Cevher-i cânsın letâfet maden olmuştur sana Nakd-i ömrümsün ki sînem mahzen olmuştur sana
Malum maden ocağından cevher çıkar, bakır madeninden bakır. Eğer hoşluk ve güzellik bir maden olsaydı, bu kaynaktan elde edilen cevher senin canın olurdu. Benim de ömrümün sermayesi, varlığı sensin. Bu değerli hazineyi bir maden, bir ambar, bir mahzen olan kalbimde saklıyorum.
Gün gibi tenvîr eder bu nükteyi şems-i ruhun Matla’-ı mihr-i kıyâmet revzen olmuştur sana
Ruhunun ışığı, bu ince manayı güneş gibi nurlandırırken kıyamet güneşinin doğduğu yer pencerendir. Kıyametin büyük alametlerinden olan, güneşin batıdan doğacak olmasından mülhem Ganiyy-i Muhtefi hazretlerinden:
“Şemsin garbdan doğması” ne büyük bir saadet!
Nefsinde tulû’ eden bu vak’adan um medet.
Budur Rûh’un bedenden ayrılma habercisi;
Mi’râc’ına attığın adımın birincisi.
Ferve-i sammûrda mir'ât-ı cismindir 'ıyân Âb-ı hayvânsın ki zulmet mesken olmuştur sana
Cisminin yansıması, görünüşü elmas değerindeki samurun kürkü gibidir. Sen ebedi hayat kaynağısın, karanlık meskenin olmuştur. Kürk ile kesret ve zulmet arasında tevhidin hakikati açısından mühim bir irtibat vardır. Buna göre cisminin yansıması, dış görünüşü samurun kürkü gibi gayet sık (kesret) fakat karanlıktır (vahdet). ibn-i Arabi hazretlerinin kabulüne göre hakikatin kaynağı karanlıkta saklıdır. (Taayyünden önce ama). Tevhid, samur kürkünün içinde, yani kesretin ötesindedir. Kesretten vahdete, ince bir yoldan tevhidin hakikatine varılır.