insan babanın değerini baba olunca anlarmış, anladım. daha anlamlı bir gelecek için düştük yola, ama seni son kez göremeyeceğimi hiç hesaba katmadım, aramızda hep bir mesafe vardı; hayat, zorunluluklar. baba, yüreğim kadar uzaksın, seni çok seviyorum, çok özlüyorum. nur içinde yat.
soğuk bir şubat genüydü..25 şubat 2011. bu tarihin aklıma böyle geçeceğini hayal edemezdim. biliyorum, diyaliz cihazından çok korkuyordun. daha önce bir kaç kez girmene rağmen yine de alışamamıştın. yarım saat kalmıştı maknadan çıkmana,başucundaydım hatırladın mı babacığım. elini kaldırmayasın diye elini tutuyordum. sıcacıktı ellerin. bir anda buz tutmuşum gibi oldu. soğumaya başladı ellerin. elimi ayaklarına koydum orasıda buz gibiydi. ne oldu dedim hemşirelere ses etmediler. meğer can yavaş yavaş bedenden çekilirmiş o zamanlarda. kurtar beni oğlum derken anlayamadım babam,affet beni. 13 saat seni bekledim yoğun bakımın önünde.13 yüzyıl geçti aradan sanki. baban için artık yapacak bir şey yok diyenlere bağırdım, olmaz dedim, benim babam direnecek,o savaşı kaybetmeyecek dedim. neden babam, neden? neden kaybettik biz bu savaşı. beraberce yayalaya çıkacak, kekik kokuları içinde dolaşacaktık. sen bana kızacaktın bir hata yaptığımda. gece saat birdi, son nefesinmiş meğer aldığın. çok sıcak burası diye elbiselerini çıkarırken şimdi neden buz gibi morglardasın baba. neden ben senin cesedini teşhis etmek zorunda kaldım babam. onca kardeşime,eşime dostuma ne derim ben şimdi? seni seviyorum babacım,seni çok seviyorum. mekanın cennet kabrin nur olsun.
baba dünyadayken sesimizi duymadın ama umarım şimdi malum oluyordur bu yazdıklarım sana. derdin neydi baba bizimle neydi suçumuz sana gurur ve övünç den başka ne getirmiştik. sen bize hayatı zehir ettin ama insanlar bize hep imrenerek baktılar çocuklarının her hatasında örnek olarak bizi gösterdiler. ama bir tek sana yetmedi başarılarımız terbiyemiz. aradan yıllar geçti anne oldum evlatlarımla gurur duyuyorum mükemmel oldukları için değil benim oldukları için. ve baba o otoriter tavrın karşısında o kadar savunmasız büyüdük ki yüzde bin haklı olduğum durumlarda bile sustum hep çünkü bizim kendimizi savunma hakkımız olmadı hiç. hiç öğrenmedik kendimizi savunmayı. ama şükürler olsun çocukluğumun en büyük duası kabul oldu ve sen annemden önce gittin diğer tarafa. ve canım annem senin ve gözyaşının olmadığı bir dünyada yaşıyor on üç yıldan beri. üzgünüm baba on üç yıl oldu ve ben seni hiç özlemiyorum. sadece sözlükte babasına olan sevgisini anlatanları kıskanıyorum hepsi bu.
Şimdi anladım neden bu kadar kızdığını, sen gidince omuzlarımda yük olmasın diye kızmışsın babam. Beni uyandırmalarını, sarılmalarını, öpmelerini özledim. Bana hayatı öğretmeni özledim. Geceleri seninle kahve içmeyi , sabahları kahvaltı edip gülüşmelerimizi özledim. Ben seni özledim babam. Affet beni yaptığım hataları, beni affet babam. Gözlerim senin gibidir hala merak etme. Kızarım bazen sana bırakıp gittin tek sevdiğim, tek güvendiğim, tek dostum bırakıp gittin diye kızarım. Ağlama demiştin ağlamıyorum baba ağlamaya yüzüm yok. Bazen vicdan azabımı alıp geliyorum mezarına, resimlerine bakıyorum özlüyorum ama ağlamıyorum. Unutmuyorum baba unutmayacağımda. Affet.
