zaman ve mekan çekimleri enfesti..
filmin girişi ve 3 aracın gelişi çok güzeldi...
filmin sonunda doktor un tavrını kendimce sorguladım ve filmin belli noklatalarını tekrar izledim.
kahvede ölen adamı evelsi gece gördüklerini söyledikleri halde canlı gömüldüğünü söylemedi doktor.
bu beni derinden etkiledi ve otopsinin ne kadar mühim birşey olduğunu anlattı.
çok uzun yazasım var.
belki daha sonra...
henüz tam sindiremedim çünkü.
durağan, düşündüren, bir de ece temelkuran'dan dinleyince insana daha bi hoş gelen, bir nuri bilge ceylan filmdir. Bir film ancak bu kadar durağan olabilir, durağan bir filmde daha fazla beğenilemezdi.
Sahi, savcının yüzündeki izleri dinlemedik ya?
garip bir (bkz: nuri bilge ceylan) filmidir. bir cinayetle ilgilenen savcı, doktor ve bir komiser filmi götürmektedirler. acayip de bir sonu var filmin. sakin bir gece için önerilebilir...
--spoiler--
filmlerle arası iyi olmayan birisi olarak zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım filmdir.
yazılanlardan okuduğum kadarıyla, filmden çıkan arkadaşlar; "ivedik 4 daha çıkmadı, az bekleyin. ona gidersiniz."
filmdeki sahneler uzun ama olaylar da hemen kendini göstermiyor zaten. oyunculuk süper. görüntü süper.
detaylar.. en çok bunu sevdim. sanki anadoludaymış hissi veriyor. adeta yaşıyorsunuz.
gerçi sitemim var, yılmaz erdoğan çok yaşlı gözüküyor.
son sözüm savcıya.savcı ah savcı.. hiçbir kadın unutmaz. sadece unutmuş gibi yapar.
kısaca, temiz iş olmuş.
--spoiler--
bana yıllardır yaşamadığım bir duyguyu yaşatmış filmdir. eskiden tunceli'den istanbula giderken gece vakti çorum bozkırlarından geçerdik. ben tunceli'de dağlarda doğmuş büyümüş ve istanbul'da büyük yapıların arasında yaşayan biri olarak bozkıra yabancıydım. gece vakti bozkıra bakınca rahatsız olurdum. çıplak gibi hissederdim. sinema salonunda da aynı hissi yaşadım.
son derece başarılı oyunculuklar olan benim için özel bir bölümde yer alan türk filmi. arada bi yerde ıslık duyuluyor bu kadar mı içli çalınır resmen dağladı.
Iste budur dedirten, oyunculuklarin, yönetmenin, senaryonun konustugu filmdir. özellikle ercan kesal, yilmaz erdogan ve taner birsel muhtesem. ayrica taner birsel ve cem yilmaz arasindaki benzerligi de görmeme neden olan filmdir.
nuri bilge ceylan'ın yine tablo tadında görüntülerle gönlümüze dokunduğu filmi. sırf bu görüntüler için bile ödülü hak etmiş diyebiliriz. oyuculuklar için yorum yapmaya zaten gerek yok. aman aman bir konusu olmasa da konunun işleyişi, işlenişi ve filmin ilerleyişi övgüyü gerçekten hak ediyor.
--last exit before spoiler--
filmdeki herkesin tek bir ortak noktası olmasına rağmen savcının içini kemirip duran acısı ve bunu doktora anlatırken aslında kendini aklama çabası ve artık dayanamadığı kaybının ağırlığıyla gizliden gizliye içini dökmesi insanı duygulandırıyor doğrusu. manda yoğurdu muhabbeti ise filme ayrı bir renk katmış. köyde muhtarın sıkıntıları anlatırken takındığı tavır ve insanların otaya gelmelerinden duyduğu duygunun memnuniyet mi yoksa rahatsızlık mı olduğu merakı insanın kafasını karıştırıyor. "hiç gelmiyorsunuz" tadında savcıya attığı taşlar ise gayet manidardı. filmin nihayetinde otopsici adamın doktora sayıp döktüğü eksiklikler ve sıkıntılar ise pastanın kreması olmuş.
