can dündar

entry1153 galeri126
    290.
  1. ortaokulda filan öğretmenler müsamere yaptırır, biri de çıkar sonunda "işte arkadaşımız şunu dedi, ben bunu dedim, o şunu dedi" falan feşmekan der. kendisinin ntv'de yaptığı programdaki konumu budur.

    sağolsun can dündar..
    sayesinde orta okul yıllarıma dönüyorum.
    2 ...
  2. 289.
  3. mewlana gibi adammış da bizim haberimiz yokmuş.

    sabah yazarı nazlı ilıcak bugünkü köşe yazısında bir okurundan gelen yazıyı "mevlana'dan" diyerek yayınladı. ancak gazeteciler.com'un haberine göre yazı mevlana'ya değil can dündar'a ait çıktı. cnn türk'te medya mahallesi programında durumu açıklayan dündar yazıyı gördükten sonra ilıcak'ı aradığını belirtti ve "internetten gelen her bilgiyi test etmek gerekiyor. ben bu dersi aldım, nazlı hanıma da tavsiye ediyorum" diye konuştu. söz konusu yazıda dündar'ın "sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. işığı gördüm, korktum. ağladım. zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim. karanlığı gördüm, korktum. gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi... ağladım. yaşamayı öğrendim. doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim. " cümleleri yer aldı.

    http://www.haberturk.com/...cat=140&dt=2010/03/01
    1 ...
  4. 288.
  5. kızlar konusunda tam bir umutsuz vaka olduğu gerçeği ile çok gençken yüzleşimiş hatta onları ilk gençlik yıllarında ürkütücü bulduğunu da eklemiştir..

    ha ben bunları nereden biliyorum? tabii ki de websitesinde kendi kaleme aldığı biyografisinden. ilk öpücük kısmında kaldım.. zira oraya kadar yazmış.. yaşı 15miş. yaş olmuş 50 sen hala teknelerde öpüşme talimi yapmaktasın.. en azından eskisi kadar utangaç ya da çekingen olmadığı aleni.. de.. 50 yaşında mı kabuğunu kırmaya karar verdin abi! ayrıca belli ki daha önce de kabuklar kırmışsın.

    onu da kendi wbsitesinde yayınladığı akşam gazetesi yazarı tugçe tatari'nin yazısından öğreniyoruz ve soruyor: "bu kaçıncı can".. ne bilelim kaç da... söz konusu yazının linki:
    http://www.candundar.com.tr/index.php?Did=10459

    bu da kadife can'ın delişmen çağlarından:

    "usluydum.

    sabah bir koltuğun üzerine bırakırlar, akşam gelip oradan alırlardı.

    utanılacak kadar normaldim. hiçbir oyuncağımı kırmadım, zil çalıp kaçmadım, ayşegül'lerimi yırtmadım. şimdi onları tek tek oğlum yırtıyor.

    pazar'ları ankara'da banyo günüydü. koca odun parçalarıyla zor yanan kazanların kaynar sularında tuğla büyüklüğünde yeşil sabunları kafama yiye yiye yıkandım.

    babamdan fiske yemedim, ama annem feci keseler ve vurdu mu çınlatırdı."

    (....)

    kızlardan ürkerdim.

    mahallede şadiye diye mavi gözlü bir kız vardı. şadiye diye dalga geçerlerdi. "şad et"menin ne demek olduğunu anladığımda şadiye'ler çoktan taşınmışlardı bile... sezer güvenirgil'e hastaydım. koca bir defteri o'nun resimleriyle doldurmuştum. cüneyt arkın'a mektup yazıp resim istedim; "fahrettin cüreklibatur" imzalı bir kart geldi. yıkıldım.

    (....)

    bir süre "istekçilik" yaptım. "camia "da namım yürüdü. sonra "kızlar yazışalım mı" türünden yılışıklıklara bulaştım bir ara...

    yanıtlayanların çoğuyla yazıştık, bazılarıyla tanıştık.

    yüzüm gözüm sivilcelenmeye başlamıştı. çoğu kuşakdaşım gibi ilk seks derslerini arzu okay'dan aldım. en iyi parçalar kerem sinemasındaydı, ama şevket kazan diye bir adam ikide bir sinemayı bastırıp filmleri toplattırıyordu. aradan çeyrek asır geçti; ben çoluk çocuğa karıştım, arzu okay fransa'da dükkan açtı, ama şevket kazan hala adalet bakanı'ydı.