sen dedin ya bugün "sen benim ilk göz ağrımsın, ben seni doğmadan sevdim" sen görmeden aktı iki damla gözümden pişmanlıkla ve boğazımda bir yumruyla, biliyorum hayatımdaki karmaşalara sizi maruz bırakmam yetmiyor bir de isyanlarıma tanıksınız...ve anne sultan...hasta ettim sizi biliyorum ama seviyorum sizi be! ve tüm şımarıklığım çocukluğumdan...
sana yaşattıklarımla ömründen 10 yıl çaldım . enerjin yüzde yüz iken elliye kadar indirdim*.yaptığım herşeyi sineye çektiğin için teşekkürler baba.bana canım kızım demeyi hiç bırakma..
seçimlerim seninkilerle aynı olmadı belki, çok isterdin biliyorum ama yüzünü kara çıkarmadım bende, sende herşeye rağmen hep yanımdaydın sadece bunun için bile sağol babaların bitanesi. biliyorum gösteremiyorsun sevgini, biliyorum yapın bu, biliyorum hakkımdaki kaygılarını da, sevgi sözcüklerini de hep anneme söylüyorsun bana iletsin diye, biliyorum sana sarılıp, öptüğümde ailenden görmediğin şeyi bana gösteremediğin için utanıyorsun, kızarıyorsun, içinden öyle büyük seviyorsun ki boşver gösteremediğin dert etme artık biliyorum hemde çok iyi ve buna inat ben seni sevdiğimi hep göstericem baba, sesini duymadığım günlerde ben sesimi duyurucam sana, sana söz sana layık bir evlat olmaya devam edeceğim, sende benimle gurur duymaya devam edeceksin...iyi ki varsın iyi ki babamsın.
dinle peder,
onca pislikler arasında, uyuşturucu, sigara, alkol, çeteleşme vs., hala temizimdir. ne sigara ne de uyuşturucu veya her hangi kötü bir şey kullanırım.
büyüklerime her daim saygılıyımdır. okulum ise bir çok kişinin gitmek istediği okuldur. notlarım da kötü değildir.
onu bunu bırak bir kere bile sözüne inkar etmemişimdir.
dediklerinizi her zaman yapmışımdır.
peki niye bunları göz önünde bulundurmuyorsun? niye her zaman bir azarlama bir aşağılama var? niye her defasında ben bok oluyorum. niye ben her defasında işe yaramaz oluyorum.
gün gelicek peder, bana muhtaç olucaksın. kapıma dayanıcaksın. merak etme kapım her zaman açık oluckatır.
biz birbirimize çok benziyoruz. ikimiz de sinirliyiz, ikimiz de hoşumuza gitmeyene itiraz ederiz, denemekten korkarız, bağırırız, çağırırız, sonucunun ne olacağını düşünmeden hareket ederiz. bu yüzden hiç anlaşamayız. aynı kutuplar iter ya birbirini o olay işte. aynı şeyi senin de yapmana rağmen o şeyi ben yaptığımda demediğini bırakmazsın. kalbimi kırarsın, ama kırdığını hiç anlamazsın. benim kalbimin taştan olduğunu sanırsın, ama senin kalbin camdandır, hemen her şeye kırılıverir. benden çok şey istersin, o kadar yükü taşıyamayacağımı bilirsin. başarısızlıklarımdan mutlu olduğunu, bir şeyi yapamadığım an beni kötülemenin, bağırmanın, çağırmanın hoşuna gittiğini düşünüyorum bazen. olmuyor işte. kapasitem belli. ben buyum. böyle kabul etmeyi denesen beni, her şey çok kolay ve güzel olacak.
sana bağırmamı istemezsin. ama sen dedeme, babaanneme sürekli bağırırsın. hatta küfredersin. ben de sana çekmişim işte. sinirli, huysuz, küfürbaz. hiç seni mutlu edemedim baba. çünkü sen hiç benim mutluluğumu paylaşmadın. beni hiç takdir etmedin, hep daha fazlasını istedin. yapamayacağımı bile bile. çünkü ancak ben yapamadığımda sevindirirdim seni. ben tek çocuk olsaydım yaptıkların bu kadar zoruma gitmezdi. kardeşime benim tam tersime davranman bu kadar yakıyor canımı. yani onu ayırman. bu tamamen değersizmişim gibi hissettiriyor.
