlamı var? yani, 92 yaşında sıçabiliyor olmak zaten muhteşem bir olay, neden en pahalı tuvalet kağıdını alıp bunu kutlamıyorsun ?”

bazen birinin hatırlatması gerek sanırım.
bir ayyaştır.
huzurun yöntemini bulmuş üstat.

görsel
necip fazıl kısakürek reisin jesip attığı tırnak olamaz. evet.
şarap içen bir arkadaşım vardı. bazen şarap içerdik beraber. hep bu adamdan alıntılar yapardı içerken. ordan aklımda kalmış. şimdilerde yazılım mühendisi oldu arkadaş. başarılıymış baya. 9 yıldır konuşmuyoruz da kendisiyle.
Şu sözünü 15 yıllık ilişkim boyunca yaşayarak, hayat felsefem yaptığım yazar,

"Size zamanını ayırmayan birine, asla kendinizi harcatmayın."
arkadaşlığın iki kişi arasında paylaşılan ön deneyimler bütünü olduğunu belirtir.
görsel
kimdir necidir ?
görsel
necip fazıl kısakürek yanında esamesi okunmayan içi balon yazardır. evet hatta net ötesi...
görsel
ölüme sürükleyebilir.

https://youtu.be/89rf5wabXCA

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama ben ondan güçlüyüm,
kal, diyorum ona,
kimsenin seni görmesine izin veremem.

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama viski döküyorum üstüne
sigara dumanına boğuyorum
fahişeler, barmenler ve bakkal çırakları
hiçbir zaman bilmiyorlar onun orada olduğunu.

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama ben ondan güçlüyüm,
yat lan aşağı, diyorum ona,
ocağıma incir dikmek mi niyetin?
avrupa'daki kitap satışlarını sabote etmek mi?

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama zekiyim, sadece geceleri izin veriyorum çıkmasına, herkes yattıktan sonra.
orada olduğunu biliyorum,
derim ona, kederlenme artık.

sonra yerine koyarım yine
ama hafifçe öter
tamamen ölmesine de izin vermiyorum
ve birlikte uyuyoruz gizli antlaşmamızla
ve insanı ağlatacak kadar güzel,
ama ben ağlamam, ya siz?

charles bukowski
zor geçen bir çocukluk, yalnız bir ergenlik sonrası tek başına bir hayat. amaçsız bir yaşam, üçüncü sınıf otellerde, kiralık odalarda, barlarda,hipodromlarda geçen bir hayat.
yalnızca üç şeye ilgisi var. kadınlar, at yarışı ve içki. topluma ve insanlara küskün,kırgın. bu yüzden alkole sığınıyor. doğuştan yalnız bir insan ve bundan zevk alıyor. birazda kendisinin tercihi yalnızlık.

- çok şey istemiyordum hayattan, sadece yalnız bırakılmak.

diyor '' ekmek arası kitabında.

belkide kendimden bir şeyler buluyorum yaşantısında bu yüzden bütün kitaplarını okudum. fakat benim için en güzel kitabı '' pis moruğun notları''

Biliyor musun Sebastian, bazen Tanrıyı hiç anlamıyorum.
- Tanrı mı efendim? Hangi Tanrı?
- O ne demek öyle Sebastian? Kaç tane Tanrı var ki?
- Bilmiyorum efendim. Sizce kaç tane var?
- Elbette bir tane var Sebastian. O da bildiğimiz Tanrı. Hani şu adaleti sağlayan.
- Adalet mi efendim? Hangi adalet?
- Yeryüzündeki ve öteki dünyadaki adalet elbette Sebastian.
- Efendim, beni affedin ama ben yeryüzünde adalet göremiyorum.
- Saçmalama Sebastian. Elbette yeryüzünde adalet var.
- Bence yok efendim.
- Neden böyle düşünüyorsun Sebastian?
- Çünkü eğer yeryüzünde adalet olsaydı efendim, fakir bir köylünün tek oğlu savaşta ölmezdi ve kralın oğulları da bugün hayatta olmazlardı. Çünkü o tek oğul, kralın oğulları rahat yaşantılarına devam etsinler diye öldü.
- Saçmalama Sebastian! O fakirin oğlu, ülkemiz için öldü ve şehit oldu. Şehitlik, bir insanın ulaşabileceği en üst rütbedir. Krallıktan bile daha üstündür şehitlik rütbesi.
- O zaman herhalde kral hazretleri oğullarını ve hatta kendisini hiç sevmiyor olsa gerek efendim.
- Neden böyle söyledin Sebastian?
- Çünkü şehitlik gibi üst bir rütbe dururken, sadece krallıkla yetinmeyi seçiyor da ondan efendim.
- Seni anlamıyorum Sebastian. Ne söylemeye çalışıyorsun?
- Sadece gerçekleri efendim.
- Sen delirmişsin olmalısın Sebastian. Tanrı sana akıl versin.
- Hangi Tanrı efendim? Adalet dağıtan mı? Yoksa bunca adaletsizlik karşısında kılını bile kıpırdatmayan mı?
- Ne saçmalıyorsun sen? Sadece bir tane tanrı var. Tanımıyor musun onu?
- Ne yazık ki, tanıdıklarımın içinde hiç tanrı yok efendim. Zaten fazla bir tanıdığım da yok. Yan köşkün uşağı olan meslektaşım Filip, bizim köyün nalburu Moris ve bir de savaşta tek oğlu ölen şu zavallı köylüyü tanıyorum efendim. Ama hiç tanrı tanımıyorum. Siz tanıyor musunuz?
- ?..
Size, bize yazmamış pavyon beyefendisi. Para kazanayım derken toplum fazlaca üzerine alınmış adamı. Herif poorpunk, beckett profesördü, alenen söylemiş 'size bir şey diyen yok' minvalli uyarılarını.
necip fazım kısakürek in tırnağı bile etmeyen kişidir.
Kadınlar acı çekmek için yaratılmışlardı sanki; sürekli sevgi sözleri duyma ihtiyaçları bundan kaynaklanıyordu belki...
Birisine ihtiyaç duyuyordu insan. Etrafında öyle biri yoksa onu sen yaratmak zorundaydın, olması gerektiği gibi birini yaratırdın.
'' What is your definition of love ? ''

