evet kardeşim, bir zamanlar bulaşıklar elde yıkanıyordu. sırf kendilerinin ürettiği bulaşık telleriyle 83 tabak, 71 bardak, 13 kanaviçe (bu kelimeyi kullanmaya bayılıyorum lan) daha fazla yıkandığına inanacak kadar beyinsiz olduğumuzu sanan markalar vardı. dur lan hala çıkıyorlar arada sırada. o kadar da yaşlanmadık amk. neyse eskisi kadar sık rastlanmıyor elde yıkanan tabaklara.
yine bir zamanlar güneş enerjisi lükstü. kombi desen kimsenin haberi yoktu. odunlu şofbenler gördü bizim valideler. onların da bırak mutfağa banyoya bile dosdoğru faydası yoktu. çok sıcaktı lan suyu.
işte kış günü, pederle erkek çocuklar yemeği yiyip 2 boş tabağı kaldırmadan doğru tvye koşardı. valideler suyu ısıtır, dandik deterjanla ellerinin kabarmasına rağmen iyice tabakları ovalar, sonra da o kaynar sudan ellerini çıkarıp buz gibi çeşme suyunda bulaşıkları durulardı.
tüm bulaşıkları yıkayıp durlayıp, bulaşıklığa yerleştirip sonra bankoyu ve yemek masasını temizledikten sonra derin bir oh çeker valide.
işte ızdırap da burada başlar. cart diye mutfağa gelir çocuk "anne annee salonda bardak gördüm de bitirmeden getireyim dedim ehehee". iyi bok yedin. piç seni.
bazen o bardağı da elden geçirir valide, bazen kızgınlığıyla bir iki azarlayıp tüm evde boş bardak çanak avına çıkar. bazen de daha fazla dayanamayıp ertesi güne bırakır.
pezevenk çocuğun işi bittikten sora sıra pedere gelir. "hanım çay koy". "hanım meyve getir". hanım kek mek yapmadın mı midem kazındı". "hanım ne zamandır da fındık fıstık yemiyok haaa".. tabi en sonunda dayanamaz çocuk. (bu ben oluyorum). "yeter la baba" der "bu ne amına koyim sırf ızdırapsın, sırf eziyetsin. kak git çayını kendin koy sikecem artık haaa!". sonra vurdum albayın kapıya tekmeyi "bak dedim albay senin tiyiyetini... yok bu başka hikayeydi.
velhasılı eziyettir. düşüncesizliktir. insan yeni anlıyor o kadını.