    15 yaşında "arkadaşlık teklif ettiğim kız" ("flört" sonradan geldi, "çıkmak" ondan da sonra... "yatmak" ağza bile alınmazdı) "beni bir seks filmine götür" diye tutturdu. başına bir şapka geçirip sinema 70'e götürdüm. gişede hemen farkettiler. yine de içeri buyur ettiler. sinemada en az 100 adam vardı. çocuk boyunlarımızı yere devirip onların arasından geçerek arkada bize gösterilen locaya kurulduk. parça yoktu. "danıştay kararıyla" "isveçli bakire" oynuyordu, ama başrol oyuncusunun türkiyeli muadili hemen arkada olduğu için salondakiler perde
    yerine locayı izlemeyi tercih ettiler. kasılıp kaldık.

    öpüşme daha edepli bir filmde kısmet oldu. yıldız kenter'in genç kızıyla birlikte yunan mezalimine karşı direnişini hikaye eden bir film vardı. laf olsun diye gitmiştik. "french kiss" neymiş orada anladım.

    islandım.

    öptüğüm kız, peşimden bizim liseye yazıldı. geceleri uzun mektuplar yazıp, sabah oldu mu götürüp çantasına sıkıştırıyordum. o da kendi yazdıklarını bana veriyordu. eve teyp alınınca o'na kasetler doldurmaya başladım. prestij plaktan daha seri üretim yapıyordum.

    http://www.candundar.com.tr/index.php?Did=2260
    1 ...
  6. 287.
  7. ankara üniversitesi sbf basın yayın yüksek okulundan mezun olup bununla da yetinmeyerek odtü'de iktisadi idari bilimler fakültesi siyaset bilimi ve kamu yönetimi bölümünde siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve doktora yapan, şimdilerde milliyet gazetesinde "ada" isimli köşesinde yazılar yazan, ntv'de "neden" ve "canlı gaste" programlarını sunan deneyimli gazeteci, yazar, belgeselci.
    1 ...
  8. 286.
  9. 285.
  10. can dündar'ı her kısımdan insan. gazeteci adam gibi gazeteci olduğunu bilir. (bkz: adam gibi adam).
    1 ...
  11. 284.
  12. 283.
  13. insan vücudunda görevini yaparken kanla dolan iki organ var:
    Biri kalp...
    Diğeri erkekte penis, kadında klitoris...
    Aşkı sekse bağlayan en somut kanıt bu galiba...

    Kalbin ritmi
    Günlerdir bütün mağaza vitrinlerinde, gazete ilanlarında kıpkırmızı gülümseyen kalp, dakikada 60 ila 80 kez kasılarak akciğerden gelen kanı vücuda dağıtır. Bir uyarılmayla kalp heyecanlandığında kasılmaların sayısı dakikada 200'e çıkar.
    Kan dolaşımının hızlanması sonucu erkekte penise, kadında klitorise kan dolar; her iki organ da kabarır.

    Sevme yasağı
    iki cinste ortak ve insanlık tarihiyle yaşıt bir tabii nizam bu...
    Vücut, bir sevda çağrısı yapıyor adeta...
    Güdülerle "Hadi"liyor insanı:
    "Sev ve seviş" diye...
    Bu çağrıya, yine insanlık tarihiyle yaşıt başka bir nizam yasak koyuyor:
    Sevmek yasak! Sevişmek de...
    Bedenin kurallarıyla cemiyetin kuralları oldum olası çatışıyor.
    Gönül bariyerleri, kadın sünnetleri, bekaret kemerleri, dizilere getirilen "müstehcenlik" kriterleri, hep kalbe ve cinsel organlara dolan kanı ya da etkisini sınırlamak için...

    Kana kan, intikam
    Bazen kamu, o kana, kanla karşılık veriyor:
    Bir bakıyorsunuz uzak bir Anadolu kasabasında bir kız çocuğu, bir kağıda Seni seviyorum yazmasının bedelinden korkup, bedenine silah sıkıyor.
    Bir bakıyorsunuz Afganistan'da bir kadın, yasak sevdaya düşmesinin bedelini recmedilerek ödüyor.
    Vücudun doğal kan akışına, toplumun kan dökerek cevap vermesi, kabaran arzuları yasakla, silahla, sansürle bastırması, kısacası aşktan korkması boşuna değil.

    "Sakın ha!"
    Aşk bozguncu çünkü...
    Beyne hüküm geçse de kalbe söz geçmiyor.
    Akıl gemlenebiliyor, ama yürek laftan anlamıyor.
    Heyecanlandığında, doğanın ona bahşettiği eşsiz mekanizmayla kan pompalayıp önce yanakları kızartıyor, sonra cinselliği uyandırıyor.
    Bunun yıkıcılığı fark edildiğinden beri iktidar, bu uyanışa kural koymaya, uyutmaya çabalıyor.
    “Ayıp”a inanıp önce organlarını örtüyor insanlar; sonra cinselliğinden utanıyor, sevmeye, sevişmeye korkuyor.
    Ana babalar, kutsal kitaplar, din görevlileri, ahlak dersleri, kamu görevlileri, herkes, herkes, yüreğine, cinselliğine kan pompalananlara "Sakın ha..." diyor.
    Vücudu zapturapt altına alma çabaları, erkeklerde iktidarsızlık, erken boşalma gibi sertleşme (yani kan pompalama) sorunları yaratıyor; kadınlar o korkuyla vajina kilitlenmesi yaşıyor.

