can dündar

entry1153 galeri126
    432.
  1. 433.
  2. bugünkü yazısında "devlet baba"ya seslenmiş. okunmaya ve anlamak istemeye değer, bir bölümünü aktarıyorum:

    "yasak kararınla asıl provokasyonu sen yapıyor, “bunlara dayak bile az” diyenlerle, “bir bayramı bile çok gördüler” diyenleri birbirine düşman ediyorsun.
    birbirinin çığlığını duymayan, komşusunun şehidine ağlamayan, asırlardır birlikte kutladıkları bir bayramda bile ayrı ateşler yakan bir ülke yaratıyorsun.
    kangren hale getirdiğin meselenin çözümü için silah sıkmak, operasyon yapmak, caka satmak dışında bir politikan var mı?
    yoksa ılımlı ahmet türk’e yaptığın gibi, “karşı çıkanı gaza boğup polise yumruklatır, bastırırım” diye mi düşünüyorsun?
    öyleyse korkarım yarın, çocuklarını görünce onları çok arayacaksın."
    0 ...
  3. 434.
  4. popüler olabilmek için her yolu mübah gören medya aydını.
    0 ...
  5. 435.
  6. bu adama zeytinburnunda bir dükkan açtıracaksın. sonra o pkk lılar gelsin bu adamın dükkanını bir güzel yağmalayıp birde dövsünler. sonra sorun bu adama hümanist ayağının ne olduğunu.
    1 ...
  7. 436.
  8. bugün bir arkadaşın ofisiydeydim, can dündar'da ordaydı, beraber deniz gezmiş belgeseli hazırlıyorlar.bir süre can dündar şey dedi " bir on dakika ara verelim de gazeteye bişeyler karalayıp göderim" arkadaşta benim gibi şaşırdı " on dakika mı" dedi, can gayet sakindi,sadece gülümsedi. gerçekten de on olmasa da ,on beş dakika sonra gazeteye yollayacağı yazı hazırdı. ben şaşırdım çok, çünkü okuduğum bir yazardı can dündar, okuduğumdu dedim, evet yıllar önce okurdum, şimdi değil. bu durum bana enteresan geldi, sizlerle paylaşayım dedim. yani o kadar ayılıp bayıldığımız ve yazdıklarını dikkate alıp üzerinde günlerce düşündüğümüz yazarlar aslında tabiri caizse o yazdıklarını "götleriyle" yazıyorlar. belki burda bizler yazacağımız şeyler için daha fazla düşünüyoruz,daha fazla emek veriyoruz.
    1 ...
  9. 437.
  10. facebookdaki özlü sözlerle hiç bir alakası olmayan insan.

    bir can yücel değil yani.

    onunki sadece isim benzerliği.
    1 ...
  11. 438.
  12. 439.
  13. muhteşem insan. benim içimde yeri çok büyük ve doldurulamaz. bir insan bu kadar mı huzur verici, güzel ve anlamlı yazar. o elinden kalemin hiç düşmesin.
    1 ...
  14. 440.
  15. can dündar (d. 16 haziran 1961, ankara) araştırmacı, gazeteci ve belgesel yapımcısı.
    0 ...
  16. 441.
  17. türkiye de kaç okul var?
    67 bin
    kaç hastane var?
    1220
    kaç sağlık ocağı var:
    6 bin 300
    peki kaç cami var?
    85 bin
    her 60 bin kişiye 1 hastane düşerken, 350 kişiye 1 cami düşüyor.
    peki kaç kilise var?
    270
    kaç cemevi var?
    100.

    türkiye de kaç doktor var?
    77 bin
    peki kaç din görevlisi var?
    90 bin
    türkiye de her 900 kişiye bir doktor düşerken, her 780 kişiye bir din görevlisi düşüyor.
    eğitim-sen ;e göre türkiye nin 200 bin öğretmen açığı var.