her şeye rağmen sen benim babamsın. hep yanımda olman dileğiyle. seni çok ama çok seviyorum. ne kadar belli etmesem de.
babam,
beni bıraktığın gibi değilim. ne doğru, ne yanlış hiçbir şekilde mantıklı kararlar veremiyorum. her zaman kendimi mi kandırdım acaba? aptalca şeylere kapılıyorum. çıkış yolum yok. çünkü sen yoksun. sakın kızma bana 4 aydır mezarına gelmiyorum diye. seni orada düşünmek, o toprağın altında olduğunu düşünmek, kafayı yemem, çıldırmamın başlangıçları oluyor. içim parça parça. her duygum savaşta. ağlayacak, içimi boşaltacak duygum bile kalmadı. hissizleşiyorum. ben kaybediyorum. her gece alnımdan öpüp 'melek kızım' derken her şey ne kadar güzel idi. güvenirdim kendime, hayata. çünkü o öpücük varya kahramanımın her zaman yanımda olacağını hatırlatırdı. şimdi? şimdi hiçliğe doğru gidiyorum. kendime kızışım, korkularım, umutsuzluğum, karamsarlıklarım sensizliğin dışa vurumu. küçükken ölmenden korkup geceleri yanıma çağırırdım. sabahlara kadar ellerimi bırakmazdın. ağlardım. sabah uyandığım da yanımda görünce inanmazdım öleceğine, çok uzak bir ihtimal gibi gelirdi. içime dolan huzuru, mutluluğu, güveni arıyorum baba'm. senden başka kimde bulabilirim? hiç kimse de. ben iyi değilim. senden başka kimsenin sözleri iyi gelmez bana. sadece geliyormuş gibi olur. konuşamıyorum. yapamıyorum. hiç bir derdimi umursamayacak kadar kendi içimde kayboldum. hepsi çözümsüz gözüküyor çünkü. düşüncelerime, kendime bakıyorum bomboş. davranışlarım, sözlerim, bakışlarım gibi...
kollarının arasına alıp havada uçurduğun da hissettiğim tek şey mutluluktu.
gelsene baba, yine hissedeceğim tek şey mutluluk olsun. sıcacık ellerin olsun. sen ol.
ne yapayım baba'm şimdi? sen söyle. "melek kızın" olmaya devam etmeye mi çalışayım yoksa böyle mi devam edeyim? cevabını biliyorum ama ben böyle davranmaya devam edeceğim. ilk defa seni dinlemeyeceğim. çünkü sen yoksan "melek kızın" olmanın da bir anlamı yok.
hastalığını öğrendiğin de bir deftere yazmaya başlamıştın ya. hiç okutmazdın. ilk sayfasına "zulmün önünde dimdik tut onurunu, sevginin önünde eğil kızım." yazmışsın ataol behramoğlu'ndan alıp. hah işte ben onu denemeye çalışıyorum. senden kalan tek somut cümlem o çünkü.
ulan adam.kör olsaydım da yazmasaydım bunu.dua et canından bir parçayım da yaşıyorsun.
ne sik istedinde apartmanların varken kumar oynadın annemi terkedip?bizler aç yatarken rus hatunlarla sikişmenin asıl amacı neydi be adam ?ya olm soyadını taşıyordum.çocuktum.ben senin tek oğlundum lan.nasıl bıraktın beni sensiz ?ben aç yatarken amcamın oğullarına oyuncak arabalar alırken hiç mi için sızlamadı ?şimdi elime bakıyorsun.belki para gönderir falan.yazdığım klavye girsin sana baba.çükümün kıllarını dahi alamazsın benden.içki içme birde kıçının kılları ağardı hâlâ içiyorsun amk.
babamı bir farklı sevdim, kız çocukları babaya düşkün derler, belki budur sebep.
babamı bir farklı sevdim, çünkü çoğu konuda aynıydık, aynı düşünen, aynı duyguları paylaşan iki insan.
ikimizde komiktik, ikimizde inatçı, ikimizde kinci ama bir o kadar duygusal.
bu yüzden, babamın bir bakışı yeterdi benim için, o bakış beni durdurmaya yeterdi.
benim ise suskunluğum çıldırtırdı onu.
ama aramızdaki çekim ne kadar büyük olsa da bir kere bile oturup babamla öyle günümün nasıl geçtiğinin muhabbetini yapmazdım.
bir gün annemle kavga etmiştim, kanlı bıçaklı.
aldı karşısına konuştu, gözlerime baktı:
- kızım, annen lan o senin!
- beni deli ediyor, hele o mimikleri yok mu!
- olsun, annedir o, candır. ben hiç aldatmadım anneni..
- gerçekten mi?
- evet, çok sevdim, 2 sene koştum peşinden. o kadar güzeldi ki...
- senin de altta kalır yanın yokmuş.
- e yakışıklıydık tabi!
- hala öylesin.
- bir gün ikimizden birine bir şey olursa, bana olsun tamam mı kızım?
- baba, şu an saçmalıyorsun!
- çünkü ben size bakamam. ben sizi bu yaşa kadar büyüttüm ettim, ama o kadının üzerinizdeki emeği benimki kadar olamaz. üzme o kadını, ben size bakamam, beceremem ama o bakar.
- baba..
- evin direği o, benden çok o...
gözlerinden ilk yaşı düşürdüğü an, o andı babamın. elimin tersi ile yaşlarını silip, baba seni çok seviyorum diye boynuna atlamak istedim, ama yapamadım. ben hiç karşısına geçip, ona onu ne kadar çok sevdiğimi söyleyemedim, sadece sarılırdım, o anlardı. öyle bir sarılırdım ki, içime sokacak gibi olurdu, bakardım gözlerine. o onu sevdiğimi anlardı.
evin direği, annemdi evet. babamın alkole olan zaafı otoriteyi anneme vermişti uzun yıllar önce. bir ben bilirdim, annem kanepede sızmışken, babam eve geldiği zaman, yere yığılacak gibiyken, kolunun altına girip, yatağına yatırdığımı, banyoda elini yüzünü yıkarken yere düştüğünü, o kilolu adamı sürükleyerek yatağına götürdüğümü, ben bilirdim. babamla aramızdaki bağ farklı oldu her zaman.
bir gün ben çok küçükken, bir kere vurdu ablama, bir kere!
nasıl da oturmuştu içime, gözümdeki baba figürünü nasıl da zedelemişti, ama ruh ikizimdi sanki. karşısına oturduğumda, gözlerini görmeliydiniz, kalbi ağlıyordu, bin parça olmuş kalbi, o sigarayı içerken elleri nasıl da titriyordu. kolay değildi; bu devirde iki kız çocuğu yetiştirmek, hiç kolay değildi.
bir başka adamdı benim babam. o sert görünüşün altında şemsiyeye şemşiye diyen adamdı. hastalandığımda başımdan ayrılmayan adam, gözlerim kapalı bilirim her saat başı kalkıp bana baktığını, ateşime bakıp, üstümü örttüğünü. işteyken günde 30 defa arayıp bir şey lazım mı diye soran ama asıl nasıl olduğumu merak eden adamdı benim babam.
küçükken rakının sonuna serçe parmağını batırıp bana emdiren adamdı babam, eve geldiğinde o kazakları rakı kokardı. hiç parfümünü bilmezdim babamın, onun parfümü rakı ve sigara kokusuydu. ve yakışırdı tenine. yakışırdı baba. küçükken saçlarımı kuruturdun hatırlıyor musun baba? önüne otururdum, sen kurutup tarardın birbirine girmiş saçlarımı.
ben hiç sevmezdim taramayı, sen tarardın, canım acırdı, olmaz böyle taranmalı bu saçlar derdin.
baba, saçlarımın arasında hala parmak izlerin...
ben hala taramıyorum o saçları. küfür nedir senden öğrendim ben baba. küfür bu kadar mı yakışır bir adamın ağzına...
yakışıyordu, o bıyıklarının altından çıkan o argo kelimeler gülümsetiyordu beni.
ben küfür etmeyi senden öğrendim baba.
bana da yakışıyor senin gibi bilir misin..
yıllar geçti..
sessiz ve sensiz hala bu şehir.
son bir isteğim var senden..
bana yine masal anlatır mısın baba?
bazen çok asi bazen de merhametli. bazen şiddetiyle ağacı yerinden sökecek kadar öfkeli bazen de şefkatli.
ne durumda olursa olsun değişmeyen tek gerçektir. babadır. baba candır...
biliyorum bu imkansız; ama bana yıllarımı geri verebilsen diyorum. geri gelebilsem diyorum...
bizim ilişkimiz galiba ben 23 nisanda şarkı söyleyeceğim zaman bana aldığın pileli etekle başladı. öncesi varsa da ben hatırlamıyorum kusura bakma. benim payıma hiç düşmezdin sen, hatırladıklarım hep yakın geçmişten.
ama, o eteği unutmuyorum neden biliyor musun? kızkardeşinin çocuklarının babalarını kaybettiği günlere tesadüf etmişti çocukluğum. kardeş çocuklarını sevmene imrenerek bakardım. dört çocuk, hepsini güle oynaya sevmen, şakaların, hatta sarılman ya sarılman... o eteği hiç unutmuyorum; çünkü varlığımdan haberin var mıydı onu bile bilmediğim zamanlarda ben büyümüş büyümüş küçülmüş bir çocuktum. hani kenara çekip özalla ilgili düşüncelerini sorsan seninle muhabbete tutuşacak raddede. bilir miydin sen bunu?
bir gün adımı çağırdın, koştum sana; sana koşmalardaki hep aynı korkuyla. "şöyle kareli, kırmızı kahverengi çizgili, pileli bir eteğin olsa sevinir miydin?" dedin. sustum ben. koca gözlerimle seni bu kadar yakından seyretmenin büyüsüne kapılmıştım çünkü. çünkü, boyuma varıncaya kadar diz çökmüştün; çünkü bir elin arkandaydı öbür elinle beni sarmıştın. bir çocuktan bu kadar mı esirgenirdi bir dokunuş...
ve o siyah paketi uzattın, aldım kaçtım içeri hemen. bu temas gerçek miydi diye düşünmek ve eteğimi doyasıya kucaklamak için. o eteği nasıl özenle nasıl hevesle nasıl dikkatle giydim. en güzel günlerimi seçtim hep giymek için, hep en güzel günlerimi...
işte hepsi bu. sen savaşına döndün ben büyümeme baktım. dört yeğen, dokuz çocuk. ben sekiz numero, bana gelene kadar takatin mi kalırdı sanki sevgiye şefkate ilgiye... sana deli gibi benziyor olmamla bunun bir ilgisi var mı dersin??? olabilir mi?
benimki gibi bir anneye ettiklerini konuşmak bile istemiyorum. biz kaçtık, parmağımız türkiye haritasında nereye rast geldiyse kaçtık gittik; o kaçamadı, kaçmadı. yok hayır zalim değildin, bencildin sadece. sen bencilsin. bencilsin. bencilsin işte açıp sözlük okuyacak halin yok ya.
bencilsin baba.
yalnız senin sıkıntıların senin kavgan senin acıların senin uğradığın haksızlıklar senin senin senin!
kızın, o koca ilde kompozisyon yarışması birincisi olduğunu öğrendiği gece, bunun olacağını çok iyi bildiği o gece, neden dersin ödülünü başkaları aldı onun yerine? neden eve başarılarını takdir etmeye ve sana "böyle bir evlat yetiştirdiğin için teşekkür etmeye gelen" öğretmenleri gidene kadar yoktun evde? ve gelir gelmez haykırdın bir daha gelmesinler diye neden.
açıp bunu okuyacak halin yok ya, sen yaptın baba. bizi çökerten bu kaderleri ellerinle sen inşa ettin. en kıymetli ve en temiz bizken en adi en ucuz ettin bizi. biz, kendimizi sevemedik ki başkaları sevsin güldürme beni. şimdi nerden çıktı bunları yazmak bilmiyorum tek bildiğim mutluluk veren ne yaşadıysam zehir gibi acısını vurdun yüzüme. şu yaşımdayım saçlarımda ellerinin gezdiğini hatırlamıyorum. ben tv izlerken sen koltukta otururken evet değmişti ellerin saçlarıma siyasi bir sürgün gibi kaçakça...