--spoiler finished--
nuri bilge ceylan'ın izlediğim ilk filmi olsa da hoşuma sardı. daha önceki filmlerini de bakarım artık.
konusu olmadığı için finali de olmayan film. film bitince hassiktir çekenlerin daha sonra entelektüel görünmek için övmesi çok aşağılıkça... bu adamın filmleri görüntü yönetmenliği yüzünden ödül alıyor. zaten kendisi de genel yönetmen değil görüntü yönetmeni. taşralı bir sinemacı için bu bile büyük bir başarı.
nuri bilge ceylan'ın en iyi filmi. 'koy bi ekşın filmde izleyek' zihniyetindeki adamları anlatan film aslında ve o yüzden bu tip adamlar bu filmi beğenmezler, beğenmedikleri içinde çok başarılıdır bu film. her karakterin ayrı bir hikayesi ve derinliği var. bu adamların hikayesini anlamak için illa görmek gerekmez.
savcı'nın hikayesi belli. karısını aldatmış ve karısı intihar etmiş. doktora bizim bir arkadaş diye anlatıyor fakat doktor doğru söyleye söyleye savcının yarasını deşiveriyor.
polis'in oğlu belli ki otistik, poliste evden kaçmak için mesai yapıyor.
arap ali tam beleşçi, teyze bazlama ver diyor, aşırdığı kavunları cesedin yanına koyuyor ve hanımının köyünü sevmiyor.
muhtar zaten bambaşka tam muhtar. ayrıca da filmin senaristlerinden biriymiş.
finalden sonra en çarpıcısı ise koyu bilal'in muhtarın melek gibi kızından çay uzanırken uzun uzun bakması ve ağlaması, daha da hayatı boyunca göremeyecek öyle kız. ve kızın yarattığı seks gerilimi müthiş.
ama en çarpıcısı ise final. koyu bilal elemanı canlı canlı gömmüş şerefsiz.
bu ülkede yaşamaktan şikayet ettiğim zamanlarda nuri bilge ceylan, zeki demirkubuz, özcan alper başta olmak üzere güzel insanların güzel ve bir o kadar bizden olan yapıtları geleceğe dair umutsuzluğumu bir nebze olsun alır götürürler. işte böyle bir filmdir bir zamanlar anadolu'da. yaklaşık üç saat koltuğa oturup gerçeklerle, yaşadığımız kara mizahın zekice aktarılmasına tanık olursunuz. açıkçası bu kadar güzel olacağını tahmin etmemiştim. sinemada izlenmesini tavsiye ederim.
anadolu : en değer vermediğimiz ama elimizde kalan tek toprak parçası.
nuri bilge ceylan' ın anlattığı anadolu ve hikayesi film denemeyecek kadar gerçekçi, belgesel denemeyecek kadar sanatsal.
bu mezarlık muamelesi yapılmış ve halen yapılan güzel toprakların kaderini değiştirme yönünde bir katkıdır bir zamanlar anadolu' da. bu kaderin değişmesi için daha çok nuri bilge lazım bu memlekete.
sevdiğim bir sanat eserini genellikle 'bir derdi olan ...' diye tanımlarım. ama bu tanım bile sığ kalır söz konusu film için.
iki buçuk saat yine bulunduğum noktadan uzaklaştım, evet biz fizikçiler henüz ışınlanmayı bulamadık ama ben nuri bilge'nin filmleriyle hep nerede olduğumu unuturum.
bu filmi ile nuri bilge izleyenlerine harika sorular hediye etmiştir, ki ben karşılaşırsam bizzat sorup izleri aydınlatıcam yazarcanlar.
-savcı nusret'in suratındaki yara izi neden oldu?
-doktor cemal neden eşinden ayrıldı?