    türkiye de kaç kütüphane var?
    1435
    almanya da kaç kütüphane var?
    11 bin
    türkiye nin kaç kentinde devlet tiyatrosu var?
    13
    kaç kentte kuran kursu var?
    81
    bu kursların toplam sayısı kaç?
    3852
    * * *
    türkiye de 1 opera derneği var; 11 bale, 10 heykel, 18 resim, 18 sinema, 38 tiyatro derneği var.
    peki kaç tane cami yaptırma derneği var?
    35 bin
    * * *
    içişleri bakanlığı nın bütçesi ne kadar?
    783 trilyon
    ulaştırma bakanlığı nın?
    678 trilyon
    bayındırlık ve iskân bakanlığı nın?
    677 trilyon
    kültür ve turizm bakanlığı nın?
    632 trilyon
    sanayi ve ticaret bakanlığı nın?
    280 trilyon
    enerji ve tabii kaynaklar bakanlığı nın?
    249 trilyon
    çevre ve orman bakanlığı nın?
    404 trilyon
    sadece sünnileri temsil eden diyanet işleri başkanlığı nın bütçesi ne kadar?
    1.3 katrilyon
    8 bakanlığın bütçesi kadar
    22 üniversitenin toplam bütçesine denk
    * * *
    diyanet işleri başkanlığı bütçesinin yıldan yıla büyümesine bakalım:
    1997 de 66 trilyon.
    1998 de 119
    1999 da 180
    200 de 270
    2001 de 302
    2002 de 553
    2003 te 771
    2004 te 1 katrilyon
    2005 te 1 katrilyon
    2006 da 1,3 katrilyon
    2007 de 2.7 katrilyon

    bir ülke, diyanet’e, bütün üniversitelerine ayırdığı bütçe kadar pay ayırıyor ve bunu son bir yılda ikiye katlıyorsa, doktordan, öğretmenden fazla imam yetiştiriyorsa, hastane değil cami yaptırıyor, kütüphaneden çok kuran kursu açıyorsa, o ülkenin durup bir daha düşünmesi gerekmez mi?
    0 ...
  18. 442.
  19. kafayı türkiye'deki müslümanlara takmıştır, gitsin aşk şiirleri yazsın, köşe yazarlığı ona göre değil.
    0 ...
  20. 443.
  21. 444.
  22. "aşkın müthiş bir dönüştürme gücü var,bir telefonla,bir sözcükle dünyanın en mutlu insanı olabiliyorsun...bundan büyük sihir olabilir mi?"

    en son mayıs ayınca aşka veda adlı kitabı çıkarmıştır.

    bir röportajı da burada.
    http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/20490848.asp .

    "daha çok dilde, daha az gönülde." ne doğru demiş ama.
    0 ...
  23. 445.
  24. duygulara tercüman olandır. Kalemine sağlık diyorum...

    Aşka ve Terke Dair

    Bazen öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki, ne sevebilir, ne terk edebilirsiniz.
    Kör kütük bağlanmışsınızdır aslında...
    En güzel yıllarınızın, acı tatlı hatıralarınızın ortağıdır; iç çekişmelerinizin müsebbibi, yazılarınızın ilhamı, sohbetlerinizin konusudur.
    Gözyaşlarınızda, bilinçaltınızda, kahkahanızdadır. Korkunca saklandığınız bir sığınak, coşunca öptüğünüz bir bayrak...
    Sevdanız riyasız, çıkarsız, karşılıksızdır. Sınırsız ve nihayetsiz;
    "Ölmek var, dönmek yok"tur.

    * * *

    Lakin gün gelir anlarsınız; içten içe bir şeylerin kanadığını...
    Tutkulu sevdaların gizli hançerleri başlar parıldamaya... Şurasından, burasından eleştirmeye koyulursunuz:
    "Şöyle görünse, öyle demese, değişse biraz ya da eskisi gibi olsa..."
    Başkalarını örnek göstermeye, "Bak onlar nasıl yaşıyor" demeye başlarsınız.
    Hem birlikte yaşayıp, hem özgür olmanın yollarını ararsınız. Aşkınızın gözü kör değildir artık, yanlışını görür düzeltmek istersiniz. "Eskiden böyle miydi ya.." diye başlayan sohbetlerde açılır eleştirinin kapısı; açıldıkça, bastırılmış itirazlar yükselir bilinçaltından...
    Böyle süremeyeceğini bilirsiniz. Değişsin istersiniz.
    O, sevgisizliğinize yorar bunu... ihanete sayar. Tutkulu ilişkilerde ihanetin bedeli ölümdür.
    "Ya sev böyle ya da terket" diye gürler...

