bugün

Biriniz de yağmuru dansa kaldırsın be..
Zaman zaman mağlup olsam bile etime,
insan olmak dokunuyor haysiyetime.
(bkz: sabahattin ali)
Sana aşkı yaşatırım
Daha küçük aşklara katlanamazsın.
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl,
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garb'ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,
"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın... belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır, atanı;
Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hüdâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.
Ruhumun senden, ilâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma'bedimin göğsüne nâ-mahrem eli.
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dînin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım;
Her cerîhamdan, ilâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek Arş'a değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl;
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!
Baştan aşağı can alıcıdır her dizesi marşımızın, şiirimizin.
yansin karilarin alayi, su veren itfaiyenin hortumunu sikeyim.

neyzen tevfik-mecnun
Sıhhat istersen sakın çekme tabibin şerbetin
Mihnet ü gam derdine gayet devadır şişe çek.
Hayali
ne ben sezarım ne sen brütüssün...
ne ben sana kızarım ne zatın zahmet edip bana küssün.
artık seninle biz, düşman bile değiliz.
Bir aşkım var,
Işık hüzmesiyken gecelerimi aydınlatan.
Bir dokunuşla şairleri ağlatan...

Melankolik zorba.
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne bakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
içim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum
Atilla ilhan.
" bende tarçın sende ıhlamur kokusu
yürürüz başkentin sokaklarında

bir nehir şu tutuk konuşan cumartesi
üstünde iki yonga: çarşamba, bir de cuma

ayrılık lafları etme sevgilim
önümüz temmuz önümüz ağustos nasıl olsa

kolkola yürüyoruz tek tük öpüşüyoruz
sonra ayrılıyoruz korkuyoruz da

kimi zaman neden kalabalığın içinde duruyoruz da
kimi zaman bir köşe arıyoruz en sapa

işimiz mi yok, şu akay'a sapalım istersen
istersen garson girelim ilkyazın gazinosuna

börekçi! diye bağır istersen şurda
kısmet çıkar -sanırım- emek'te oturan kıza

abiler! abiler! diye bir şey satayım ben
mendilim kalmamış kağıt peçete yok mu çantanda?

üç peseta gibi bir paraya dondurma yemiştim
madrid'te yemiştim, ve çatılardan kanguru akıyordu
londra'da

seversin mi beni, doğru söyle ama? - sigara?
ne eflatun etin var, yanarca mı yanarca

inan selimiye'nin minareleri gibisin
her seferinde başka yoldan çıkılır nirvanaya "
Sesinde ne var biliyor musun
Uykusuz Turkce var
Isinden memnun degilsin
Bu kenti sevmiyorsun
Bir adam gazetesini katlar

Sesinde ne var biliyor musun
Eski opusler var
Banyonun buzlu cami
Birkac gun gorunmedin
Okul sarkilari var

Sesinde ne var biliyor musun
Ev daginikligi var
Ikide bir elini basina goturup
Ruzgarda dagilan yalnizligini
Duzeltiyorsun

Sesinde ne var biliyor musun
Soylemedigin sozcukler var
Kucucuk seyler belki
Ama gunun bu saatinde
Anit gibi dururlar

Sesinde ne var biliyor musun
Soyleyemedigin sozcukler var

Cemal Süreya.
"...ağzının ne kadar güzel olduğunu bilseydin,
görmeyeyim diye gözlerimi öperdin."

(bkz: yannis ritsos)
(bkz: değişmeler)
Baglanmayacaksin birseye oyle koru korune.
'ölsen ne yaparsın' diyor birisi
'her gün ne yaparsın'
tut ki avukatsın istanbul barosuna kayıtlısın
'ellerindeki ve göğsündeki çeşmeler' diyor biri
'suçsuz çıkarmıyor seni'
tut ki almanya’ya bir mektup atmışsın
'ilkinde doğrusuna raslamadım ki'
diyor birisi
dışarlarda bir omcanın dibinde
bir üzüm tanesi çürüyor azar azar
gece çürüyor
'sonrası iyi olsa ne yazar'
diyor birisi.