    Kalp yetmezliği
    Ama bütün bu ruhsal, bedensel sakatlanmalara rağmen asırlardır yürek, ne ana baba, ne düzen nizam ne kitap kalem tanıyor; bir sevda kıvılcımı aldığında yanağın kızarmasına hiçbir güç, hiçbir kural, hiçbir düzen engel olamıyor.
    Heyecanla kalbe dolan, hararetle vücuda yayılan kandan ölen görülmemiştir; oysa kalbin oksijensiz, havasız, sevdasız kalması, yani "kalp yetmezliği" öldürebilir insanı...
    Boşa değil, duran kalbi çalıştırmak için, kalbi duranın dudağına yapışırlar.
    Bugün siz de dudağına yapışın sevdiğinizin; kalbine sevgiyle masaj yapın ki kan dolsun, can gelsin yüreğinize, yanağınıza, sevmeyi bilen, sevgiyle büyüyen yerlerinize...
    "Sevgililer Günü"nüz kutlu olsun!

    14 şubat 2010 tarihli yazısında böyle buyurmuş kişi. yazının tıbbi saçmalığını bir kenara bıraksak da klişe sözlerin dışına çıkamamış bir yazı. sanırım ülke çapında bir gazetede yazar olan bünyenin olur olmaz her yere 3 nokta koymadan, verdiği saçma bilgileri kontrol ederek yazması gerekirdi. 14 şubat günü romantik yazı yazmayanı gazeteden kovuyorlarmış gibi bir durum oluşmuş.
    0 ...
  14. 282.
  15. mustafa belgeselini beğenmesem de bugünkü yazısında tekel işçilerini desteklemiş milliyet yazarı. yazısının tamamı şöyle:

    Bal gibi politik

    Tam bir kavram kargaşası... Başbakan diyor ki: "Beni TEKEL işçisi seçmedi; halkım seçti. TEKEL işçisininki haklı değil, ideolojik bir eylemdir." Türk-iş Başkanı cevap veriyor:

    "TEKEL işçisinin eylemi siyasi değil; ekmek mücadelesi..."

    Siyaset korkusu, bize 12 Eylül'den miras...

    Kenan Evren "Siyasiler tencereyi pisletti" dediğinden beri siyaset, "umacı" muamelesi görüyor. "Aman yavrum siyasete bulaşma" tembihiyle büyüyen nesiller de siyaseti bulaşıcı hastalık sayıyor. 1970'lerin grevlerini hatırlayanlar, bugün TEKEL direnişine baktıklarında araya bir askeri darbenin girdiğini çok net hissetmişlerdir.

    Başbakan'ın "Beni işçi seçmedi, halk seçti" yaklaşımı, yarım asır önceki "Halk plajlara hücum etti, millet denize giremiyor" serzenişini hatırlatmıyor mu? Böyle laf eden, "Zaten direnişçilerin bir kısmı parayı alıp vazgeçiyor" diyebilen bir siyasetçi, seçim meydanına çıkabilir miydi? Ya Türk-iş önünde açılan pankarta ne demeli?

    "Tayyip Amca! Atamamızı yap, 3 çocuk bizden sana..."

    Herhangi bir grev çadırında hesap sorulan iktidara böyle göz kırpılır mıydı?

    Galiba söylenmek istenen şu:

    "TEKEL işçisi, siyasi bir hedefle yola çıkmadı; siyasi bir angajmana da sahip değil."

    Ama 70'lerde herhangi bir üniversite kantinine uğramış herkesin bilebileceği gibi, "sınıf mücadelesi zaten eylem içinde politikleşme marifetine sahiptir." Haklı bir talebin reddedilip iktidarın hışmıyla karşılaşması, apolitik işçileri bile politize eder. TEKEL örneğinde aynen böyle oldu. Kazanılmış hakları için yola düşen işçiler önce polis şiddetini, copunu, biber gazını tattılar. Bu, onları keskinleştirdi; hem direniş azmini hem toplumsal desteği artırdı. Medyanın dikkati çekildi. Aileleri direnişe katıldı. Destek halka halka büyüdü. Eylemi uzaktan izleyen kimi sendikalar, partiler, örgütler müdahil olmak zorunda kaldılar.

