Oturduğumuz semtin bulunduğu cadde asfalt değildi, her yer topraktı. bir gün asfalt yapıldı. Dediler; " burdan artık arabalar geçecek."
Eskiden de geçerdi ama saatte 1/2 tane. O gün boyunca asfaltın nasıl yapıldığını merakla izledik kardeşimle. Caddenin karşısında da kuzenlerim. Derken bitti, adamlar gitti. Öyle sevindik ki, kardeşimle caddeye baktık araba geliyor mu diye. Sonra karşıya kuzenlerimin yanına koştuk, sarıldık, nasıl mutluyuz ilk defa caddenin karşısına geçtik diye. Nerden bilirdik bizi ilk o caddenin ayıracağını, aramıza mesafeyi ilk o caddenin koyacağını. Şimdi o cadde istanbul' un en işlek caddelerinden biri.
O zamanlar az insan vardı ama çokça huzur ve güven vardı. Her yer topraktı. Az yağmur yağsa üstümüz başımız çamur olurdu. Musluktan su akmazdı. Evlerde musluk bile yoktu. Tanker gelir suyu öyle alırdık. Zorluk vardı ama mutluluk daha fazla ve değerliydi.
Özledim; toprak olan caddeyi, çamurla oynamayı, insanların az ama sevgi dolu oluşlarını ve dahalarını...
Farkındalık yoktu, her şeyden bir haber yaşardık onu özledim.
Hasta olduğumda dışarı çıkamazdım. Bilmem kaç küsür ateşle aklım sokakta ordan oraya deli gibi koşturan oyunlar oynayan arkadaşlarımda kalırdı.
Tek derdimizin sokaklarda oradan oraya koşturmak olduğu, gözlerimi ayırmadan saatlerce izlediğim çizgifilmleri izleyip mutlu olmayı, hiçbir şey düşünmeden bir kenarda uyuyakalmayı özledim.
Oyun yapmak. Küçükken kareli defter kağıtlarına oyun yapardım zarlı piyonlu tarzda. Gerek monopoly, kızma birader türevleri, gerek zombili tuzaklı ilerlemeli, gerek yugioh, satranç, ülke savaşı gibi stratejiye dayalı, gerekse cs, nfs gibi o dönem popüler olan bilgisayar oyunlarının benzerlerini kağıda dökerdim. Mahalledeki akranlarım bayılırlardı benim hazırladığım oyunları oynamaya. Evde, sokakta, okulda toplaşır hep birlikte oynardık. Bazen de yoğun ısrar üzerine beğenilen bir oyundan birkaç tane daha yapıp arkadaşlarıma dağıtırdım.
Şimdi bir emeklilik hayalim var; bir oyun dükkanı açmak. Hem de kendi oyunlarımı tasarlayıp sergileyerek satışa sunabileceğim bir oyun dükkanı.. Bunu tüm kalbimle çok istiyorum. Umarım o günleri görebilir, taze kalan sımsıcacık çocukluk hayalimi gerçekleştirebilirim.
annemin gençliği. çok acıdır ki gün geçtikçe gözünüzün önünde yaşlanır, ama sürekli aklı sizdedir, kalbi sizledir. onunla geçiremediğiniz her bir an için vicdan azabı çeke çeke, küçüklük anılarınızı şöyle bir aklınızdan geçirirsiniz gece başınız yastıktayken. bir gün herkesin ,hatta sizin bile gidecek olmanız gerçeğini yakıştıramazsınız annenize. kabul edemezsiniz, ve her geçen gün için hem zamana hem hayata küfredersiniz keşke annem hep küçüklüğümdeki gibi kalsa diye .
amaçsızlık. o zaman da erkenden kalkardım ama sağa sola koşturmak için. ne yapılacak işler sorumluluklar vardı ne de yastığa kafayı koyduğunuzda sizi uyutmayan şeyler.
çamurun içinde oynamak. çamurdan baraj yapmak. sağlam olması için duvarın içini taş ve dallarla desteklemek. kesilmiş laminant parke parçasının altına bire bir formda uygun olarak kesilen straforu yapıştırmak ve barajın içinde biriken suda yüzdürmek.
hatta estetik gözüksün ve birazda yelkenliye benzesin diye kare formlu parke parçasının ortasına çivi çakar, o çiviye de keserek yelken şeklini verdiğim karton parçasını yapıştırıcı ile monte ederdim. parkenin köşelerine minik petek çivilerini çakardım. köşe çivilerin tam ortasına da petek çivisi çakardım. sonra bu çivilerin etrafından üç sıra ip dolar, boks pisti gibi bir görüntü yaratırdım. teknenin sınırlarını oluştururdum yani. duba gibi olurdu. baya bir yük taşıyordu. yük dediğim taş falan işte..
velhasıl; çamurun, kumun, taşın toprağın içinde oynamayı, kendi oyuncaklarımı yapmayı özledim.*