    * * *

    Bir zamanlar bir gülücüğüyle alacakaranlığı ışıtan o rüya, bir kabusa dönüşür birden... Kapatır gönlünün kapılarını, yasaklar kendini size... Hoyrattır, bakmaz yüzünüze...
    Zehir akar dilinden, konuşturmaz, suçlar, yargılar mahkum eder.
    Mühürler dudaklarınızı, yırtar atar yazdıklarınızı, siler sizi defterden...
    "iyiliğin içindi hepsi, seni sevdiğim için..." dersiniz, dinletemezsiniz. Ayrılırsanız yaşamayacağınızı bilirsiniz, lakin böyle de sevemezsiniz.
    ihanetten kırılmşıtır kaleminiz; severek, terk edersiniz...

    * * *

    "Madem öyle..."nin çağı başlar ondan sonra...
    Madem ki siz böylesine tutkunken, o hep başkalarını seçmiştir, madem ki kıymetinizi bilmemiştir, o halde "günah sizden gitmiştir".
    Lanet ederek bu karşılıksız aşka, çekip gitmeleri denersiniz.
    Aşkın göçmenlik çağı başlar böylece...
    Daha özgür olacağınız limanlara demirlerseniz bir süre... Ne var ki unutamaz, uzaktan uzağa izlersiniz olup biteni... Etrafı bir sürü uğursuzla dolmuş, kurda kuşa yem olmuştur. Deli kanlılar, eli kanlılar, uğruna ölenler, sırtına binenler sarmıştır çevresini...
    Gurur duyar onlarla, koynunda besler, gözünü oysunlar diye...
    Uğruna kan dökenleri sever, yoluna gül dökenlerden fazla...
    "Bana ne... kendi seçimi" diye omuz silkmeye çabalarsınız bir süre...
    Ama sonra... ansızın kulağımıza çalınan bir şarkı ya da kapı aralığından süzülüp gelen bir koku, hatırlatır onu yeniden...
    Yaban ellerde, başka kollarda ondan bahseder ağlarsınız. Kokusunu özlersiniz; türküsünü söylemeyi, şarkısını dinlemeyi, yemeğini yemeyi, elinden bir kadeh rakı içmeyi...
    Karşı nehrin kenarından hasret şiirleri haykırırsınız, sular kulağına fısıldasın diye...
    Dönüp "Seni hala seviyorum" diye bağırmak geçer içinizden...
    Dönemezsiniz.
    Göremedikçe bağlanır, uzaklaştıkça yakınlaşırsınız.

    * * *

    Anlarsınız ki bir çaresiz aşktır bu, ne onunla olur, ne onsuz...
    Hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu, hem "Ne olacak sonunda" kuşkusu...
    Böyle sevemezsiniz, terk de edemezsiniz.
    Sürünür gidersiniz.
    1 ...
  25. 446.
  26. can dün dar giyiyormuş, bugün bol.
    2 ...
  27. 447.
  28. 448.
  29. bugün yazısında behzet ç 'den bahsetmiş e güzelde yazmış. bizide unutmamış sağolsun uludağ sözlükten de bahsetmiş yazı almış..

    http://gundem.milliyet.co....2012/1552413/default.htm
    0 ...
  30. 449.
  31. sahte okey gibi sahte bir atatürkçüdür.. o film neydi lan öyle tayyibi mi anlattın yoksa ata'yımı karıştırdı heralde gariban. millet atatürk'ün yolunu kesip açlıktan sefaletten söz ediyormuş ulan götümle güldüm.
    0 ...
  32. 450.
  33. Otuzbeşime bastım geçen hafta...

    ilk Yarı bitti: Hayat : 1 ... Ben : 0 ...

    Ama belliydi böyle olacağı... Nicedir başlamıştı belirtiler : Yolda çocuklar "Amca şu topu atıversene" seslendiklerinde kuşkulanmışdım ilkin... Sonra saçlarımdaki beyaz teller tescilledi yarı yolun ufukda göründüğünü...

    Baktım lise fotoğrafları sararmış, sınıf arkadaşlarım yaşlanmış. Eş dost sohbetlerinde sağlık ve çocuk konuşulur olmuş... Seyehat ve aşk yerine... Gök gibi gürlemeye alışkın müzik setimin ses düğmesini kısar olmuşum, içerideki uçurtmanın ipini çekercesine...