'' Love ? It is kinda like, you know, you see fog when you wake up before the sun comes out. It just stays little while then it's burns away. ''

'' Love is a fog. It burns with the first light of reality. ''
asla necip fazıl kısakürek üstad kadar değildir. biri dünyevi hayatı anlatır diğeri uhrevi hayatı anlatır..
Biliyor musun Sebastian, bazen Tanrıyı hiç anlamıyorum.
- Tanrı mı efendim? Hangi Tanrı?
- O ne demek öyle Sebastian? Kaç tane Tanrı var ki?
- Bilmiyorum efendim. Sizce kaç tane var?
- Elbette bir tane var Sebastian. O da bildiğimiz Tanrı. Hani şu adaleti sağlayan.
- Adalet mi efendim? Hangi adalet?
- Yeryüzündeki ve öteki dünyadaki adalet elbette Sebastian.
- Efendim, beni affedin ama ben yeryüzünde adalet göremiyorum.
- Saçmalama Sebastian. Elbette yeryüzünde adalet var.
- Bence yok efendim.
- Neden böyle düşünüyorsun Sebastian?
- Çünkü eğer yeryüzünde adalet olsaydı efendim, fakir bir köylünün tek oğlu savaşta ölmezdi ve kralın oğulları da bugün hayatta olmazlardı. Çünkü o tek oğul, kralın oğulları rahat yaşantılarına devam etsinler diye öldü.

- Saçmalama Sebastian! O fakirin oğlu, ülkemiz için öldü ve şehit oldu. Şehitlik, bir insanın ulaşabileceği en üst rütbedir. Krallıktan bile daha üstündür şehitlik rütbesi.

- O zaman herhalde kral hazretleri oğullarını ve hatta kendisini hiç sevmiyor olsa gerek efendim.
- Neden böyle söyledin Sebastian?
- Çünkü şehitlik gibi üst bir rütbe dururken, sadece krallıkla yetinmeyi seçiyor da ondan efendim.
- Seni anlamıyorum Sebastian. Ne söylemeye çalışıyorsun?
- Sadece gerçekleri efendim.
- Sen delirmiş olmalısın Sebastian. Tanrı sana akıl versin.
- Hangi Tanrı efendim? Adalet dağıtan mı? Yoksa bunca adaletsizlik karşısında kılını bile kıpırdatmayan mı?
- Ne saçmalıyorsun sen? Sadece bir tane tanrı var. Tanımıyor musun onu?

- Ne yazık ki, tanıdıklarımın içinde hiç tanrı yok efendim. Zaten fazla bir tanıdığım da yok. Yan köşkün uşağı olan meslektaşım Filip, bizim köyün nalburu Moris ve bir de savaşta tek oğlu ölen şu zavallı köylüyü tanıyorum efendim. Ama hiç tanrı tanımıyorum. Siz tanıyor musunuz?
~Charles Bukowski / Pis Moruğun Notları
fuctotum derim, başka da bişi demem, hususunda. Kral adam. Boş-beleşliğin kralı.
çokça kendımden parçalar buldugum eserleri yazmış olan adam. Zaman zaman dolu gözlerle , zaman zaman da içimdeki yaramaz çocucugun kıpraştıgını hissederim okurken.
(bkz: bukowski denen ayyaş)