sabahları uyandığımızda annem bizi yataktan çıkartmazdı. Sobayı yakana kadar bekletir, içerisi ısınınca burnumuza kadar çekili ağır yorganın altından çıkmamıza izin verirdi. odanın camları buğu yapar aşağı doğru süzülürdü, küçücük parmaklarımızla minyatür evler yapardık camlara. Soğuk havaya karşı inadına hayallerdi bizimkiler. Ardımızdan gelen çay kokusu evi sardığında anlardık kahvaltının hazır olduğunu. Zaman yavaş işlerdi sanki şimdiki zamana göre, ağır ağır akardı. Evin büyüklerinde hep bir telaş, nereden bilebilirdik ki o telaşın zamanla bize de yerleşeceğini..
Büyüdükçe özlenen şey çocukluk değil de nedir? bulsam çocukluğumu sormaz mıyım..
naylon bebeğimin kırılan kolunun bir daha hiçbir zaman takılmayacağını bile bile takmaya uğraşmamı özlüyorum kızımın kırılan bişeye boşver atalım yenisini alırız dedikce.
ben biberonla süt içerken genelde babamın kucağında olurdum, bir yandan da sakallarıyla oynardım. küçüktük e tabi o zamanlar, bir yandan kızar, bir yandan da gülerdi babam bana. ben babamı çok özledim, eski babamı.
annenin yaptığı yumurtalı ekmek,
kağıt bebekler,
tasolar,
ramazanda sırf sahurda yemek yiyeceğim diye gece uyumamak için direndiğim o gergin saatler,
en çok babam.
tek derdi oyuncak ve oyun olan, tasasız bir bünye, her daim huzur modu.
isikli ayakkabilar.. Gece annemin o buyuk yatak odasina gider isigi kapatirdim. Ayakkabilarimi giyerdim ve disko disko yapardim. Annemin eve gelip isigi yaktiginda yerde camurlari gormesiyle bana bagirmasi yine mi disko disko demesini bile ozledim.