t.u.
yokluğun. cehennemin öbür adıdır.
üşüyorum kapama gözlerini.
öyle hüküm buyurmuşlar tanrılar divanında
ha ben sana yollanmışım ha muhammed mi'raca
---

ruhumdaki fırtınalar merih'i usandırdı
nuh'a haber eyleyin de gelsin de tufan görsün
---

gözlerinin dokunduğu her mekân memleketim
bakıver de uzamasın gurbetim esaretim
ahmed arif hasretinden prangalar eskitmiş
beni böyle eskitense prangalı hasretim

(bkz: feryad-ı isyanım)
Kalbimden kalbine yok bir kinim
Bence artık sen de herkes gibisin...
mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta
güneşin batışını seyretmek ölümdür biraz
ölümdür biraz hep aynı yatakta
aynı kadınla sevişerek sabaha varmak
kitapları hep aynı raflara sıralamak
aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz
soluk soluğa yaşamalı insan
her sabah yeni bir şeyler görebilmeli
ve cehenneme dönse de bir ömür
mutlaka bir şeyler değişmeli her gün.
roman okudum seni düşündüm

bende tarçın, sende ıhlamur kokusu
yürürüz başkentin sokaklarında

bir nehir şu tutuk konuşan cumartesi
üstünde iki yonga: çarşamba, bir de cuma

ayrılık lafları etme sevgilim
önümüz temmuz önümüz ağustos nasıl olsa

kolkola yürüyoruz tek tük öpüşüyoruz
sonra ayrılıyoruz korkuyoruz da

kimi zaman neden kalabalığın içinde duruyoruz da
kimi zaman bir köşe arıyoruz en sapa

işimiz mi yok, şu akay´a sapalım istersen
istersen garson girelim ilkyazın gazinosuna

börekçi! diye bağır istersen şurda
kısmet çıkar -sanırım- emek´te oturan kıza

abiler! abiler! diye bir şey satayım ben
mendilim kalmamış kağıt peçete yok mu çantanda?

üç peseta gibi bir paraya dondurma yemiştim
madrid´te yemiştim, ve çatılardan kanguru akıyordu
londra´da

seversin mi beni, doğru söyle ama? - sigara?
ne eflatun etin var, yanarca mı yanarca

inan selimiye´nin minareleri gibisin
her seferinde başka yoldan çıkılır nirvanaya.
Griyi de severim.
Ruhum kahverengiyse kalbim griye dönmüş.
Bu beden senin için ölmüş.
Senin, için ölmüş.
Kalbim alev, sevgin kömürmüş.
Gözüm senden başkasına körmüş.
Kalbim griye döndükçe, alev sönmüş.
Ah sevgilim kötü haber !
Kalbim seni griye gömmüş.
burakkaracam
ÖLÜ BiR ADAM


Boş bir bardağın dolu tarafını arattılar bize, meyhanelerçe boş bir bardağa dert doldurmayı öğrettiler.
Gecenin köründe ecelin önünde durmamız istendi hep,mutlu olmayı değilde mutluymuş gibi sahte bir gülümseme verdiler yüzümüze , göz altlarımız bir ölüden farksız artık.
Ellerimiz yağmurlar kadar ürkek,kalbimiz gök gürültüsü kadar şiddetli çarpar oldu.
Her son dediğimizde başa sardık, her gece ölümü bekler olduk, ölü bir adam olduk.
(bkz: Sana Ait Siyah)
(bkz: uluu)
Çay bardağında
Bırakılan dudak payı
Kadar bile
Uzak kalamam
Gözlerine

Yakın olsun isterim
Ellerime ellerin
Yanındaki beton binaya
Yaslanması gibi
Köhne bir evin

Seni bir çivi
Gibi çaktım
Çünkü beynime
Ve toplayıp
Bütün kerpetenleri
Attım denize

Sunay Akın/dudak payı
Hangi suçtan bilmem ayaklarında prangası
Kürek mahkumu gibi eğilmiş omurgası
Hazır ola durdu karşımda idam mangası
Görünmez bir yük taşıyan seratan gibiyim.
Aradan bir dörtlük bu altını üstünü okusanız daha anlamlı gelir muhtemelen ama nah yazarım bununla yetinin.
Pervane olan kendini gizler mi alevden.
Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.
Gün gelir bir gün o eski acı geri teper
umarım geri teper
Yoksa gerçekten bitmişsinizdir.