gözlerini açtığı vakit ilk olarak pencereye bakan insanlar vardır elbet. havanın durumuna göre ya bir sigara yakar ya saate bakıp küfürler savurarak tekrar uyumaya çalışır ya da içinde bir anda var olan coşkuyla kalkar pencereyi açar ve derin bir nefes alır..
derin bir nefes almanın sebebi havanın cana can katacak kadar güzel olması, güneşin göz kapaklarını bile aşarak göze kattığı o tatlı, o buruk acının varlığına hayran olunması birazda. elbette eşine az rastlanır bir dışarı çıkıp amaçsızca dolaşmak, kuş seslerini dinlemek ve körfeze giderek bir kaç tutam tat katmak arzusunun yanında.
körfeze gidildiğinde ise görülen bir manzara; çocukken sonsuz bir coşkuyla yaşandığı halde tarih bilgisinin artmasıyla anlamını yavaş yavaş yitiren belirli gün ve haftaların o belirli günleri haline soktu günümü.
martıları seyrediyordum hayran olarak ve ders çalıştığım geceler sesleriyle beni rahatsız ettikleri zaman savurduğum küfürlere pişman bir şekilde. bir martı topluluğu çarptı gözüme, diğerlerinden daha coşkulu sesler çıkarıyor daha bir şevkle kanat çırpıyorlardı. birileri tarafından beslendikleri, ilgi gördükleri belliydi. martılarla bu kadar içli dışlı olan kişiyi merak ettim tabi ki ve gözlerim ona doğru kaydı. bir çift gördüm, son derece mutlu, diğer bütün çiftleri kıskandıracak kadar bahardan,hayattan,martı seslerinden,körfezden zevk alan..
bayan engelliydi görünen kadarıyla. sandalyesinde oturmuş müthiş bir dinginlik içinde martılara yem atıyordu. aklıma ilk gelen şeyse; sabah uyanıp da dışarı baktığı vakit ruhunun istediği şeyleri gerçekleştirebilmek için eşinin uyanmasını beklemek zorundaydı. belki de eşi bunu benden önce düşünerek her zaman ondan önce uyanıyor olabilir. bu kanıyı bende uyandırmıştır kendileri çünkü o kadar ki mutluydular.