    "Bizim zamanımızda" diye başlayan nutuklar atmaya başlamışım mezuniyet törenlerinde -Hayret! Daha dün değilmiydi benimkisi?- Yıllar yılı dudak büktüğüm "Ölümden sonra hayat masallarını"na kulak kabartmaya başlamışım gizliden gizliye...

    iple çektiğim haziranlara sırt çevirmişim... Yaşamın orta sahasına girmişim... irkilmişim...

    *

    Ruhumun ikizleri yine çekiştiriyorlar kollarımdan... Biri "Daha ne gördünki" diyor yüzünde papatyalarla "asıl şimdi başlıyor hayat!... Bundan sonrası rahat!" Lakin, "Buydu işte görüp göreceğin" diye efkarlanıyor öteki... "2. yarı geçer hızla / yaşlanırsın zamanla."

    Yaşı genç olanlar 35'e uzak durduklarını sanarak, "Sahi oldumu o kadar! Hiç göstermiyorsun" tesellisindeler... 35'le çoktan tanış olanlarsa "Hayata hoş geldin" pankartıyla karşılamadalar...

    ilk yarı sadece bir ısınmaymış meğer: Ancak ikinci yarıda anlaşılırmış tadı; hayatın... Kavganın... Aşkın... Bense şaşkın...

    Devre arası bilançolarındayım: Son dönemde, kimbilir kaç eski anıyı yaralı ele geçirdim, belleğimin derinliklerinde?... Kimbilir kaç kez kendime yakalandım, kendimden kaçarken... Ve sustum vicdan sorgularında... Aksisedamla bile dertleşmedim. Meğer ne yaman serüvenmiş hayat? Bazen yediveren gülleri gibi bereketli... Sanki hayat değil, Körfez kırizi mübarek: Bir koyup, beş alıyorsun...

    Yaşıyor, seviyor ve seviliyorsun... Bazense kıtlıkdan kırılıyor ortalık... Şaşırıp kalıyorsun... Oysa -herkes bilmezden gelsede- skoru belli oyunun. 30'larında dedeni ve neneni kaybediyorsun, 40'larında anneni ve babanı... Ve 70'inde kendini...

    *

    Şimdi devre arası / yolun yarısı... Bu güne dek ancak tanıştık hayatla... Ben O'na kendimi tanıttım... O bana kendini... Göğsüme madalya gibi dizdim hatıralarımı... (Zaferlerim onlar benim... Olgunluğumun yapı taşları...) Ve derin bir yara gibi sakladım başarılarımı... Asansör çıkarken yukarı, dönüp bakmadım aşağı... Dönmesin diye başım... Ben istikballe arkadaşım...

    *

    Ne var ki yarım herşey... Hayat da yarım, sevdalar da... Daha diyeti ödenmedi sevinçlerin... ihanetlerin hesabı sorulmadı... Nazım'ın dediği gibi "kopardım portakalı dalından/ama kabuğu soyulamadı/sevdalara doyulamadı..." "Doydum" diyen görmedim ki zaten ben... Hiç doyulmaz ki zaten... Lakin gelde zamana anlat bunu... Sahi nedir bu telaş, bu kin? Sanki ölüye can yetiştireceksin...

    *

    Baktım ki ikinci yarı kapıda... Ve hayatın ceza sahası yakın... Doldurdum bir kara kutuya 35 yılın hesabını... Acılar, sancılar bir çekmecede, sevdalar diğerinde... Bir yerde hüzünler ve korkular, bir üstte sevinçler ve kederler... Kat kat, dizi dizi dizdim kullanılmış takvimlerimi... Sabırla kapattım kutuyu, sevgiyle mühürledim ağzını... ilk yarı bilançom o benim: Yangında ilk kurtarılacak... Kazada ilk açılacak... Yarımlar tam olduğunda kara kutuyu açıp bakanlar teşhis koyacaklar halime... "Çok mutlu olmuş, fazla yüksekten uçmuş zavallı" diyecekler, ya da "Sebepsiz alçalmış... Bile bile vurmuş kendini dağlara... " Fakat kara kutu ancak bir kısmını söyleyecek hikayenin... Kalanı benimle gelecek... Dağların yamaçlarına savuracağım en mahrem hatıralarımı... Reyhanlar saklayacak sırlarımı... Skoru bir tek Ege'nin suları bilecek... Denize kavuşabilirse eğer içimdeki nehir...