    Yani "sıkı duran" işçiler, alkışlanacak bir kararlılıkla sendikaları peşlerinden sürükledi; deyim yerindeyse "politize etti". Başbakan'ın rest çeken umursamaz tavrı ise ılımlı Türk-iş'i günden güne daha radikal bir pozisyon almaya, sonunda ("genel grev" denmese de), "bir günlük iş bırakma"ya zorladı. katılımın düşüklüğü, direnişin "siyasileşmesi"nden değil, yeterince "siyasileşememesinden" kaynaklanıyor bence...

    Eğer Başbakan'ın dediği gibi, ay sonunda olaya polis müdahale ederse, asıl "siyasileşme" orada olacaktır.

    "Politik"ti, "değil"di tartışması nafile:

    Konunun bam teli, vahşice uygulanan özelleştirme politikaları ve hükümetin çarpık sosyal adalet anlayışıdır. Kızılay'daki çadırlarda protesto edilen de, iktidarın "sosyal devlet"ten vazgeçme tercihidir. Yani konu, bal gibi ideolojik ve politiktir. işçiler, sonunda kendilerini işsiz bırakacağı aşikar olan bu sürecin başında "politik" tavır alıp tepkilerini gösterselerdi, bugün çok farklı durumda olurduk.

    http://www.milliyet.com.t....2010/1196607/default.htm
    0 ...
  16. 281.
  17. oldukça kaliteli bir wep sitesine sahip olan dürüst gazeteci.
    0 ...
  18. 280.
  19. belgeselleri ilgiyle izlenen, yazıları ilgiyle okunan bir gazeteci - yazardır. bazen fikirleri aykırı gelse de okumaya değer hissini yaşatır.
    0 ...
  20. 279.
  21. Son programının ismiyle Türkçe'yi katletmiş bir yazar.
    0 ...
  22. 278.
  23. facebookda her gün en az bir yazısı ya da şiiri paylaşılan, gözlüğü yakıştırdığım erkeklerden birisi.
    0 ...
  24. 277.
  25. an itibarıyla ntv de canlı gaste programında şemdin sakık denen teröristin itiraflarını tebessümle izleyerek beni dumur etmiş adamdır. artık benim için bir hiçtir daha doğrusu. o tebessümleri ederken bu herifin emriyle şehit edilen 33 asker hiç mi aklınızdan geçmedi can bey?
    0 ...
  26. 276.
  27. Bugün Milliyetteki köşesinde kanı bozuk terörist Şemdin Sakık'ı şerefsiz bir katil olarak değil de, romantik bir eşkiya gibi göstermeye çalışmış, herifi aklama gayreti içine girmiş. Ortalık yeterince karışık değilmiş gibi bir sakık'ın ağzından çıkan saçmalıkları tartışılmaz doğruymuş gibi yazmıştır.

    Can Dündar ya birilerinin amaçlarına hizmet ettiğinin, bu ülkeye kötülük yaptığının farkında olmayacak kadar saf ve iyi niyetli biridir, ya da haindir.

    http://www.milliyet.com.t...187781/default.htm?ver=73
    0 ...
  28. 275.
  29. "uzaklar" kitabını defalarca okuduğum adamdır.
    0 ...
  30. 274.
  31. kendisinin düşüncelerini ve siyasi duruşunu benimsemesem de saygı duyduğum, işini düzgün yapan bir insandır.
    0 ...
  32. 273.
  33. 272.
  34. yıllar önce, siyaset meydanı'nda ibrahim tatlıses'in yakasından tutup kilim gibi silkelediği kişi.
    0 ...
  35. 271.
  36. mutevazılığı ve araştırmacılığıyla kendini bu işten anlayanlara kabul ettirmiş samimi kişilik, büyük aydın.
    0 ...
  37. 270.
  38. Romantik insanlarında aldatabileceğini tüm dünyaya göstermiş yazar.
    1 ...
  39. 269.
  40. dunyanin en azili komunistlerinden biri.
    0 ...
  41. 268.
  42. kalemi oldukça güçlü, okurken adeta haz duyduğum,17 ağustos depreminden sonra kaleme aldığı yazısı ile sınırları zorlasa da his ve fikrini ifade noktasında alkışlanması gereken, atamız hakkında hazırladığı belgesel ve filimler ile dikkate ve eleştriye alınan milliyet gazetesi yazarı
    1 ...
  43. 267.
  44. ııııh çekme konusunda mehmet ali birand ın tek rakibi.
    0 ...
  45. 266.
  46. bukadar çok aşkı içiren yazılarını yazarken sevgilisinden mi yoksa aldattığı karısından mı, hangisinden esinlenerek yazdığını merak ettiğim yazar. ve bukadar iyi bir aile babasıyken, mesela oğlunun banyo saatini kaçırdığı için program teklifini rededen, ailesinden vazgeçmiş olmasını göstererek beni şaşırtan yazar.
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük