yanınızda mp3 çalarınız yoksa ve telefon radyosundan müzik dinlemeyi tercih ediyorsanız ve de müzik dinlerken kulaklık yanlışlıkla çıkıyorsa ve ve de radyoda ajdar çalıyorsa vay sizin halinizedir.
*birinin üzerine düşmek
*osurmak
*koltuktan kalkarken Rengl döneminden yaşanan geçirgen facia
*adres sorduğunuzda kimsenin cevap vermemesi (uzaylı muamelesi yapılır)
*akbilin bitmesı (kimse vermez sanki dileniyormussunuz parası verilmiycek. Insanlık hali fark edilmemiştir niye utandırıyorsunuz ki)
- kimse bunları görmezden gelmez en kötüsü de budur.
inmek için hareketlendiğinizde ani bir fren sonucu yanından geçtiğiniz kişiye yanlışlıkla sağlam bir dirsek atmaktır.
özür dilerim deseniz de acıyan dirseğiniz ve karşınızdaki kişinin burnunu tutması ile o özrün ne kadar da gereksiz ve anlamsız olduğunu farkedersiniz.*
O zamanlar öğrenciyim sözlük.
Kış mevsimi ve ben Eskişehir- izmir arası yolculuk yapıyorum. Bir bayrama gitmek için bindim otobüse. Aslında binemiyordum da, siz deyin orospuluk, ben diyeyim işim görülsün, otobüs acentasındaki elemana bayağı bir ayar verdim. Gülümsemeler, tatlı kız ayakları, çaresiz sığınmalar. Yok yok korkmayın, sevişmedim!
Neyse efendim, zar zor bulduğum yere(2 numara!), yerleştim güzelce. Yanımda da bir yaşlı teyze, elinde bastonu oturuyor. Teyzem o derece yaşlı ki, konuşamıyor bile, yazıktır, günahtır ama ben çok sevindim bu duruma. En azından o mal soruyla karşılaşmayacağım diye.
Az gittik, uz gittik dediğime bakmayın, daha yarım saat oldu yola çıkalı. Kıyamadım yaşlılığına, ve aramızda küçük bir diyalog yaşandı.
-Teyzecim, baston sizi yorar, yere koyun isterseniz.
-Yok evladım, yer pistir. Dursun böyle.
-Peki, siz bilirsiniz.
Dedim, bir yandan da teyzem de pek tatlı diye düşünüp, gülümsedim. Yine az gittik, uz gittik, artık uykuya daldım ben. Omzumda bir matkap etkisi hissederek uyandım. Teyze beni dürterek uyandırdı.
-Efendim teyze.
-Kızım eşarbımı düzeltsene.
-Peki, düzelteyim.
Dedim ve bağladım yeniden başını. Tam uyuyacağım. Teyzem aynı matkap etkisini yine gösterdi.
Peygamber olmalıymışım sözlük!
-Efendim?
-Kızım şu bastonu tut bi.
-Tamam
deyip aldım elinden bastonu. Bekledim, bekledim almıyor. Nerdeyse elimde baston yarım saat, gözler yarı uykulu halde bekledim. Tabi bir gün öncesi vizeler vardı, pek yorgunum. Uyuyakalmışım elimde bastonla.
izmir' de gözlerimi açtım. Elimdeki baston yoktu. Bastonun sapı ağzımda, güzelce sarılmışım. Tabi ağız açık uyuyunca bastonun her yanı salya olmuş sözlük. Kirlenecek diye yere koymayan teyze uyuyor Allah' tan. Hemen kazağımın koluyla güzelce sildim bastonu. Kimse görmemiştir inşallah diye dualar ederken, muavinin pis bakışlarıyla karşılaştım. Ama önemli değildi ne de olsa temizledim bastonu.
iş çıkışı yorgun argın binilen otobüste, biraz kendime geleyim düşüncesiyle kulaklıkları takıp izmirli taylan'ın en ritmik şarkısını açmak. şarkının bitmesine yakın kulaklığın girişinin yuvaya tam oturmamasından dolayı tüm otobüse şarkıyı dinlettirdiğini fark etmek ve insanların etek ceket giymiş, şarkıyla tezat bir görüntü oluşturan bendenize tuhaf bakışları.
kulağına taktığı kulaklıkla müzik dinleyip, cool cool takılırken zort diye ossurmak ve o anda kendisi duymadığı için başkalarının da duymadığını sanmaktır. otobüsü kahkahaya boğar. başıma gelmiştir.
otobüsteki kızlara hava atıcam deyip otobüsün ortasında hiçbir yere tutunmadan beklerken ani bi frende yere düşmek ve oradaki insanların size bakması ne gülünç ama.
boğazında minicik balgam olması otobüs durumunda tükürememek ve o gıcığın boğazda birikip öksürtü oluşturmasıdır. öksürük nidaları yeri göğü inletirken tüm otobüs sesizdir ve senin öksürmekten gebermeni beklemektedir. gözler sulanır kızarır ve akmaya başlar. işte bu durumda bir damla suyun yoksa ilk durak nere olursa olsun inip o gıcığı tükürmek istersin.
tam ayağa kalkıp yer değiştirecekken genç bir adamın kucağına düşmek evet tam bir rezillikti. Annemin Arkadan uzatılan akbili alıp : bunu gösteriyoruz dimi demesi rezilikten öte komedi tufanı yaratmıştı, gülmekten kendimi hala alamıyorum .
otobüs değilde dolmuşta yaşadım. daha ufağım. bir araba benim olduğum dolmuşu solladı mı önüne mi kırdı, dolmuş da bir şekilde bunu durdurdu. indi arabadan adama bağırmaya başladı. adam da ilk başta sakindi, sonra o da bağırmaya başladı. dolmuş şoförü sinirle geldi, dolmuştan bir fırça sopası aldı. sopayı adamın sırtında kırdı. adam da arabadan bir odun çıkardı. yani sopa da, odun kıvamında. küt dolmuşçunun kel kafasına indirdi. kafa haliyle başladı kanamaya.* dolmuş şoförü salaklaştı biraz ama toparlandı. hiç bir şey olmamış gibi geldi dolmuşa. dolmuşta ki herkes de izliyor olayı. iniyim de bir ayırayım diyen yok. neyse çok kibar bir şekilde " bi zahmet iner misiniz?" dedi. bizde indik. bindi dolmuşa bastı gitti. hikaye burada bitiyor. ama bizi öyle bir yerde bıraktı ki, herkes geri gelir bizi alır umuduyla bir süre orada bekledi.
bir ramazan günü, şehirler arası yolcu otobüsünde adanaya giderken, yolculardan bir tanesinin adanalı var mı diye sorması ve arkadaşımın evet benim demesi.
kadının peki, ezan okunmuş mudur şimdi demesi.
arkadaşımın evet demesi.
ve bütün yolcuların orucunu açması. yemek bitmiş on beş dakika sonra. şoförün radyoyu açması ve " adana için iftar vakti" diyen bir ses ve ardından ezanın başlaması.
ve tüm oruçluların bize öldürecek gibi bakması.
linç olmaktan kurtulmak.