    Hayat : 0 ... Ben : 1 ...
    0 ...
  34. 451.
  35. 452.
  36. Lusyen kitabının ünlü yazarı.
    1 ...
  37. 453.
  38. kadın olmak!...

    bir kadın çocuktur aslında… çocuk gibi davranmayı sever. erkeğin kendisine bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini ister.bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak sevmeli erkek kadını… ama hiç bir kadın çocuk muamelesi görmek istemez. söylediği şeyler çocukça da olsa dinlenilmesini, dikkate alınmasını ister.yani bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz; ama asla onu bir çocuk olarak görmeyeceksiniz..

    bir kadın güçlüdür aslında...

    hatta erkeklerden çok daha güçlüdür. ama bu gücünü her zaman ortaya koymasını sevmez. i̇ster ki, erkeğin gücü kendisine huzur versin. kendi kendine yapabileceği şeyleri bile erkeğin yapmasını bekler. böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir hem de erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu görecektir. ancak kadın gücünü göstermek istediğinde onu engelleyemezsiniz. yapmak istediği bir şey varsa mutlaka yapar.

    bir kadın sevgidir aslında...

    i̇çinde her zaman sevgiyi taşır. sevdiklerinden kolay ayrılamaz. sevdiklerini kolay kolay kıramaz. zor sever; ama, tam sever. bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız. belki kolayca yüreğine girebilirsiniz. ancak beyninde yer alamazsınız. her an terk edilebilirsiniz. sevmediği halde terk etmeyen kadınlar da var elbette bunun tek nedeni ise engelleyemedikleri ”acımak" duygusudur.

    bir kadın yalnızdır aslında...

    hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz. kendisine ait bir dünyası vardır ve orada hep yalnızdır. o dünyaya kimsenin girmesine izin vermez. hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz. yalnızlık onun sığınağıdır. o sığınağa ne zaman gireceğine, ne kadar kalacağına hep kendisi karar verir. sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız, onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.

    bir kadın çılgındır aslında...

    neler yapabileceğini erkek aklı hayal bile edemez. üreticiliğinin sınırı yoktur ama bunu ortaya çıkartmak için hayatının erkeğini bekler. hoyratça harcamaz üreticiliğini. sadece erkeğine saklar. bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz çok şanslısınız demektir. çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanıyor. yemek yemek, su içmek bile. bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi kendinize bardağı doldurup içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyor musunuz? anlıyorsanız ne mutlu size. anlamıyorsanız ne yazık ki yaşamıyorsunuz!

    ............bir kadını ağlatırken çok dikkat edin..!!!

    ....... çünkü allah gözyaşlarını sayar.....!!!!

    kadın;erkeğin kaburgasından yaratıldı,ayaklarından yaratılmadı..!!!

    öyle olsaydı ezilirdi......!!! üstün olsun diye başından da yaratılmadı......!!

    ama göğsünden yaratildi......

    eşit olsun diye......

    kolun biraz altında...

    korunsun diye...!!!

    kalp hizasinda, sevilsin diye..
    0 ...
  39. 454.
  40. bu ulkenin aydinlarindan.
    "aydin" deyince aklima ilk gelen bikac isimden biri.
    1 ...
  41. 455.
  42. 456.
  43. eğer ;
    onu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla o hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... onunlayken pervaneleşen yelkovanlar, onsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
    sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, ondan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
    ve o, her durduğunuz yerde duruyor,
    her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp,
    hüzünlendikçe ağlıyorsa...
    dünyanın en güzel yeri onun yaşadığı yer, en güzel kokusu
    bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
    hayat onunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü,
    onun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
    her şiirde anlatılan oysa... her filmin kahramanı o...
    her roman ondan söz ediyor, her çiçek onu açıyorsa...
    bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez
    özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
    iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
    iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
    eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O'nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın
    o olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona o diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi ona yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke o anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
    kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
    özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
    hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...
    onsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme,
    vuslat sehere denkse...
    gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
    bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep onun yüzü suyu hürmetine...
    uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
    dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı,
    bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
    her gidişte ayaklarınız "geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız,
    sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...

    ...o halde yarın sizin gününüz!..
    "çok yaşayın ve de "siz de görünüz.

    can dündar.

    başka söze gerek var mı.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük