birini sevmek hemde çok sevmek kaybetme korkusu nedir, ne değildir acımadan öğretir insana. siz sevdikçe, bağlandıkça o korku günden güne artar ve sonucunda o kadar paranoyaklaşır ki insan ilk önce kendini siler, daha sonra çevreyi siler vazgeçer her şeyden yeter ki o elimi bırakmasın, yeter ki hayatımdan ayrılmasın diye.. fakat olmaz, yapamaz ne kendisi ne de onu bırakmasını istemediği, deliler gibi sevdiği kişi. sonunda ayrılık gelir bir gün kapıyı çalar ve engel olacak hiç bir şey yoktur ortada kaldı ki engel olmak bile istenmez, yürek elvermez. artık o yürek yorulmuş, aklı türlü oyunlara kurban olmuş derken bırakır kendini zamana ve kişi inanır artık kaybetme korkusu kaybettiriyormuş, kendi hayatı, mutluluğu, huzuru için hiç kimseyi çok sevmemek gerekiyormuş..
yüreğin daha da büyümesi, mucizelere tanık olmana sebep olan durumdur.
sıla'nın da dediği gibi;
"aynı başlıyor ve bitiyor ve iki kişiden biri vaz geçiyor ve biri hep daha çok... çok seviyor be!"
en sade haliyle üstteki cümle gibidir aşk. mutlak bu durum yaşanır. ayrılmasan da, evlensen de, herşey, herkes değişir.
çok sevmek büyük bir yüktür ve yalnız kaldığında bütün güzel şeyleri hatırlamak ya da birlikteyken sevgiliyi eskisi gibi bulamamak, davranışlarının kötü yönde değiştiğini görmek de tüm bu "iyi yükleri" daha da ağırlaştırır.
onun için ondan vazgeçebilmektir. evet, birini çok seviyorsan eğer bunu yapmalısındır. sen yokmuşsun gibi davranmasına dayanabilmektir. her şeye rağmen içinde ona dair bir şeyler bulundurabilmektir. sana her ne yaparsa yapsın, ondan vazgeçmemektir.
soz konusu kız-erkek ili$kisiyse, hangi taraf olursa olsun sonu pi$manlıktır. cunku gercek sevgi kar$ılıklı ve iki taraf icinde dengeli olandır ki yasadıgımız hayatın bile adaletli bir dengesi vardır. *
-birini çok sevmek,sinan
birini çok sevmek, işte bu uzmanlık dalına yelken açmak gibidir. sevilen kişinin her lafına, her jestine, yürüyüşüne bile anlamlar yüklenir. her gün bakkal amca size merhaba derken aklınızdan bir kez olsun bile "acaba bakkal amca da beni seviyor mu" sorusu geçmez iken, sevdiğiniz kişinin "merhaba"sına dair on sayfalık hikaye yazacak duruma gelinir. sevdiğiniz kişinin "nasılsın" sorusu, arkadaş ortamlarında iki saat boyunca anlatılıp, eni sonunda sevilen kişinin bununla bir mesaj verdiği tesbitine varılır. öyle bir hal almıştır ki durum sanki sevilen kişi bir dahi, ince ve küçük şeylerden çok anlamlı mesajlar veren ve sürekli de bu şekilde düşünebilen bir kişiymiş gibi düşünülür.
manyakça bişeydir. birini çok sevince, onu cidden çok sevince ve daha çoku olmayınca akıl karışmaya başlayabiliyor. tanımadığımız bir duygu olduğu için, vücutta bağışıklık olmadığı için düşünmeye ve hatta boş şeyler üretmeye başlıyoruz. acaba sevgi bu değil mi, ben sevdiğimi sanıyorum da aslında sevmiyor muyum? çok sevmek o kadar da iyi birşey değil sonuç olarak.