-komiser naci'nin oğlu otizim hastası mı, hastalığı nedir?
filme gelince, çok ifade verdim diyemem, lakin babam çok ifade alır ve yazdırırken yanında bulundum, birden çocukluğuma gittim, yine babam şark görevinde iken bindiğim o muhteşem esnek koltuklu toros'lar aklıma geldi, evet arabanın içinde kenan'ın yanında ben de oturuyordum filmi izlerken.
nuri bilge hiç bir zaman tribünlere oynayan bir yönetmen olmadı, zaten biz millet olarak onun filmleri pek izleyemeyiz, tuhafız biraz, bir kadın beş erkeğe vermeden ve ya beş erkek bir kadına binmeden izlediğimiz sarmaz bizi. ama birazcık görüntü, yansıma ve sese ilginiz varsa kendi hayatınız için yeni bi'başlangıç yapın, bir zamanlar anadolu'da filmine biraz vakit ayırın.
bir kere izleyip yeterince sindirebilen birisi için ikinci kez izlemek olanaksız gözüküyor. aslında bu filmi sinemadan başka bir platforma izlemek başlı başına pek akıl karı gibi gözükmüyor. hem izleyen hem de film açısından. başarılı bir yapıt olması son derece uzun olduğu gerçeğini değiştirmez. bir kez kasıp izleyin, ilerde rahat edersiniz.
yönetmen erkek karakterler üzerinden filmi çekmiş çekmesine ya, filmdeki her erkeğin kendi gerçeği de kadınlara dair olaylar ile şekilleniyor.
filmi izlediğimiz/algıladığımız gözler doktora ait. ilkin doktordan başlarsak o deniz kenarındaki kentte çocukluğu geçen kişinin ne hayalleri vardı yaşama dair ama 'bu memlekette ne yaparsan yap sen de trajedinin/hastalıklı sistemin bir parçası olmaktan kaçamazsın' gerçeğini doktor ile çok iyi yüzümüze çarpmış yönetmen. güzel eşinden ayrılmış olan doktorun neden ayrıldığına dair hiçbir bilgi olmamasına karşın, aklımıza hemen bozkır hayatının/insanının zorlukları geliyor. kimi bu göz yaşartan ayaza direniyor gerçek kimliğini kaybetmek uğruna kimi de gerçeği görmezden gelerek kaçabileceğini sanıyor kendi saklı cennetine. o gerçek ise doktorun da dediği gibi gidecek/kaçacak bir cennetin olmaması. türkiye de aşağı yukarı aynı hayatları yaşıyoruz çünkü.
savcıyı ele alacak olursak, eşini aldatan savcı olayı anlatırken öyle kendinden emin ki 'yok yahu önemli bir şey değildi, küçük bir kaçamaktı' minvalinde 'zaten kadın da hemen affetti, unuttular olayı' falan filan. 'o müthiş güzellikteki' aldatılan kadının intikamı da müthiş güzellikte zira savcıyı mahvettiği gözlerinden/bakışlarından anlaşılıyor, kendi söylemini bir yana bırakırsak.
komiserin olayına ise kadın ve dolayısıyla çocuk üzerinden bakmak gerek. muhtemelen hasta ya da özürlü bir çocuk ve telefondaki konuşmadan tahmin edersek baskın/otoriter bir kadın imajı. türkiye de 'çocuk babasının çocuğudur annesinin değil' algısını yerleştiren erkek söylemi karşısında özürlü ya da hasta çocuğun da müsebbibi elbette erkek olacaktır düşüncesi altında ezilen komiser/baba. kaderine teslim olmuş her anlamda sigara da dahil olmak üzere.
şoför/arap ise kendi karısının köyünü sevmiyor ki o köyün çoğunluğu karısının akrabası.
katilin adamı öldürme nedeni kadın dolayısıyla adamın ölme nedeni de kendi karısı...
sonuç olarak, filmdeki gibi başroller hep erkek olmasına karşın senaryo sanki kadınlar tarafından yazılıyor anadolu'da.