o sayılmaz be baba.
o sayılmaz babam be. insan kuzeninden nefret eder mi hem de babası onun saçlarını okşadı onunla şakalaştı diye? ben ne nefretler ettim bilir misin sen bunu? en son, nasıl olursa olsun kaçmak için darı taneleri gibi saçıldık memleketin dört yanına. ne hatalarda bozulduk ne yanlışlarda ezildik. yine bizi suçladın sen. of babam...
dağ gibi birikti içimizde sevgimiz. köyün en şair ruhlu en hassas çocukları seninkilerdi hep, en kavgacı olanları en hırçın olanları da...
aşık olunmayı bile öğrenemedik adamakıllı. sevilecek neyimiz var da sevsin mantığıydı bizimki. sevmedik mi?
taşlara çarpa çarpa bembeyaz köpüğünü bırakmaksızın özgürlüğe akan bir şelale gibi. çılgın. dizginlenemeyen atlara benzeyerek dört nala, inatla inançla insanca.
boş laf bunlar; ama açıp okuyacak halin yok ya. bana yıllarımı geri verebilsen diyorum, geri gelebilsem diyorum.
beni bundan başka türlü, daha sakin daha dingin, sevgiye daha doygun...
kızın gibi değil; nazın gibi büyütsen diyorum.
ellerin saçlarımda gezinirken, uyutsan diyorum...
olur ya bazen baba, ulaşamayız birbirimize hani.. çok küçük bir an, çok çok küçük. yüzüne bakıyorum bağırırken. ifadeler görüyorum orda. birden çok fazla. tedirgin, kederli, kırgın belki de kızgın. ağzından yere dökülen iki kelime değil canımı acıtan. soruyorum kendime. artık hep soruyorum. biz daha kendimizi gerçekleştiremedik mi baba? hani sen geçmişinden arta kalan bir yorgun. soruları o kocaman ellerinde kalmış.. yıllarca yumruğunu sıkmış ve hiç açmamış. öyle diyordun o akşam bana. biliyorum. bense gülmekle yetinmiştim. akıl erdiremezdim sana. senden küçük avuçlarımda bu kadar soru varken ve yumruğumu bir türlü sıkamazken.. günler geçti. biraz daha farkına varıyorum sanırım. parmaklarım kapanır gibi oluyor. büyüyoruz işte. özlüyorum seni.
seni seviyorum baba.
babacım o mantarlar benden değerli mi yahu! değil ben biliyorum.
şu hayatta kokusuna dayanamadığım tek şey, mantarı sote yaparken etrafa saçılan koku abi. pizzada belki yerim, ama kokusuna dayanamıyorum.
her ne kadar sabahtan beri tatlı-sert o mantarları benim olmadığım bi gün yaparsın desem de, buzdolabı bozulduğundan ve mantarların bozulma ihtimaline karşı mutfağa geçmişsin. nerden anladım. hemen söyliim, nispeten düşünceli davranıp kapıyı kapamışsın, ama bilmiyorsun ki mutfak penceresindeki havalandırmayla benim odamın penceresi yan yana! ve pencerem sonuna kadar açık. sen koku gel, olduğu gibi odaya sin.
ben bu yazıyı yazarken sen muhtemelen yan tarafta mantarları üçer beşer götürüyorsun. ben oda spreyi + mantar kokusu eşliğinde dumur oluyorum. hayır sevmediğin bişey olsa ben onu haftada 8 gün pişircem, anlayacaksın beni de... *
başka hiçbir şeyde senin bana aldığın o çikolataların tadını alamayacağım ,
hiçbir zaman araba kullanana karşı sana duyduğum güveni duyamayacağım ,
hiçbir şey beni senin şakaların ve mutlu halin kadar sevindirmeyecek , gülümsetemeyecek,
hiçbir şeyde bize her sabah kalkıp hazırladığın kahvaltıların keyfini bulamayacağım ,
hiçkimsede senin sabrını ve bize olan ilgini göremeyeceğim. iyi ki varsın.